Bir toplantı vesilesiyle öğretmen evindeyiz.
Vakit geçmek üzere ve biz mescidi arıyoruz. Bir görevliye sorduk, tarif etti.
Alt katlara, bodruma doğru bir yolculuğa çıktık (indik desek daha doğru olur).
Sonunda bulduk: Tavanından, yan duvarlardan atık su boruları geçen, karanlık, izbe bir yer. Bir köşeye atılmış paçavralar gibi, binanın en kuytusuna sıkıştırılmış yasak-savar bir oda müsveddesi!
Abdest mahalli yapılmış, tuvalet için üç kat yukarı!
Odanın girişi kıble cihetinde olduğundan namaz kılarken bile herkesle göz gözesin!
Şu kocaman binada, içeri ışık ve hava girebilen, girişi kıble yönünün aksi istikametinde bir oda yok mudur? Vardır da bu odalar daha önemli işler için mi müstameldir?
Neden resmi mahallerde mescitler böylesine karanlık, kuytu, havasız, rutubet kokulu yerlerdedir?
Neden insanlar en masum hakları olan ibadetlerini yapmak için, sanki suçluymuş gibi kimsenin bulamadığı izbe yerlere sürülürler?
Kantinler, kafeler, oyun mahalleri, düğün solanları, eğlence odaları ışıklar içinde, manzaraya sahip, ışıl ışıldır.
Mabetler, insanlar sağa sola dalmadan huşuyla ibadet yapsın diye mi karanlık, kuytu, ıssız yerlerdedir?
“İbadetin makbulü gizli olanıdır” diye uydurulmuş bir yalandan dolayı mı mescitler karanlık köşelere atılmıştır?
“Bu çağda ibadet mi olur? Bu kafaya ancak bu oda müstahaktır!” diye mi ibadet yerleri zemin katlarda farelerle arkadaş, rutubetli duvarlarla sırdaş, burunları sızlatan ayakkabı kokularıyla yoldaştır?
Geçmişin Mabetleri
Öğretmenevi sadece bir örnek.
Resmi yerler böyle de özeller sanki daha mı iyi? Yeşilyurt AVM’ deki mescide bakınız, durum malum olur!
Tıp Fakültesinin mescidine bakınız, mesele hallolur!
Dünyanın diğer ülkelerindeki havaalanlarını görmedim ama eminim Ankara havaalanı kadar ferah, temiz, yüksek, aydınlık, insana güven hissi veren, düzenli ve hemen her şeyin görselliğine önem verilen bir havaalanı az bulunur.
Fakat işte bu kadar övgüye değer bir yerin mescidini görmeniz lazım:
Ankara havalimanında en katta abdesthanesi bile olmayan bir mescit var, toplama kampları için herhalde ideal bir yer olurdu. İçeriye ışık ve hava girmiyor. Binlerce insanın her an giriş çıkış yaptığı bu yerin mescidine on kişi sığmıyor. Orayı mescit yapmak için eminim çok aramışlardır.
Böylesine devasa binada mescit için daha uygun bir yer yok muydu acaba?
Kafası ve gönlü mabede kapalı olanın, kapısı Allah’a açılmaz! Kapısı Allah’a açık olmayana da Allah bir hayır kapısı açmaz!
İstanbul’a bakıyorum, Süleymaniye, Sultan Ahmet, Yeni Cami vb. bütün camiler İstanbul’un en eşsiz mekânlarındadır.
Sadece İstanbul’un değil, hemen hemen bütün şehirlerin en güzel yerleri, Allah’ın en güzel evleriyle süslenmişlerdi.
O zamanlar, Allah’ın evleri Allah’ın arzının ziynetleriydi, süsleriydi. Mabetler mekâna şeref verirdi. Bir binanın en kıymetli mahalli, o binanın mescidi idi.
Sadece bizimle sınırlı değil; bütün dünyaya bir bakın, dünyanın en nadide, en eşsiz, en görkemli ve ihtişamlı eserleri daima mabetler olmuştur!
Yaşadığımız çağ hariç!
Mekân ve İman
Mekânlarımızı belirleyen bizim varlığa verdiğimiz önem sırasıdır.
Bir zamanlar evlerimizin en güzel mahalli misafir odalarıydı. Misafirlik kalkalı mı bu odalar kalktı; bu odalar kalktığı için mi misafirlikler kalktı, onu yoruma bırakmak gerekir.
Mescitler binaların süsü olmaktan çıktığı için mi binalar ruhsuzlaştı, binalar ruhsuzlaştığından mı mescitler oralara sığıntılaştı, bunu da yoruma bırakmak gerekir!
Allahın evlerinin kapatıldığı, Allahın evlerinin Allah’ın ittir ettiği mekânlara atıldığı, Allah’ın evlerinin Allah’ın kullarına çok görüldüğü yerlerde Allah’ın lütuf, bereket, inayet, ihsan, feyiz, rahmet, mağfiret ve bağışının ne işi olur?
Peygamberimiz Medeni’ye gelir gelmez ilk işi hemen bir mescit yapmak olmuştu!
Tarihte öyle insanlar yaşamıştır ki, bir yeri zaptettiği zaman ilk işi hemen bir mescit yıkmak olmuştur!
Mübarek atalarımız bir yere girdikleri zaman mabetlere dokunmazlar, ille de bir şey yapacaklarsa orayı mescide çevirilerdi. Bir mabetten diğer mabede!
Yaşadığımız ve bizim bile şahit olduğumuz çağda Sırpların Bosna’daki camilere ne yaptığı malumdur!
Kanuni, bir sarayda değil taş duvarlar içinde oturuyordu.
Topkapı’ya saray diyenler, Fransa, İngiltere veya Rusya’daki saraylara bir baksın!
Kanuni, dünyanın en kudretli sultanıydı. İsteseydi dünyanın en ihtişamlı sarayı yaptırabilirdi.
Ama o dünyanın en ihtişamlı mabetlerinden birini yaptırmayı tercih etti, kendisine saray yaptırmayı değil!
Oturduğu yer, dedelerinin oturdu yerdi. Amma yaptırdığı mabetler dedelerinin yaptırdıklarından kat be kat ziyade Allah’a ve O’nun kullarına yakışan yerler oldu!
Yahya Kemal’in en az Süleymâniye Camii kadar muhteşem o eşsiz Süleymaniye’de Bayram Sabahı şiirinde dediği gibi!
Ordu-milletlerin en çok döğüşen, en sarpı
Adamış sevdiği Allah`ına bir böyle yapı.
En güzel mâbedi olsun diye en son dînin
Budur öz şekli hayâl ettiği mîmârînin.
Görebilsin diye sonsuzluğu her yerden iyi,
Seçmiş İstanbul`un ufkunda bu kudsî tepeyi;
……..
Ulu mâbed! Seni ancak bu sabah anlıyorum;
Ben de bir vârisin olmakla bugün mağrûrum;
Bir zaman hendeseden âbide zannettimdi;
Kubben altında bu cumhûra bakarken şimdi,
Senelerden beri rüyâda görüp özlediğim
Cedlerin mağfiret iklîmine girmiş gibiyim.
Mekânların düzenlenmesiyle imanlarımız arasında çok yakın münasebetler vardır!
Mescidinizin yeri kalbinizin yeridir!
Mescidinizin yeri sizin Allah’a olan mesafenizin yeridir.
Mabetleri layık gördüğünüz yerler Allah’ın sizi layık gördüğü yere çok yakın bir yerdir.
Allah’ın evlerini, kendilerine verilse on dakika duramayacakları yerlere yapanların yerlerinin Allah’ın indinde neresi olacağı…