İnsanlık bütün dünyada baş edilmesi gereken iki büyük sorunla karşı karşıya: Birisi açlık, diğeri ise toktuk!
Dünyanın bir tarafı açlıktan ölüyor; öbür taraf ise tokluktan çatlamak üzere! Obozite ile mücadele ve zayıflama için harcanan paralar, ülkelerin bütçelerini zorlar hale gelmiş!
Bilhassa batı ülkelerinde insanlar sınır tanımaz bir iştahla ve tüketim çılgınlığıyla beslenmiyor adetâ ölümüne tıkınıyorlar!
Bir yılda üretilen bütün gıdaların yüzde yetmişi, dünya nüfusunun dörtte biri olan Batı ülkeleri tarafından tüketiliyormuş.
Necip Fazıl’ın deyimiyle bu taksimi kurt yapmaz kuzulara şah olsa!
Kıyas, Bilinç Getirir!
Çocuklarla evde, bir çocuk kanalındaki haberleri izliyoruz.
Çocuklara yönelik ilginç ve hoş haberler var.
Bunlar içinde bazen seyircileri bilinçlendirmeyi ve dünyada olup biten bazı hazin hikâyeleri konu edinen haberler de oluyor.
Bu seferki, dünyanın değişik yerlerinde açlıkla savaşanlar ve onların açlıkların giderilmesi için yapılması gerekenler.
Hem haberler, hem ekrana yansıtılan fotoğraflar hem bu manzaraların anlatılması için seçilmiş kelimeler, sıfatlar, insan ve mekân tasvirleri insanın içine işliyor.
Yok sayarak yok edemiyorsunuz; çocuklarla içinde bulunduğumuz duruma dair şükürle dolu sohbetler yapıyoruz. Kıyas, insanda derin bir bilinç hali yaratıyor.
Temel Sorun Yokluk mu?
Haberin devamında ilginç bir bilgi aktarılıyor ekrandan: Dünyadaki yemek ve ekmek israfı eğer açlara yönlendirilebilse gezegenimizde bir tek kişi bile aç kalmayacakmış!
İnsanın bu bilgiye inanası gelmiyor.
Demek ki açlık ve sefalet yokluktan değil, tam tersine varlığın adaletsiz dağılımından!
Bu bilgiler, israf edenlerin, ekmek ve yemeklerini çöplere atmaktan imtina etmeyenlerin kulağına gitse ne olurdu?
Acaba onlar “insanlar açlıktan kırılırken bizim bunları çöpe atmamız ne büyük bir nankörlük!” derler miydi?
Demedikleri ortada, bu bilgi bir şekilde hepimizin kulağına bir yerlerden erişiyor.
Amma işte maalesef bilgi bilince dönüşmüyor!
Kim Kimi Ne Zaman Taşır?
Açlıkla veya toklukla mücadele insanın ezeli kavgalarından...
Bütün inanç sistemlerinde aşırı yemek ve bunun zararlarıyla ilgili uyarılar vardır ve olmuştur.
Peygamberimizin uyarısı çağlar ötesinedir ve âlemşümuldur: “Âdemoğlu midesinden daha kötü bir kap doldurmamıştır!”
Sadi-i Şirazî’nin bu konuda hoş bir hikâyesi ve bu hikâye vesilesiyle kulaklara küpe olacak uyarıları var:
Biri genellikle perhizde, diğeri ise yemek yeme peşinde yaşayan iki arkadaş vardı. Bunlar ticaret maksadıyla bir şehre gitmişlerdi. Bir hana indiler ve mükellef bir sofra donattılar. Sofrada o kadar yemek vardı ki etraftakiler iki kişi için söylenen bu yemeklere şaşırıp kalmıştı.
Yan masadaki bilge bir adam yanındaki dostunun “insan ne kadar yemeli?” sorusuna şöyle cevap verdi:
“Üç yüz gram!”
Adam şaşırdı: “Bu kadarcık yemek insana ne kuvvet verir ki?”
Bilge adam yan masadaki obura da duyuracak bir ses tonuyla şu hikmetli sözleri söyledi:
“Bu kadarı seni taşır, bundan fazlasını ise sen taşırsın. Bu kadar gıda senin ayakta durmana yeter. Sen buna ne eklersen, artık onun hamalı olursun!”
Demek ki dünyanın bir tarafı, dünyanın diğer tarafının yiyemediği yemeğin hamallığını yaparak ölüyor!
Şöyle bir düşünelim: Bizi taşıyan şeyleri biz taşısak ne olurdu? Mesela arabamız bizi değil de, biz arabamızı taşısaydık...
İnsana komik ve biraz derine inince de trajik geliyor!
Fazla yemenin bundan bir farkı yok demek ki, bizi taşıyacak ve sırtlayıp götürecek olanı biz taşımaya başlıyoruz ve tabii ki bu taşımayla gelen dertler de cabası!
Yazmak Tetiğe Dokunmaktır!
Yukarıda dediğimiz gibi…
Eğer bilgi insanda bilince dönüşüyorsa bu büyük bir lütuftur, yok eğer bilgi olarak kalıyorsa onu taşıyan sadece hamallık yapıyor demektir.
Böylesi yazılar temelde ne işe yarıyor?
“Küresel problemlere dikkat çekmek, sizin gibi sıradan insanlara mı kaldı?” denebilir.
Veya “yani sen yazınca problem yok mu oluyor?”a vurgu yapılabilir!
Böylesi yazılar var olan bilginin bir kişide bile olsa bilince dönüşmesine yol açabilirse büyük bir iş yapmış demektir.
Etkili bir bilincin yığın halinde binlerce bilgiden daha işlevsel olduğu göz ardı edilmeden yazmak istiyoruz!
Sartre’ın deyişiyle “yazmak, tetiğe dokunmaktır!”
Bir bilinç uyandırması temennisiyle…