Düz Mantık

Muhammed Rıdvan SADIKOĞLU

23-08-2021 15:01

Temel`in en samimi arkadaşı olan İdris, uzun süredir artık kahveye uğramaz olmuştu. Bu duruma fena halde bozulan Temel, bir süre sonra İdris’i evinde ziyarete gider. İdris, evde sürekli kalın kalın kitaplar okumaktadır. Temel heyecanla sorar;

`Ula uşağum bu merak da nerden çıkti daa!`.

İdris, hiç oralı olmadan okumaya devam ederek `benim artık kahve köşelerinde kaybedecek zamanım yok. Mantık okuyorum `diyerek cevap verir. 

Temel; `Haçan o nedir uşağum` diye sorunca İdris, Temel`e “bak şimdi sana bir mantık testi yapacağım” der ve ona ardı ardına sorular sıralayarak ilk olarak; “evinde akvaryumun var mı?” diye sorar. Temel, “var” cevabını verince; İdris, “bildiğim kadarıyla bir köpeğin, iki de kanaryan var. Bu demek oluyor ki sen hayvanları seviyorsun” diye cevap verir.

Temel, İdris’in bu tespitine “evet” diye cevap verince, İdris devam eder;

“Sen evlisin ve yengemi de seviyorsun” der.

Temel, “tabi ki seviyrum” der.

Bunun üzerine İdris, “o zaman sen sapık değilsin” diye cevap verir.

Temel bu yoruma ve yeni öğrendiği “mantık” işine bayılır tabi ve vakit kaybetmeden mantık kitaplarını o da okumaya başlar.

Günlerden bir gün Temel`i bu kez başka bir arkadaşı ziyarete gelir ama bakar ki Temel sürekli kitap okumakta, kendisiyle hiç ilgilenmemekte. Temel’in kendisine neden soğuk davrandığını öğrenmek için birkaç soru sorar ama nafile.

Temel ise kendisini ziyarete gelen bu arkadaşını “mantık sever” yapmak istemektedir ve ‘malum testi’ yapar;

“Cevdet, evinde akvaryum var mudur?”

Cevdet, “hayır” cevabını verince, İdris cevabı yapıştırır;

“O zaman sen sapuksun!”

Yoğun bir gündem, ardı arkası kesilmeyen musibetler ile kalabalıklaşan ülke gündemimize nasıl bir “düz mantık” ile baktığımızı gösterdiği için, yazımın başlığına aldığım bu komik fıkra bugünkü bakış açımızın yansıması bence.

İlkin önemli bir alanı ormanlarla kaplı ülkemizde kabul etmesek de liyakatsizliğin sebep olduğu ihmaller zincirinin geniş bir alana yayılmasına sebep olduğu ve ciğerlerimizi dağlayan orman yangınları;

Bu yangınlarda canını dişine katarak varlığını inandığı değerlere şahit kılıp şehadet şerbetini yudumlayan vatandaşlarımız,

Orman yangınlarının sebep olduğu infial ile evi, barkı, ahırı, hayvanları ve yegâne geçim kaynağı olan bağı, bahçesi tarumar olan yüzlerce insanımız,

Her birimizin yüreklerini acıtan ve alevlerin arasında cayır cayır yanan solucanından kuşuna, yılanından börtü böceğine kadar yüzlerce çeşit hayvanımız,

Bu durumdan kendince vazife çıkarıp gönül yangınlarını daha çok alevlendiren kaos severler ve bu fesada çanak tutan fitne tellalları,

Konya ve Ankara Altındağ’da yaşanan; münferit olmasını ve devamı gelmemesini samimiyetle umut ettiğimiz, hop oturup hop kalkmamıza sebep olan, geceleri gözlerimize kum kaçıran elem dolu hadiseler,

Bu yangınlar yazık ki devam ederken Karadeniz illerimizde aniden bastıran yağışla yaşanan sel felaketlerinde bir kez daha çarpık yapılaşmanın, dere yataklarına binalar yapmanın, doğanın asli yapısıyla oynayıp imar izinleri vermenin tepeden tırnağa mesuliyetinden kaçıp ya da günah keçileri bulup onları infaz ederek vicdanımızı sözüm ona teselli etmenin adına “kader” koyduğumuz ihmaller zinciri,

Bu ihmaller zincirinin sebep olduğu evler, yaşamlar, hala bulunamayan onlarca vatandaşımız, yarım kalan yüzlerce hikâye ve bu hikâyelerin ömürlerimize bulaşan acısı,

Ve son olarak; asıl bilenin sustuğu, yarım yamalak bilenin kendi penceresinden “taraflı” yorumlarla yoğun bir bilgi kirliliğine sebep olduğu, bilmeyenin ise hiç susmadığı “Afgan mülteci” krizi ve “mülteci istemiyoruz” çığırtkanlığı.

Evet yaklaşık bir aylık ülke tablomuz bundan ibaret ve bir çoğumuz tüm bu tabloyu yazının başında anmış olduğum fıkradaki gibi düz mantıkla okumaya devam ve yazık ki ısrar ediyoruz.

Sanırım elimizdeki ekranlar büyüdükçe onu kullananlar küçülüyor ve zihinleri ekranların parlaklığına esir ediyor. Bu “gönüllü” esaret ise suda pişen kurbağa misali yavaş yavaş bir kayıtsızlık yaratarak değdiği her şeyi cansız bir taş yığınına çeviren, üşüten bir dil yaratıyor. Bu soğuk dil ise, hiçbir şeye şükretmemenin, minnet duymamanın, zaten her şeyi hak ettiğini düşünmenin ve en nihayetinde de “madem hak ediyorum, teşekküre ne gerek var” zihniyetinin soğuk, ruhsuz, umursamaz ve “ben merkezli” tohumlarını yeşertiyor.

Yüreğimizi yakan orman yangınları devletimizin gücü, vatandaşımızın duyarlılığı ile bir şekilde söndü, söner de. Ancak orda mağdur olan yüzlerce vatandaşımız, canını inandıklarına şahit kılan şehitlerimiz, cayır cayır yanarak can veren yüzbinlerce mahlukatın yürek hanemize eklediği vebal ve gönlümüzde açtığı yara bir tarafa; sözünü ettiğim “ben” merkezli tohumlar yeşil kaldıkça, filizlendikçe, boy verdikçe gördüğüm ve anladığım kadarıyla gönül coğrafyalarımızı ve anlam haritalarımızı yakıp kül eden hırs, hased, kin, taraftarlık, konforizm, sahip olma hırsı ve tüketim çılgınlığının çıkardığı yürek yangınlarımız devam edecek. 

Zira hep andığım gibi muhatabınız kim olursa olsun saygı bir iletişimin toprağı, dürüstlük güneşi, edep ve muaşeret yağmuru, sadakat tohumu, sevgi ise meyvesidir. Ancak takdir edersiniz ki toprağın olmadığı bir yerde hiçbir şey yeşermez.

Gerek bireysel ilişkilerimizde gerek toplumla olan iletişimlerimizde saygımızı yitirdiğimiz; sağcı, solcu, dindar, seküler, laik, muhafazakâr tüm kesimlerimiz de ezici bir çoğunlukla “ahlak” kavramını rafa kaldırdığı için; dürüstlük, edep, muaşeret ve nezaket kavramlarını yeşertemiyoruz ve beynim aramızda yaşanan bunca felakete rağmen duygu birlikteliğini yakalayamamış olmamızı başka türlü izah edemiyor.

Kabul etsek de etmesek de etnik kimliğimiz, ideolojimiz, düşüncelerimiz, yaşam biçimimiz, hayata bakışımız yetiştiğimiz ailenin, yaşadığımız toplumun bize öğrettiği değerlerdir. Ancak hepsini “ahlâk” çatısı altında toplayabileceğimiz; koşulsuz sevgimiz, tüm yaratılmışa ayrım gözetmeksizin ve ötekileştirmeden sunacağımız katıksız merhametimiz ve ucu bize dahi dokunsa amasız adalet anlayışımız vicdan çipimize kodlanan değerlerdir. Biz öğretilen değerleri kodlanan değerlerin önüne alırsak -ki bugün yazık ki yaptığımız şey bu- aramızda bir sevgi ve duygu birlikteliğini diri tutmamız mümkün olmayacağı gibi çatışmanın, ayrışmamın, didişmenin, ötekileştirmenin ve en önemlisi de tüm bunlar üzerinden kendimizi “aziz” zannetmenin değirmenine su taşımaya devam edeceğiz.

En tepedeki yöneticimizden an alt kademedeki memurumuza, işçimize, sade vatandaşımıza kadar hakikati kendi tekeline alıp öz malı sanan anlayıştan vazgeçerek, idrak etmek ve görmek zorundayız ki deprem, sel, orman yangını gibi afetler pek tabi ki doğal afetlerdir.

Ancak bizim son dönemde yaşadıklarımız (küresel bir plan olarak gördüğüm yaşanan yoğun göç dalgası da dahil) ihmalimizin, denetimsizliğimizin, liyakatsizliğimizin, önlem alamayışımızın, öngörüde bulunamayışımızın kaderidir. Zira fırtına bir sebep değil sonuçtur. Akıl denen nimet ise, fırtına çıkmadan tedbir alalım diye bize sunulmuş ve ilahi kodlama aklını kullanmayanların üzerine pislik yağdıracağını (Yunus,100) kendisi beyan etmiştir.

Zira elinize alıp ekmeğe çikolata sürüp evladınıza verdiğinizde bir şefkat aracı olan bıçağı parmağınıza saplarsanız keser, ocağınızı tutuşturmak için kullandığınız çakmağı elinize tutarsanız yakar. Çünkü onların kaderi(ölçüsü) budur!

Dere yatağına yapılan, doğanın asli yapısına müdahale ederek ve buna akıl sır ermez bir anlayışla imar izni verilen evler, alınan ruhsatın çok üstünde çimentosu demirinden çalınarak dikilen binalar, bu konudaki denetimsizliğimiz; etrafımız ormanlarla çevrili olmasına rağmen sağlam ve esaslı bir yangın söndürme teşkilatı kuramayışımız olsa olsa arz ettiğim gibi fırtına çıkacağını bildiğimiz halde, bıçağın keseceğini, ateşin yakacağını bildiğimiz halde önlem alamayışımızın, denetimsizliğimizin ve yazık ki kabul etmek istemesek de liyakatsizliğimizin kaderidir. 

 

 

 

 

DİĞER YAZILARI Laiklik 01-01-1970 03:00 Farkındayım, farkındasınız, farkındalar! 01-01-1970 03:00 Ezan Okunan Her Yer Vatandır 01-01-1970 03:00 Kokusuz ve Dikensiz Güller 01-01-1970 03:00 Teknolojik Esaretimiz 01-01-1970 03:00 Kalbimiz Başka Söylüyor Aklimiz Başka 01-01-1970 03:00 Dava Kendini Doğurma Davası 01-01-1970 03:00 Tutunduğumuz Dal Kurumuş Değil 01-01-1970 03:00 Peki ya ahlâki deprem? 01-01-1970 03:00 Haz ve Hız Çağı 01-01-1970 03:00 DİN(İ)DAR 01-01-1970 03:00 Çağın Mottosu 01-01-1970 03:00 Kalemler Emanettir 01-01-1970 03:00 Hayattan Sonrasının Adını Koymak 01-01-1970 03:00 Toplum Mühendisliği 01-01-1970 03:00 Kendini Tutabilmek 01-01-1970 03:00 Kalp İşçiliği 01-01-1970 03:00 Madımak sizin neyiniz olur? 01-01-1970 03:00 Sevdiğine benzeyeceksin! 01-01-1970 03:00 Ölsek yüzümüz yok! 01-01-1970 03:00 Gelin Bayram Olalım 01-01-1970 03:00 Oruç Bizi Tutsun 01-01-1970 03:00 Kendimize Tutunmak 01-01-1970 03:00 İçimizden Hesap Sormak 01-01-1970 03:00 Allah Sanal Alemin de Rabbidir! 01-01-1970 03:00 Aidiyet 01-01-1970 03:00 Anlamin Kiyameti 01-01-1970 03:00 Bizi Gözümüzden Vurdular 01-01-1970 03:00 Sen Rabbin Nefesisin 01-01-1970 03:00 Eğitim ve öğretimi sayısal verilerle okumak yaptığımız en büyük yanlışlardan biri! 01-01-1970 03:00 Laiklik 01-01-1970 03:00 Tarla nemli olmadan tohum yeşermez! 01-01-1970 03:00 Ortak Akıl Zorunluluğu Yer Bedir kuyuları. Bundan 1500 küsur yıl öncesi 01-01-1970 03:00 Kavurma Şenliği 01-01-1970 03:00 Kripto İlişkiler 01-01-1970 03:00 Varlık İmtihanını Kaybettik! 01-01-1970 03:00 Hepimiz “İnsanız” Oysa 01-01-1970 03:00 Çirkinden Söz Ederek Güzelleşemezsiniz 01-01-1970 03:00 Hüznümüzün Başkenti 01-01-1970 03:00 Gösteri Çağı 01-01-1970 03:00 Orucu “Ne” Oruç Kılar? 01-01-1970 03:00 Sabahın Sahibi Var! 01-01-1970 03:00 Bugüne Kadar “Ne” Yazabildiniz! 01-01-1970 03:00 Kendinize Uğramadan Gitmeyin Bu Dünyadan 01-01-1970 03:00 Bizim Hikâyemiz 01-01-1970 03:00 Derdinden Kaçanın Dermanı Olur mu? 01-01-1970 03:00 Kişisel Vitrinlerimiz 01-01-1970 03:00 Sağıra Sözünü Köre Yüzünü Süsleme Yorulursun! 01-01-1970 03:00 Evet, Bu Kadar Basit! 01-01-1970 03:00 Değerler Matematiği 01-01-1970 03:00 Teknolojik Esaretimiz 01-01-1970 03:00 Açlığı Doyurmak 01-01-1970 03:00 Kendine Borçlu Kalmak 01-01-1970 03:00 ‘Faili Meçhul’ Kötülükler 01-01-1970 03:00 Sağlık Emekçilerimize Minnetle 01-01-1970 03:00 Korona külfet mi nimet mi! 01-01-1970 03:00 İkinci Nuh Tufanı 01-01-1970 03:00 Süreci Doğru Okumak 01-01-1970 03:00 Anlayabilseydiniz Ağlardınız! 01-01-1970 03:00 Ne Olacak Bu Memleketin Hali? 01-01-1970 03:00 Yürek Ülkemizi “İnşa” Zamanı 01-01-1970 03:00 Erciş; Umudumun Yeniden Yeşerdiği Coğrafya 01-01-1970 03:00 Kurtalan’a selam olsun! 01-01-1970 03:00 Toplum kaybedenlerle dolu ama.... 01-01-1970 03:00 Denklem Çok Basit Ama… 01-01-1970 03:00 “Ümmi” Peygamber’in Ümmeti 01-01-1970 03:00 Eğitimde “Ortak Akıl” Zorunluluğu 01-01-1970 03:00 Eğitime olan inanç “azalıyor” 01-01-1970 03:00 Asıl deprem okullarımızda! 01-01-1970 03:00 Sünger 01-01-1970 03:00 Merhamet acımak değil, “acıtmamaktır! 01-01-1970 03:00 Hz. İnsan 01-01-1970 03:00 Nostalji Kırılması 01-01-1970 03:00 Ah şu sevgisizliğimiz 01-01-1970 03:00 Liyakat mi sadakat mi? 01-01-1970 03:00 Söylem değil eylem! 01-01-1970 03:00 Kavurma Şenliği 01-01-1970 03:00 Nefs’in değil nefesin! 01-01-1970 03:00 Doğru okuyamadık! 01-01-1970 03:00 Yürek Ülkesi 01-01-1970 03:00 Öteki 01-01-1970 03:00 Ömrümün Besmelesi 01-01-1970 03:00 Hirasına Hapsedilen Muhammedi Sevda 01-01-1970 03:00 Takdirlik karneler mi karakterler mi? 01-01-1970 03:00 Külfetsiz Nimet Olmaz 01-01-1970 03:00 Elenen öğrenci değil sistemin kendisidir! 01-01-1970 03:00 Her imkân imtihandır! 01-01-1970 03:00 “Her şey çok güzel olacak” mı? 01-01-1970 03:00 Ruhun Secde Makamı 01-01-1970 03:00 Çağın Şifreleri 01-01-1970 03:00 “Adem”Likten “Adam”Lığa… 01-01-1970 03:00 İnsan insana emanettir! 01-01-1970 03:00 Yeryüzünün hakkını vermeden gökyüzüne el açmak! 01-01-1970 03:00 Kalbimizin terazisi bozuldu! 01-01-1970 03:00 Abdestsiz gönüllerimizle ancak bu kadar! 01-01-1970 03:00 “O” Bile “Bilmiyorum” Demişti 01-01-1970 03:00 Güven adası olabilmek! 01-01-1970 03:00 Hakikat Kimin Zimmetinde… 01-01-1970 03:00 İnsan nasıl yaşamalı? 01-01-1970 03:00 “Öz” Ünüz Ne Kadar “Gür”Se, O Kadar “Özgür” Sünüz 01-01-1970 03:00 Köksüz ağaç meyve vermez! 01-01-1970 03:00 Gençlerin "Sessiz" Çığlığı 01-01-1970 03:00 "Eğitim" mi "öğütüm" mü? 01-01-1970 03:00