Türkün Alfabe İle İmtihanı
Demokratikleşme paketi ile birlikte alfabe tartışmalarımız yeniden başladı.
Tarih boyunca bu tartışmamız hiç eksik olmamıştır. Millet olarak her zaman bir alfabe sorunu/sorusu ile karşı karşıya kalmışızdır.
Şu anda kendi tarihsel metinlerini okumak için beş alfabe bilmek zorunda kalan dünyadaki tek milletiz.
Arapları düşünün; edebiyatının başlangıcından beri aynı alfabeyi kullanıyor.
Veya İranlılara bakalım; İslam olduktan sonra Arap alfabesini kabul ettiler ve el’an aynı alfabeyi kullanıyorlar.
İngiliz veya Alman yahut da Fransız edebiyatı dünya sahnesine çıktığından beri aynı din, aynı dil ve aynı alfabedeler.
Ya biz hangi durumdayız?
Alfabeler, Diller ve Dinler Arasında
Yazılı edebiyatımızın başlangıcı olarak Göktürk kitabelerindeki metinleri kabul ederiz.
Bu metinlerde yaklaşık kırk harflik bir alfabe kullanılmıştır. O zaman Göktürkler kendi yazılarını kendi icatları olan bir alfabe ile yazıyorlardı.
Daha sonra Uygur Türkleri yeni bir devlet kurdular ve halefleri olan Göktürklerin alfabesini almak yerine dinlerine girdikleri Manihaist-Budist alfabeyi kullanmaya başladılar.
Bu alfabede ise esasında on dört harf vardı. Kırk harflik bir dili on sekiz harfle yazmaya başlarsınız bu metinleri anlamak için kök sökmeye hazır olmalısınız demektir.
Uygularlar, yeni bir dine, yeni bir alfabe ile girdiler ve edebiyatlarını da bu din ve dille oluşturdular. Göktürklerden ne dini tevarüs ettiler ne de alfabeyi. Yani yeniden ve sıfırdan başladılar.
Uygurların peşinden Türk hükümdarlığı Karahanlılara geçti. Onlar da Uygurlardan herhangi bir şey almadılar. Yeni bir dine, İslam’a girdiler ve yeni bir alfabe aldılar, Arap alfabesi.
Uygurların yaptığı gibi yaptılar: Yani yeniden ve sıfırdan işe giriştiler. Yeni bir alfabe ve yeni bir dinle…
Onlar da yeni alfabe ile Kutadgu Bilig, Atabetü’l-Hakayık ve Ahmet Yesevî’nin Hikmetleri gibi anıtsal metinlerle tam da bir edebiyat oluşturuyorlardı ki bu sefer Türk hükümdarlığı Selçukluların eline geçti.
Onlar ne yeni bir dil kullandılar ne de yeni bir alfabe. Devlet dili olarak Farsçayı tercih ettiler. Devlet farsça derse sanatçılar ne desin! Onlar da hep farsça yazdılar.
Yani yaklaşık bir üç yüz yıl Türkçe edebiyat dili olmadı. 1200’lü yılların sonunda durum Karamanlı Mehmet Bey ve Aşık Paşa’nın dediği gibiydi. Türk Diline kimse bakmıyor; Dergâhta, çarşıda, pazarda kimse Türkçe konuşmuyor ve dolayısıyla da yazmıyordu.
Yeni Bir Türkçe
Osmanlıların bir devlet olarak kurulması ile Anadolu’da Doğu Türkçesinden farklı olarak Batı Türkçesi adını verdiğimiz yeni bir Türkçeyle yeni bir edebiyat doğmuştu.
Bu edebiyat da alfabe olarak Arap Alfabesini tercih etmişti. Bu alfabede, Farslardan alınanlarla beraber otuz üç harf vardı.
Tabii ki biz bu alfabedeki her harfi kullanmıyorduk. Peltek se, peltek ze (istisna olarak birkaç kelimede vardı. Adak-azak gibi), dat, zı, ayın gibi beş tane harf Türkçe kelimelerde kullanılmazdı. O zaman alfabede otuz üç harf vardı ama kullanılanların sayısı yirmi sekiz idi.
Uygurların onsekiz harfli alfabesinden sonra otuz üç harf veya yirmi sekiz yine de iyi sayılırdı.
Fakat Türkçe gibi dokuz ünlünün olduğu bir dili, üç ünlü işaretiyle yazmaya kalkarsanız pek çok sorunun çıkacağı da aşikârdır. Nitekim öyle de olmuştur. Arap alfabesi de Türkçeyi bi-hakkın yazmaya kâfi gelmemiştir.
Bu durumu ıslah için Tanzimat devrinde alfabe tartışmaları yeniden alevlenmiş, her kafadan bir ses çıkmış ve alfabemizde yenilikler yapılmanın zarureti yıllarca tartışılmıştır.
Tanzimat’ta da bir sonuç çıkmaz ve bilhassa İttihat ve Terakki Parti yetkilileri, özellikle Enver Paşa alfabe tartışmalarını tekrar başlatır.
Enver Paşa, Türkçenin yine Arap alfabesi ile yazılmasını, ama harflerin bitişmeden kullanılmasını istemişti. Hatta bu alfabe ile pek çok kitap basılmış ve dağıtılmıştı.
Bu alfabeye hatt-ı cedîd, ordu Elifbası veya Enver Paşa yazısı gibi adlar verilmişti.
Bu da işle yaramadı ve birinci dünya savaşı yılları içinde tekrar eski alfabetik sisteme dönüldü.
Yeni Bir Alfabe
1 Kasım 1928 tarihi tarihimizde yeni bir dönüm noktası oldu.
Görktürk, Uygur ve Arap alfabesinden sonra yeni bir alfabe maceramız başlamış oluyordu.
Yeni bir alfabe, yeni bir edebiyat ve yeni bir yönelimle yeni bir hayat başlıyordu.
Bu alfabede yirmi dokuz harfimiz vardı. Osmanlı alfabesi ünlüler bakımından Türkçeye uygun değildi ama ünsüzler açısından Türkçeye fevkalade uygundu. Latin alfabesinde de ünlü meselesi halledilmekle beraber (kapalı e ünlüsü hariç) ünsüzler bakımından durum hiç de iç açıcı değildi.
Kalın ünsüzler ve ince ünsüzler için aynı harfin kullanılması, uzun ve ince ünlüleri belirten işaretlerin olmaması, nazal n’nin (ñ) bulunmaması bugünkü Türkçemizi yazarken karşılaştığımız sorunlardan bazılarıdır.
Yani Latin alfabesi de, yetmez ama evet türü bir alfabedir.
Bugünlerde alfabemize alınması kararlaştırılan w, x ve q harflerinin durumu o günlerde de tartışılmış ve uzun müzakerelerden ve tuhaf bazı gerekçelerden dolayı alınmamasına karar verilmişti.
Şimdi seksen küsur yıl sonra yine alfabe tartışmalarının içine girdik. Filanca harfleri alalım mı, almayalım mı?
Kaç Millet Kendi Alfabesini Kullanıyor
Esas sorun kendi dilinize uygun bir alfabenizin olup olmamasında yatıyor.
Bugün kendi alfabesi kullanan dünya üzerinde kaç millet var?
Bildiğim kadarıyla Çinliler, Japonlar, Hintliler, Araplar ve Yunanlılardan başka kendi alfabesini kullanan dünya üzerinde büyük bir millet yok! (Kore, Gürcü ve Ermeniler de kendi alfabelerini kullanıyor ama o kadar etkili değiller.)
Yani hemen hemen bütün dünya milletleri bu alfabeleri kullanıyor! Latinlerin alfabesi var ama kendileri ortada kalmamış!
Eğer biz de Orhon alfabesini devam ettirebilseydik alfabesi olan milletlerden biri olacaktık ama olmadı.
Doğumuzdaki Türklerin de yaklaşık yüz yıldır Kiril alfabesiyle yazdığı düşünülürse bizler kendi metinlerini okumak için beş ayrı alfabe ve bir o kadar da dini bilmek zorunda kalan tek milletiz.
Bu, hep sıfırdan başlıyoruz demektir.
Bu, biriktiremediğime göre harcayamıyoruz da demektir.
Bu, her yeninin otomatikman eskinin düşmanı olacağı demektir.
Bu, hafızanın dumura uğraması ve hep yeninin kutsanması demektir.
Bu, geleneğin yenilikçiler tarafından daima küçümsenmesi, sevenlerce ise yüceltilmesi demektir. Bu da basit bir deyişle çatışma anlamına geliyor.
Öyle bir çatışma ki, seni senden olana düşmanından bin beter düşman ediyor!