Arkadaşını şikâyet eden delikanlı “Onun sayesinde otobüsü kaçırdım” diyor.
Ona, sayesinde kelimesinin dilimizde olumlu anlam için kullanıldığını, oysa kendisinin olumsuz anlam taşıyan bir cümle kurduğunu söylüyorum.
Önce beni anlamıyor; anlamadığını anlamsız bakışlarından anlıyorum.
“Sâyesinde kelimesinin yerine yüzünden kelimesini kullanman gerekirdi.” diyorum. Bir yanlışı düzeltme kaygısıyla.
Şaşkın bir vaziyette yüzüme bakıyor. “Cümleyi, kelimeyi bırakın, ben size derdimi anlatmaya çalışıyorum, siz bana dilbilgisi dersi veriyorsunuz!”
“İyi ya” diyorum kararlı bir ses tonuyla “insanlar dertlerini kelimelerle anlatırlar. Uygun kelimeler, düzgün cümleler, yerinde sıfatlar, cuk oturmuş zarfları kullanmazsan derdini de anlatamazsın! Anlatıyormuş gibi yaparsın, olmadı yanlış anlaşılırsın!”
“Aman” deyip elini sallayarak terk ediyor olay mahallini.
Anlamak
Ülkemizde cereyan eden son olaylarda en çok konuşulan konulardan biri de, özelde iktidarın, otoritenin, genelde ise orta yaşlı kuşağın zamane gençliğini anlamamasıydı.
Bendeniz de orta yaş kuşağı olduğumdan bu eleştiriden üzerime düşeni almak istedim.
Acaba ben de gençleri anlamıyor muydum?
Yapılan yorumlara göre bu gençlik başka bir gençlikti. Orta veya yaşlı kuşak bu gençliği kendi gençlik zamanlarıyla kıyaslıyor ve büyük bir hata yapıyordu.
Bu gençlik z gençliğiydi, kimine göre y gençliği idi, kimisi indigo gençlik diyordu, bazıları ise doksan gençliği diye isimlendiriyordu.
Bu zaman dilimlerine uygun yaşlarda çocukları olan bir baba olarak çocuklarımla kendim arasında anlamak fasıllarına bakıyorum, zannımca çocuklarımla anlaşıyorum.
Bir orta yaşlı olarak kendisiyle anlaşamadığım, kendisini anlamadığım iddia edilen gençlik kimdir, bunu anlamaya gayret ediyorum.
Aynı zamanda bir öğretmen olarak her gün gençlere bir şeyler anlatma çabası taşıyan birisiyim.
Osmanlı zamanlarının, orta çağların şiirlerini bugün beni bile anlamayan bir gençliğe anlatmaya çalışıyorum.
Yaşadığım zamanın insanı olarak beni bile anlamadığı iddia edilen gençliğe bu şiirlerin nasıl anlatacağım?
Mesleği anlamak ve anlatmak olan bir insan olarak son zamanlardaki gençliği anlamamak eleştirisi bana fazlasıyla dokunuyor.
Fikrin Ne?
Mevlana’nın sözleri geliyor aklıma “Aynı dili konuşanlar değil aynı gönlü paylaşanlar anlaşırlar” diyor ya mübarek.
An geliyor anlaşmak için dil bile yetmiyor.
Bir cümle aktarıyorum. “Birilerini düzeltmek mi istiyorsun, o halde önce kendinden başla!”
Bir genç bana cevap veriyor ve artık bu sözlerin devrinin geçtiğini, şimdi başka sözlerin moda olduğunu söylüyor. Aktardığı söz aktardığım sözü desteklemekten başka bir işe yaramıyor.
Şaşırıp kalıyorum. İki farklı kültürün ve bu kültürlere ait iki farklı dehanın aslında aynı şeyleri anlatmaya çalıştığını bu arkadaş anlamıyor mu? Yoksa ben mi anlamıyorum?
Sonuçta bende şöylesi bir kanaat oluşuyor:
İlkokul birinci sınıftan beri testlerle yatıp kalkan, bu sıralara kadar yılları hep test çözmekle, doğru şıkkı bulmakla geçmiş bu çocuklara senteze-analize dayalı karmaşık düşünce yapılarını kavratamıyoruz, o dili bulamıyoruz.
Testin zehirli şıkları beyinleri felç etmeye yetmiş!
Testin nasıl bir faciaya yol açtığını bazen “şu konudaki fikrin nedir?” diye sorduğumda anlıyorum.
Delikanlılar, küçük hanımlar o zaman genellikle bana “bir fikrim yok!” diye cevap veriyorlar.
Onlara “fikrim yok olur mu hiç! Ben sana ‘bilgin var mı?’ diye sormuyorum. Bilgimiz olmayabilir, ama olumlu-olumsuz, doğru-yanlış, derin-yüzeysel fikrimizin olmaması mümkün değil. Ben fikrini merak ediyorum.” Diyorum. Bütün çabalar nafile.
Durumu bu günlerde daha iyi anlıyorum:
15 yıl boyunca önüne sunulan menüden sadece bir şıkkı seçmesi istenen insana bir gün birisi “fikrin nedir?” diyor.
Bu soru, şıklar içinde yok, hangisini seçecek? Siz cevap bekliyorsunuz, o ise şık bekliyor!
Bu yaşa kadar ona hiç kimse “fikrin nedir?” diye sormadı mı?
Anlamamak
Çocuklarımızın ne yiyeceğine, ne giyeceğine, ne okuyacağına, hangi mesleği seçeceğine, kiminle arkadaş olacağına, kiminle olmayacağına, hangi bölümde okuyup mezun olunca kiminle evleneceğine…
Onların yerine o kadar çok şeye biz karar veriyoruz ki…
Testlerle zaten hayata ve varlığa 3-5 şıktan ibaret bir darlıkla bakan, hayatın çetrefilli labirentlerinde yüzüp giden sonsuz olasılıklardan habersiz bu gençler bir gün kendilerinin bir varlık olduğu bilincine varıyor ve “ben de varım!” deyip bütün kararlara itiraz ediyor oluyor mu?
Evet, aynen böyle oluyor zahir ki, işte o anda biz onu anlamamaya başlıyoruz. Zira onu anlayacak o ortak dili yirmi yıl boyunca zerre kadar olsun inşa etmemişiz!
Biz ona çaresizlikle “evet sen de varsın!” dediğimiz anda zaten o varlığını çoktan bizim suratımıza haykırmış oluyor.
Beni eleştiren çocuğuma, beni eleştirmek hazzını tattırmak ve ona bir otorite olmadığımı hissettirmek istiyorum.
Eleştirisine “haklısın” diye karşılık veriyorum.
Evde canı ciğeri olan ana babasını eleştiremeyen bir çocuk, hayatı boyunca her zaman kendisine gerekli olacak eleştiri yetisini nasıl ve nerede edinecek?
Mevcut eğitim düzeneği böylesine testlere,
Her şeyi büyüklerin daha iyi bildiği efsanesine,
Çocuğun varlığının ana babasından bağımsız bir varlık alanı olduğu hakikatinin reddine,
İnsan denen her bir canlının yegâne-biricik ve eşsiz olduğunun inkârına dayandıkça biz gençleri anlamamaya devam edeceğiz!
Anladıklarımız o büyük zayiattan arda kalanlardır!
Onların yaşamadıkları hayatı onlara örnek vermeye devam ettikçe onları anlamamaya devam edeceğiz!
Varoluşlarını, varoluşumuzun bir bayii olarak değil de müstakil bir varoluş alanı olarak kabule yanaşmadıkça onları anlamamaya devam edeceğiz!
Daha da korkuncu şöyle olacak:
Bir gün onları anladığını söyleyen birileri çıkacak, çocukluğundan beri nihayet onları anlayan bir dille konuşan birileri zuhur edecek, o büyük zaafı büyük bir kazanca dönüştürecek ve nefret kustuğu toplumlardan o sabilerin eliyle kârlar devşirecek!
Anlamadığımız, anlamak istemediğimiz her yavruyu onu bir gün muhakkak çok iyi anlayacak bir karavezirin kucağına itiyoruz demektir.
Dilim, âh Dilim!
Düşünceyi, eleştiriyi, sanatı, yaratıcı farkındalığı tesis etmedikçe; kendi olma dışında hiç biri olamama biricikliğini, varlığın doğasının öyle olma dışında bir olmayı mümkün kılmadığı gerçeğini anlamadıkça onları anlamamaya devam edeceğiz.
Anlaşmak için elimizdeki şimdilik yegâne karmaşık ve mükemmel araç olan dil edimini böylesine korkunç bir aymazlıkla ihmal ettikçe onları anlamamaya devam edeceğiz.
Her ihtilalın neden hemen ilk iş olarak kitaplar yaktığına, dil ve kültür devrimleri beslediğine özenle dikkat etmek gerekmiyor mu?
Geçmişi yıkan devrimler, bunu dil alanında başarmadıkça bütün çabalar beyhudedir.
George Orwell’ın 1984 romanında yeni sözlük hazırlama komisyonu üyesinin yeni sözlükte kelimelerin sayısının olabildiğince azaltılacağı sonra da kelimelerin ortadan kaldırılacağı tartışması, bu tartışmanın insanı dehşete düşüren sebepleri ve beklenen sonuçları geliyor aklıma!
Onları anlamamak için her şeyi yapıyoruz; birilerinin onları bir gün çok iyi anlayacağı ve kullanacağı muazzam boşlukları bırakarak!