Geçtiğimiz hafta sonu ülkemize gelen ünlü rock grubu Red Hot Chili Peppers’in bas gitaristi Balzary şunları söylemiş: “İstanbul’da olağanüstü bir müzikle, ezan sesiyle tanıştım.”
Ezanın inanç âlemimizdeki kutsallığından bahsetmeyeceğim! Onun tartışılır bir yanı yok!
Dini anlamda kutsal, ruhani, ilâhî ve Kur’ânî olan her şeyin aynı zamanda kültürel âlemde de bir karşılığı vardır. Bunlar milletlerin karakterleri ve kendilerine özgü bakış açılarıyla yoğurduğu kutsallardır.
Minareler aslında ezan okumak için yapılan yükseltilerdir. Ama bugün dünyadaki minare mimarilerine bir bakın, mesele yükseltiyi kat kat aşmış, estetik, kültürel, bölgesel, kutsal pek çok ayrıntıyla kuşatılır olmuşlardır.
Minareden okunan ezanlar da öyle. Arabın, Mısırlının, İranlının, Türkün okuduğu ezanlar, kelime, cümle, semantik ve sentaktik sıralama aynı olmakla beraber; ses özellikleri, makam farkları, ezan algıları, okunma biçimleri açısından birbirinden pek çok ayrı yanları vardır!
Ezan sadece farz namazlar için bir çağrı mıdır? Tabi ki değildir. Yeni doğan çocuğun sağ kulağına ezan, sol kulağına kâmet okunur.
Biz okumak için gurbete giderken, evden çıktığımızda babam peşimizden ezan okurdu, niye acaba? Bu, “Allah’a emânet olun’un başka biçimi miydi?
Uzun yıllar olmasına bile gerek yok, kısa bir süre için bile olsa, gayri müslim ülkelere seyahat eden insanların ülkeye döndükleri zaman söyledikleri “Abi, ezan sesi duymuyorsun, çekilir çile değil!” sözünün anlamı sadece, ezanın ses kısmına çekilen hasreti mi ifade eder?
Beş günlük bir Makedonya ziyaretimiz olmuştu. Malum orası, pek çok Müslüman yaşamasına resmen bir Hıristiyan ülkesi. Otel odamızda sabahın erken saatlerinde ezan sesiyle uyanmıştık, içimizdeki sevinci, tarif edemem. Şehadetlerinin dinin temeli olması oralarda çok daha iyi anlaşılıyor. O zaman, ezanın sadece orijinal haliyle okunmasının ne kadar elzem olduğuna bütün kalbimle inanmıştım! Ezan ya Makedonca okunsaydı! Ezanın diline “Arapça değil, Rabçadır!” diyene bir daha hak vermiştim.
Nereye giderseniz gidin doğduğunuzda kulaklarınıza nakşedilen sesler karşılıyor sizi, yabancılık filan çekmiyorsunuz! Yabancılık çekenler bebekken kulaklarına fısıldanmayan seslere baksınlar!
Bomba ve Ezan
Üç yıl önce üniversitemizde kısa bir dönem hoca olarak bulunan bir Amerikalı meslektaşımızın ezan tespitleri bizi çok etkilemişti.
Kaldığı otelde her sabah ezanlarla uyanan bu Amerikalı yazar, ezan üzerine bir bildirisinde ezanın ses ve müzik olarak derin etkilerinden bahsetmiş ve şaşkınlığını şöyle ifade etmişti:
“Biz Amerikalılar için ezan demek bomba demektir. Çünkü bizim filmlerimizde ne zaman bir ezan okuma sahnesi varsa peşinden hemen bombaların patlaması adet olmuştu. Yani ezan demek bomba demek, dolayısıyla ezan demek terör demekti. Şimdi bu şehirde (Samsun) okunan ve dinlediğim ezanları düşünüyorum, ne kadar kandırılmışız, aldatılmışız. Bu sesler ne kadar ruha dokunan, insanı dinlendiren ilâhi seslermiş!”
Bizler onları hayran bırakan seslerin bu özelliğinin ne kadar farkındayız?
Bir Rock Grubunun Gözüyle Müzik Olarak Ezan!
Ezanın dini, kültürel, evrensel, siyasi vb. pek çok anlamı yanında, bir de musıkî ile olan beraberlikten doğan anlamları var! Anlamı değil, anlamları! Geçen yazımızda (Câmilerimiz ve Kaybolan Rûhâniyetimiz) bunlardan kısaca bahsetmiştik.
Pek çok insanın hidayet hikâyesinde ezanın önemli bir yeri vardır. Ülkemize yabancı memleketlerden gelen müzik gruplarının ezanla ilgili tespitlerini, şaşkınlılarını, bazen hayranlıklarını zaman zaman gazetelerde okuyoruz.
Geçtiğimiz hafta sonu (8.9.2012) ülkemize gelen ünlü rock grubu Red Hot Chili Peppers’in bas gitaristi Balzary, ilk defa duyduğu ezan sesiyle ilgili hayranlık duygularını ifade eden yabancı sanatçılardan birisi oldu. Balzary, Türk müzikseverlerin her gün ezan sesi duyduğu için şanslı olduğunu belirterek duyduğu ezan sesiyle ilgili şunları söylemiş: “İstanbul’da olağanüstü bir müzikle, ezan sesiyle tanıştım.” (Star Gazetesi, 10 Eylül 2012,ilk sayfa manşet üstü haber)
Balzary, Türk müzikseverlerin ezan sesi duyduğu için şanslı olduğunu söylüyor ya, bir de onları dinlemek için meydanları dolduran (yaklaşık kırk bin kişi) ve rock müziğin hard etkisiyle kendisinden geçen müzikseverlerin durumunu düşündüm.
Acaba Türkiye’de rock müzik dinleyen müzikseverlerin yüzde kaçı Balzary’ye katılmıştır, merak ettim! Rockçıları ve ezanı düşünüyorum da…
Balzary, Türkiye’deki müzikseverlerin ezan dinlediği için şanslı olduğunu söylüyor ya, oysa bir zamanlar bir Türk müzik sanatçısı, üstelik de Yunus Emre şiirlerini şarkı yapan bir sanatçımız ezan sesinin yasaklanması için dilekçe vermişti.
Neden, birileri bizlere ait şeylerden bu kadar etkilenir de bizler o etkiyi hissetmeyiz, o derece ciddiye almayız? Yabancıların hissedip, görüp, dinleyip de bizim bir türlü göremediğimiz ezandaki bu hayranlık verici müzik nedir?
Ezana ezan deyip de geçmeyelim: Okunması, edası, sedası, makamları, ruha işleyen seslendirme öyküleri onları sadece bir namaz çağrıcısı olmaktan çıkarıyor. Atalarımızın ezan okumaya, onları makamlarla süslemeye, ezan okuyacaklara çok ciddi eğitimler vermeye bu kadar hevesli olmaları boşuna değilmiş.
Ezan ve Etki
Başlangıçta Yahudiler boru, Hristiyanlar çan çalarak ibâdete davet ediyorlardı; yani ikisi de insan sesi değildi. İlk defa İslam’la insanlar Allah’a insan sesiyle, onun eşsiz âhengi ve ruhaniyetiyle çağrıldılar. Ezan; Müslüman dünyasında oluşmuş bütün müzikleri kaynağı, İslam sanatlarının bir mecmu’u, bizim dünyaya yansıyan yüzümüz. Düşünsenize, bizim Amerikalı hocamız ile Balzary’nin duyduğu ezanlar bet seslerle okunsaydı onlar aynı etkiyi hissedecekler miydi?
Diyanet ezana, sadece namaza bir çağrı biçimi olarak bakıyor olmalı. Onun estetik bir sanat organizasyonu olarak ele alınıp büyük bir ciddiyet ve kaygıyla öğretilecek, insanların ruhlarına işletilecek bir edayla sunulacak ilâhi nefesler gözüyle baktığına pek aklım kesmiyor. Öyle olsaydı bu ezanları okuyan pek çok kişinin bigâneliğini, hâlâ onun etkilerini ortaya çıkaracak ciddi bir eğitim vermeme duyarsızlığını nasıl izah edeceğiz?
Hallâc-ı Mansur, bir seferinde minareden ezan okuyan müezzini işitince “hadi oradan yalancı, in aşağı!” diye bağırmış. Bunu duyanların nasıl şaşırdığı malum, Hallacı linç etmeye kalkmışlar. Öyle ya “Allah’ın en büyük olduğuna mı yalan diyor bu adam, Muhammed’in onun resulü olduğuna mı…”. Hallac hemen bir taşın üstüne çıkmış ve daha ilk “Allahü Ekber”i seslendirdiğinde, ayakları altındaki taş paramparça olmuş. Şöyle demiş Hallac, “eğer o müezzin okuduklarını anlayarak, inanarak, içten okusaydı, minare yerinde duramaz, bir su gibi akıp erirdi.”
Müezzinlerimizden minareleri akıp eritmelerini beklemiyoruz tabii, bu çok iddialı olurdu; zaten gerek de yok. Diyanetten hayır yok madem, müezzinlerimiz lütfen ezan okumanın âdâbına dair bir şeyler okusunlar, bir şeyler öğrensinler. Zira kendilerini kimlerin dinlediğini, okumalarının kimlerde nasıl etkilerde bulunacağını bilemezler. Ürkütmek de var, çekip almak da.
Şu hadisi düşünüyorum da, müezzinlerimiz bu müjdeye herkesten ne kadar daha yakın! “Sizin aracılığınızla bir kişinin hakikate ermesi, üzerine güneş doğan her şeyden daha hayırlıdır.”
En basitinden, üzerine güneş doğan dokuz gezeni ve daha bilinmeyen nice maddi, o uçsuz bucaksız varlıklar âlemini düşünüyorum da…