Diyanetin tavsiye ve teşviklerinden yola çıkılarak Samsun Abdullah Paşa Camii’nde ilk görsel vaaz verilmiş.
Vaiz efendi projeksiyon cihazı eşliğinde, metin ve görselleri perdeye yansıtarak cemaatin dinlediklerini aynı zamanda görmelerini de sağlamış.
Bu yöntemlerin kullanılmasında ne kadar da geç kaldık!
Kur’an’ın nerdeyse üçte ikisi Allah’ın biz insanlar daha iyi anlasın diye verdiği örnekler, anlattığı kıssalar, aktardığı tarihi hadiselerle doludur.
Allah, kullarına anlatmak istemiş ve anlatmak için de o devirde kullanılacak en mükemmel teknikleri kullanmıştır.
Kur’an inmeye başladıktan sonra Mekkeliler Kur’an’ı eleştirmeye başlamışlar ve “bu nasıl metin?” diye şaşkınlıklarını gizleyememişlerdi.
Şaşırdıkları Allah’ın seçmiş olduğu üslup, çok yüksek seviyelerde şiirsellik, o güne değin görülmeyen bir dil kullanımı, zirveye çıkmış bir belagat ve anlatım teknikleriydi.
Araplar şiiri mükemmel bir şekilde biliyorlardı. Fakat bilseler bile nesir dediğimiz düz yazıyla pek de araları yoktu.
Dünyanın En Güzel Hikâyesi
Rivayetlere göre Mekke’de daha çok İranlılar veya Yahudiler hikâye anlatırlardı. Uzun, insanı meraklandıran, karmaşık mitolojik veya destanî öykülerdi bunlar.
İnsanoğlu hikâye dinlemeyi her zaman sevmiştir. Bu yüzden Mekkeliler arasında bu hikâyelerin bir hayli müşterisi vardı.
Kur’an’ın ilk âyetleri insanın derinden sarsan genellikle azap ve tehdit ayetleridir.
Rivayete göre Müslümanların iyice bunaldığı, baskılardan nefes alamaz hale geldikleri sırada Yusuf Sûresi inmiş ve Allah, inananlara hikâyelerin en güzeli (Ahsenü’l-Kasas) adını verdiği Yusuf peygamberin o muhteşem öyküsü anlatmıştı.
Tolstoy’un da Sanat Nedir’in girişinde isabetle söylediği gibi diğer toplumlar için de Yusuf Kıssası dünyadaki öykülerin en güzelidir.
Mekkelileri şaşırtan işte Kur’an’ın bu meydan okuyan anlatma teknikleriydi.
Allah Yusuf suresini göndermiş ve buradaki hikâyenin en güzel hikâye olduğunu söylemişti. Bu hikâyeyi en güzel yapan nedir? Bunu okuyuculara bırakmıştı.
Kur’an Şiir mi Nesir mi?
Sadece bununla değil, Kur’an bazen şiir gibi oluyordu, bazen de nesir gibi.
Tercihlerini her ne kadar şiirden yana koysalar bile iki türü de bilen Araplar Kur’an karşısında şaşırıp kalmışlardı: Bu kitap nesir mi şiir mi?
Ne tam şiirdi, ne de tam nesir. Her ikisiydi ama hiç biri değildi.
Allah, onların hiç bilemediği bir teknikle ve sunuyla insanlara hitap etmekteydi.
Edebi anlamda bu bir devrimdir.
Kur’an’ın indirilmesiyle beraber Allah’ın Arap dilinde nasıl onların bilinçlerini kökten sarsan değişiklikler yaptığını merak edenler İzutsu’nın Kur’an’da Allah ve İnsan adlı eserine bakmalılar. İzutsu bunların çok az bir kısmına değiniyor.
Anlatma Teknikleri
Doğu anlatılarının genel karakteristiği ibret ve ders vermek içindir.
Yani hikâyenin amacı bizzat hikâyenin kendisi değildir.
Dilimizdeki “bin anlatacağına, bir misal ver!” bu hakikati anlatır.
Ömer Seyfettin’in Üç Nasihat adlı o muhteşem hikâyesi, insana bir hakikati kökten ve derinden belletmek için sadece anlatmanın, misal vermenin değil bambaşka teknikler uygulamanın ne kadar gerekli olduğunu harika bir şekilde anlatır.
Bizler bir hakikati, bir ahlaki davranışı, doğruluğuna inandığımız bir geleneği, insanı insan yapan özellikleri, iyi insan, örnek insan olmak için gerekli davranış modellerini diğer insanlara anlatmak için hemen her gün evlerde, okullarda, iş yerlerinde, çarşı pazarda sayısız girişimlerde bulunuyoruz.
En iyi tekniğe sahip olan en iyi anlatandır.
En iyi anlatan en iyi belletendir.
En iyi belleten de niyeti neyse ona en erken kavuşandır.
Bir Anlatma Tekniği Olarak Görsellik
Yırtık Rahibe adlı bir film vardır. Dini hayatla hemen hiç bir ilgisi olmayan bir şarkıcı hanımefendi katillerden korunmak için bir süreliğine kilisede koruma altına alınır.
Kadın şarkıcı olduğu için kilisenin ilahi korosunda görev alır.
Korodaki sıkıcı ilahiler, ağır tonda giden müzikler o kadar bunaltıcı ve karamsardır ki, şarkıcı kadın, bomboş sıralarda bir kaç ihtiyarın dinlediği bu müziklerde değişikler yapmak ister.
Kiliseler bomboştur, hemen hemen hiç bir genç buralara uğramamaktadır. Şarkıcıya göre bunun sebebi kiliselerin hala atadan kalma yöntemlerle insanlara hitap ediyor oluşudur.
Bu kadın, kilise korosunda ve yönetiminde öyle değişikler yapar ki, kilise artık insanları almamaya başlar, artık vaazlara, ilahilere inanılmaz bir rağbet vardır.
Ne yaptığı anlamak için filmi seyretmek gerekir.
O kadının kilise de yaptığı değişikliği ruhani bir mekâna, bir mabede yakıştıramayabilirsiniz.
Eğer Bugün Bir Peygamber Gelseydi
Ama yirmibirinci yüzyılda, ilkçağların anlatım teknikleriyle, o devirden kalma metinler ve vaaz sunumuyla bu yüzyılın insanını etkileyemezsiniz.
Allah her peygamberi kendi devrinin en önemli teknik, teknolojik, anlatısal ve revaçta olan uğraşıları neyse o özelliklere, hatta ondan çok daha üst özelliklere sahip bir donanımla göndermiştir.
Musa Peygamber devrinde sihir ve büyü yaygındı. Bu yüzden Hz. Musa’nın mucizeleri hep bu yöne yönelik olmuştur. İnsanları öyle etkilemiştir.
Hz. İsa devrinde tıp alanında önemli yenilikler yapılıyor, büyük tabipler yetişiyordu. Bu yüzden Hz. İsa’nın; babasız doğmak, körlerin gözünü açmak, ölüleri diriltmek gibi mucizeleri hep tıp alanına paralel gitmiştir.
Peygamberimiz devrinde söz sanatları, şiir ve belagat hat safhada ilerlemiş ve insanların en muteberleri sözün kudretine sahip olanlar olmuştu.
Bu yüzden Peygamberimizin en büyük mucizesi edebî mucizeler alanındadır.
Bugün görsel ve dijital bir çağda yaşıyoruz.
Bu devrin insanına, gencine hala fotoğrafın bile olmadığı çağların anlatım teknikleriyle hitap etmekle ne elde edilecektir?
Bendeniz şundan eminim:
Eğer Allah bu devirde bir peygamber göndermiş olsaydı, muhtemelen o peygamber bu devrin bütün anlatım araçlarını, teknik ve donanımlarını çok iyi biliyor olacaktı.
Eminim, o peygamber ilahi mesajları anlatmak için görsel dünyanın bütün o sihirli malzemelerini mükemmelen kullanıyor olacaktı.
Vahiyle aldığı mesajları, sinemanın sihirli yöntemleriyle öylesine görsel bir mucizeye dönüştürecekti ki, insanlar o görsellik karşısında aczini itiraf etmekten başka bir hal çaresi bulamayacaktı.
Bugün peygamberin varislerinin o görsel dünya ile aralarındaki uçurumu görüyorum da...
O insanların, “karşınızdakinin silahıyla silahlanın!” ulvi sözünden –otomatik silahlar, tank, füze, top, nükleer silahlar, kıtalararası patlayıcılar dışında- ne anladıklarını bayağı merak ediyorum.