Yer Şanlıurfa Eyyübiye. Mevsimlerden kış, Aralık 2018. Yurt turnemiz kapsamında okullarımızı ziyaret edip gençlerimizle buluşuyoruz. Okulun önünde aracı durdurduk. Asistanların araçtan dosyamı almasını beklerken gözüm okul kapısının hemen karşısında oturmuş yaşlı bir adama ilişti. Ağlıyordu.
Bu yaştaki adam neden bu kadar içli ağlar diye sorarken kendime, kendimi adamın karşısında diz çökmüş bir şekilde sohbet ederken buldum;
“Amca, neden ağlıyorsun?”
Bozuk bir Türkçe ama iliklerime kadar işleyen bir samimiyetle bana baktı. Gözleri sırılsıklam olmuş, akan yaşlar bembeyaz sakallarını ıslatmıştı;
“Oğul” dedi.
“Abdest alıyordum. Tüm azalarımı sıcak suyla yıkadım. Ama..” dedi bu kez sol ayağını göstererek; “aha bu ayağıma sıcak su kalmadı, kalkıp gidip getiremedim de”
“Ben” dedi derin bir iç çekerek.
“Soğuk suyla yıkadığım bu ayağın hesabını Rabbime nasıl veririm”
Hava buz gibi soğuktu ama ben başımdan aşağı kaynar sular boşalmış gibi yandım bu sözlerle. Elimi dizine koyup gayri ihtiyari kekeleyerek; “Rabbim sizin gibi değerlerimizi başımızda eksik etmesin” derken gelen bir gürültüyle kafamı kaldırdım. Eşi olduğunu sonradan öğrendiğim yaşlı bir teyze, sobanın kovasına odun yerleştiriyor ama odunu kovaya koymadan önce yere sertçe birkaç kez vuruyordu.
Onun duyabileceği bir sesle;
“Annem” dedim. “Neden odunları öyle vuruyorsun yere?”
Kafasını dahi kaldırıp bana bakmadı ama verdiği cevap iliklerime kadar titretti beni;
“Odunların üzerinde böcekler rızkını arıyor. Yere vuruyorum ki, buraya düşüp sobada yanmasınlar”
Beynim çatlarcasına düşünüyor.
Böylesine naif, böylesine farkında, böylesine samimi ve böylesine iliklerine kadar teslim olmuş insanlardan yeni doğmuş bir kedinin gözlerini oyan, yavru bir köpeğin ayaklarını kesen, çalamadığı ineği bıçaklayan, içindeki canlıları zerrece düşünmeden dünya hırsıyla ormanlar yakan, bir anneyi çocuğunun gözü önünde katleden bir toplum nasıl türedi ve biz bu hale nasıl geldik ?
Evet, mazideki güzel günlere kaçıp sahte bir rahatlama hissiyle ne sorumluluklarından kurtulabilir, ne de bugünün problemlerini çözebiliriz biliyorum. Kabul ediyorum, nostalji kavramı bir istikamet kırılmasıdır. Ama günümüzdeki 18 yaşındaki genç kızımız, delikanlımız dahi bu kırılmanın yansıması içinde kaybolan benliğini arıyorsa ortada çok ciddi bir sorun var demektir.
Zira gün geçmiyor ki okuduğum yazılarda, yaptığım alalade bir sohbetlerde dahi "geçmişe hasret"in izlerini görmeyeyim. Kimisi ah çocukluğum diyor. Kimisi ahhhh çekiyor en derininden “asr-ı saadette yaşasaydım” diyor. Elbette ki, bugünü kurtaracak doğru davranışları getirmek için maziye gitmek gerekebilir. Bu niyetle yapılan bir gidiş, dönüşü olan bir gidiştir. Ama nostalji tam da maziye göçüp kalmaktır.
Demek ki bizim maziye dair duyarlılığımız, niyetimize göre istikamet üzere yol almamıza da vesiledir, nostaljiye düşüp istikamet kırılmasına uğramamıza da…
Çünkü, sahte bir rahatlama hissi vardır geçmiş özleminde. Sürekli dillendirilen, hayal edilen geçmiş, çaresizliğin, ümitsizliğin, edilgenliğin ve tembelliğin üzerini örtme çabasından başka bir şey değildir aslında bu.
Müslümanlar olarak biz de sıkça düşüyoruz nostalji tuzağına. Asr-ı Saadet’te yaşasaydık, Osmanlı zamanında olsaydık her şey daha iyi olacakmış gibi geliyor. Oysa Allah, hikmetine binaen bizi burada, bu zamanda yarattı. Yani çocuğuyla, genciyle, yaşlısıyla bir altın çağımız olacaksa; o, bugünümüzde saklı. Hiç bir güç giden zamanı geri getirmeye muktedir değildir. Zamanı durdurma gücü de verilmemiştir kimseye.
Dolayısıyla biz, bu geçmişe özlem denilen hastalığı yok etmediğimiz sürece yarınlara sağlıklı ulaşamayacağımız kanaatindeyim.
Tüm bunları neden anlattım?
Bugün 30 Ağustos... Yıllar önce her karışı şehit kanı ile sulanan bu mümbit toprakların kurtuluşunu kutluyoruz. Ama bayramlar aynı zamanda bir muhasebe gerektirmez mi geçmişe dair ?
Var mısınız ahvalimizi sorgulamaya ?
Güzelim coğrafyamızda akrabadan öte yaşanan komşuluk ilişkileri, mahalle sohbetleri, bir vücudun azalarıymışcasına dorukta yaşanan muhabbet, tarihin tozlu raflarında yerini alırken uğradığımız bu müthiş bilinç kaybı; tek merkezden servis edilen ve hafızalarımızı topyekûn yok eden bir kültürsüzlük dalgasının işgal etmesi ile de zirveye ulaşmış durumda..
Sahip olduğumuz insanî değerler erozyona uğramaya yüz tutmuş, sınırsız bir dünyevileşme tüm benliğimizi esir almış; bireysellik, bencillik, çıkarcılık, çekememezlik ve tahammülsüzlük gibi olumsuz değerler ilişkilerimizde en ön sıradaki yerini almakta gecikmemiş; bütün bu beşeri zaaflar da toplumumuzda mutsuz, umutsuz, olumlu düşünemeyen ve paylaşamayan kişilerin sayısını artırarak yazık ki bugün hedefine ulaşmış durumda.
Parkta yatan kimsesizler, sahillere vuran cesetler, açlıktan ölen ve soğuktan donarak can veren insanlar, toplumun büyük bir kesiminde başgösteren geçim sıkıntısı ve yetememe telaşı, arşa yükselen ağıtlar, yanan ve yakılan yürekler, gözleri sadece bir resim karesine mahkum bırakılmış bağrı yanık anneler de ulaşılan bu hedefteki en önemli resim kareleri olarak göze çarpıyor.
Bakın televizyonlarımıza ve dizilerimizdeki özendirici tabloları irdeleyin !
Kültürümüzü, aile yapımızı, değerlerimizi, kutsallarımızı ve toplumsal dinamiklerimizi yerle bir etmek adına sarfedilen eforun dışında başka ne görebiliyorsunuz? Bozuk bir Türkçe, yarım cümleler, güneş görmemiş küfürler,kocasını aldatan ve bunu gururla anlatan kadınlar, tüm kültürel değerlerin ayaklar altına serildiği evlilik programları, kendisi gibi düşünmeyenleri yok etmeye odaklanmış zihniyetlerin yakalandığı ‘tekfiriyet’ hastalığı, ölü yarıştıran bir zihniyet; renge, dile, dine, ırka bürünmüş bir zulüm tablosu.
‘İletişim’ çağının barometresi olarak addedilen sosyal medyaya bakın; haklı olma telaşı içinde "ayetleri" bile neshedecek kadar gözü kararmış ; Allah’ın affetme ihtimali sonsuz olan kullarının celladı kesilen ve onun “Rahman” sıfatına ortak olabilmek(!) adına kendi çıkarlarına ve “ego putlarına” tapma telaşında milyonlarca insan var.
Yani amacı amaçsızlık olan koca bir güruh çarpıyor gözümüze?
“İyi”ler tabi ki var ama yazık ki hep olduğu gibi ‘azınlık’ ve ne acıdır ki ‘pasif iyi’ olarak kalmayı tercih ediyorlar.
Düne, on yıl veya yüz yıl öncesine kadar çok daha rahat görünsek de, artık “insan” kavramının “insanlık” kriterlerinden ne kadar uzaklaştığının; çamurdan yaratılmışın ne kadar çamurlaştığının; insanın ne kadar yalnızlaştığının, mutsuz hayatların en yüksek perdeden haykırışlarının ve toplumun hemen her bir ferdini esir alan “boşluk” kavramının okunması için kahin olmaya gerek var mı?
İçinde yaşadığı koca kalabalığa rağmen yalnızlığın dipsiz kuyusuna terk edilmedi mi insan? Annenin babayla, babanın oğulla, annenin kızıyla konuşamadığı ; herkesin 120 m2 lik bir çatı altında dahi kendine ait bir dünya kurduğu ve “anlaşılamamaktan” şikayetçi olduğu bir tablo yok mu önümüzde?
Modern kentsel yaşamla birlikte apartman hayatının artışı, teknolojik aletlerin etkisi, post-modern anlayışın geliştirerek bireysel ve toplumsal yaşamın merkezine yerleştirdiği sanal âlemin etkisi ile oluşan yeni yaşam tarzı ; geçmişten, gelenekten, dini motiflerden gelen değerleri öteleyip toplumsal hayatın dışına itti maalesef.
Yaklaşık iki buçuk asırdır, dindar kesimlerin; güç ve teknoloji üzerinde yükselen Batı Avrupa ve onların ortaya koyduğu modern değerler(!) karşısında yenilgi psikolojisi ile oluşan nisbetleşme duygusu ve yetersizlik kompleksi de buna eklenince değerlerin ötelenmesi ve yitirilmesi hızlandı.
Baş döndürücü hızla meydana gelen bu etkileşim bizler için ihtiyaçtan ziyade bir özenti halini aldı. Bu sayede de en çok tv programı izleyen, telefon kullanan, internet başında sabahlayan toplumlardan biri haline geldik rutin yaşantılarımız içinde bir “farkındalık” arama telaşı içinde ve kültür emperyalizminin ilmiğini kendi ellerimizle boynumuza geçirdik.
Bir tarla nemli olmazsa tohum yeşerir mi?” Tabi ki hayır.
E madem hayır; neden biz tarlamız nemliyken tohuma ve tohum atana kızıyor, onu lanetliyor; aklımız sıra vicdanlarımızı teselli ediyoruz ki? Dil ile lanet okumak ne değiştirecek diye sorayım size? Bizim tarlalarımız nemli ki adamların attıkları tohumlar anında yeşeriyor; çok kısa sürede de fitne ve fesat tarlalarına dönüşüyor.
Bugün kağıda simit çizerek lanet okuduğumuz Amerika 1783 yılında imzalanan Paris anlaşması ile bağımsızlığını kazanmış doğru mu? Evet...
Biz ise 2019 dayız. Yani 236 yıl önce bağımsızlığını ilan etmiş bir ülke, bugün dünya nüfusunun sadece yüzde altısına sahip olmasına rağmen dünya servetinin yarısına, dünya ekonomisinin yüzde otuz beşine sahip. Kendisinden sonra gelen en büyük dört ekonomi olan Japonya, Almanya, Fransa ve İngiltere’nin toplamından daha büyük bir ekonomik gücü var.
Biliyoruz ki, dünyayı güç kullanarak yönetme anlayışı geçmişten bugüne değişmez bir olgudur. Bu sadece Amerika ya da batıya özgü bir olgu değil yani. Küreselci ve müdahaleci bir ideolojiye dönüşen yanı ile Amerika’nın da tercihi bu olmuştur.
Evet, bu bir fanatizm ama gerçeğin ta kendisi. Kendi imajına uygun olarak güçlüyü oynamak ve gücü elinde tutmak için her türlü yol mübah anlayacağınız. Beğenilsin ya da beğenilmesin sahip olduğu güç ve bunun beraberinde getirdiği etki alanı onu dünyanın her karesine hükmedebilir hale getirmiştir.
Bakın bugün Afganistan, Pakistan, Libya, Lübnan, Irak, Mısır ve şimdi de Suriye. Kimdi bunlar? Onun politikalarını reddeden, işlediği suçlara karşı çıkan, kendi zenginliklerinin yağmalanmasına karşı çıkan ülkeler.
Ne oldular? Terörist ilan edildiler.
Zira manevi eğitimsizliklerin faturası her çağda savaş, kan, gözyaşı ve huzursuzluklar olarak ödetilmiştir toplumlara. Bugün de bu güce sahip biri karşısındakine “ya benimlesin ya karşımdasın” ikilemini vermektedir. Yani dostluk ya da düşmanlık değil sadece ‘çıkar’ esas.
Benimle aynı jenerasyona sahip okurlarım; hatırlayın çocukluğunuzu.
Bir güç imparatorluğu olarak uluslararası kamuoyu oluşturmada müthiş bir etkiye sahip Holywood dizilerinin ‘hayatımızdan aldığı renkleri’ bir daha geri vermesi mümkün mü sizce?
Hangi biriniz çocukluğunuzdaki o rahmet, merhamet ve şefkat dolu günleri özlemiyorsunuz Allah aşkına? Sadece zengin evlerde bulunan siyah beyaz televizyonlar, mahallede biri vefat ettiği zaman kaç gün açılmazdı? Haddinize miydi ki öylesi bir ortamda müzik dinlemek? Neden? Çünkü koca mahalle bir vücudun azaları gibiydi. Bir ailenin fertleri gibiydi.
Bugün ne var önümüzde peki?
Aynı binada oturduğu halde birbirini tanımayan; aynı otobüste seyahat ettiği, vücudu bile birbirine değdiği halde birbiriyle konuşmayan bir nesil. Bu kültürsel hezimete bir de her geçen gün artan teknolojik görsel erkleri de eklediniz mi ilkin içerden zaptedersiniz kaleleri.
20. yüzyılın başında; insanların boş zamanlarında ne okuyup, ne dinleyeceklerine kadar onları kontrol eden müzik,sinema ve edebiyatı endüstriye çevirip, “sanat trend”ler, “sanat sponsorlukları”, “çok satan” listeler yaratan bir kültür endüstrisi oluşturuldu.
Tıpkı bugün bizim yaşadığımız gibi.
Hangimiz bugün okuyacağı kitabı, dinleyeceği müziği o endüstrinin çarkları içinden seçmiyoruz? Yanisi arkadaşlar biz suda pişen kurbağa gibi, uyutulması için morfin verilen hasta gibi zaten yavaş yavaş alıştık herşeye.
Lütfen dikkat edin. Az evvel saydığım tüm ülkelerin başındaki liderler bizzat onlar tarafından yetiştirilmiş, eğitilmiş kişiler. Açın bakın hepsinin hayat hikayelerine. Bir anda sahip oldukları hegamonyayı kaybetmek istemeyince de ‘terörist’ ilan edilerek biletleri kesildi.
Kısacası bugün Müslüman dünya kim ne derse desin emperyalizm bayrağı altında inim inim inlemekte ve siyonist şeytanlığın insanüstü zekasının faturasını ödemektedir.
İşin içine bir de inandığı dine dünya çıkarları uğruna yalan söyletmek de eklenince tablo tam bir bulaşıcı veba halini aldı ve yazık ki görüldüğü kadarıyla da uzun yıllar süreceğe benziyor. Çünkü herşeyden önce insanlar kendi kültürlerinden koparıldı. Kendi inançlarına yabancı bırakıldı. Akılsızlığının karşılığını “kader” olarak algılamaya başladı ve Allah da başına sünettullah gereği pislik yağdırdı, yağdırmaya da devam edecek.
Düşünelim ne olur!
Neden bugün tüm batı birleşmişken müslümanlar yaklaşık dörtyüz yıldır birbirini yiyor? Bakın kaçan da Allah diyor, kovalayan da. Ölen de Allah diyor, öldüren de. Sizce bu işte bir tuhaflık yok mu?
Sonuç; niteliksiz bir eğitimden geçmiş, düşünmesi ve aklını kullanma şansı elinden alınmış,özgüvensiz milyonlarca genç nüfus. Sadece tüketici olarak kapitalistlerin ihtiyaç duyduğu bir millet ! Ürettiği hiçbir şeyle tanınmayan, saygı duyulmayan bir kültür.
Çünkü müslüman ülkelere yapılan her saldırıda, altına imza konulan her anlaşmadan, piyasaya çıkarılan her filmde, çok satan her kitapta asıl amaç bu. “Bağımlı” ülkelerin ortaya çıkmasını sağlayarak onlar olmadan bir yaşamı cehenneme çevirmek.
Bugün ise bu dünyaya nerdeyse bin yıl hükmetmiş; geçmişten geleceğe, karanlıktan aydınlığa yürümesi gereken biz müslümanlar; kendi inancımıza, dinimize yalan söyleyerek, kendi geçmişimize ve maneviyatımıza, sahip olduğumuz zenginliklerimize sırtımızı dönerek karanlığa gömülmek için can atar hale geldik ama bu tabloya rağmen dilimizden “lanet okumalar”, beddualar” da düşmüyor. Tüm bu anlattıklarımdan yola çıkın ve elinizdeki parçaları birleştirin lütfen.
Suçlu kim, biz mi, onlar mı?” Ve tablo buyken ilk satırlarımla ifade ettiğim gibi nostaljik algılarla neyin BAYRAMI ? Kutlamayacak mıyız? Tabi kutlayacağız ama bu mümbit coğraafyanın her karışında yatan şehitlerimizin kemiklerini sızlatmadan, hakkını eda ederek.
Müebbet Muhabbetle.
Muhammed Rıdvan SADIKOĞLU
Songül KARAMAN
Ümmet Bilincini Canlandırmak
Hüseyin KURT
Telekonferansın Ardındaki Gerçek: Büyük Kürdistan’ın Güncel Senaryosu
Hasan KARADEMİR
Giriş: Foucault'nun Eleştirel Soykütüğünün Temelleri
Bedriye Arık ÇAMBEL
Kurban Edilen Işık
Seyfettin BUDAK
Neden Doymuyoruz?
Doç. Dr. Özlem Özçakır Sümen
Eğitimde Teknoloji Kullanımı: Fırsatlar Ve Tehditler
Gülay ÇETKİN
Okullarda Yapılan Projelerde Arada Kalanlar Okul İdareleri
Bülent ERTEKİN
Kim kime racon kesiyor!
Adnan ÖZ
Lidere selam dur!
Recep YAZGAN
Milli Eğitimdeki virüs; Agnostik CHP Ruhu!
Vehbi KARA
İnsanlık tarihinde yaşanan döngüler ve iktisat biliminin doğuşu
Mehmet BOZKURT
Cumhuriyetin değerleri diyorlar!
Erol AYDIN
Cinsliğin Dayanılmaz Ağırlığı
Suat ALTINBAŞAK
Hayızlı iken oruç tutulamayacağının Kur’an’daki Delilleri (1)
Ahmet SAĞLAM
ŞÜPHE VE KORKU
Mehmet Nuri BİNGÖL
KIRMIZI İPEK ya da YEMİN
Hamdi TEMEL
Kirlenen Hava, Solan Hayat
Eyüphan KAYA
Ak Parti 23 yılda kendini ispat etti!
Halil MERT
İngiliz+Abd Oyunları Bozulmalı…
Emine İPEK
Suskunluk: Kalbin Zarif Direnişi
Servet ZEYREK
Denge
Aydın BENLİ
Edebiyata Değer Katanlar Avukat Fatma Saçak Akbulut
Ahmet AYDIN
Bilir misin?
Burhan BOZGEYİK
Bir İstanbul Serencamı Daha (1)
Nihat Güç
Gittikçe Bunalıma Batıyoruz
Mahir ADIBEŞ
Gaflet mi dalalet mi!
Özlem Gürbüz
Eğitimle Değişen Dünyamız
Ahmet Eren KURT
Pensilvanya’da Taht Kavgası
Recep Ali AKSOYLU
Lipton’un Çekilmesiyle Kuru Çay Üretiminde Yabancı Kalmadı!
Abdulkadir MENEK
Sumud Kahramanları
Ahmet DÜZGÜN
Putlarımız ve Perestlerimiz
Cevahir AYDIN
Yanlış Anladınız
Mesut CİHAT
Allah'ın Zatı ve Subuti Sıfatları
Durmuş TUNACIK
Hilafet Işığı
Aysun Rabia GÜLER
Ebabiller Akdeniz'de
Uğur UTKAN
Mustafa Kemal Atatürk’ün Şeriatla İlgili Düşünceleri
Fatih ORUÇ
Orta Vadeli Program (2026-2028)
Zuhal GÜNDÜZ
Gündemiz: Küresel Sumud Filosu
Batuhan ŞUORUÇ
Şıracılar
Mesut BALYEMEZ
SOSYAL MEDYA KEVAŞELERİ
Bilal Dursun YILMAZ
Her Şey Dâhil Vicdan
Oktay ZERRİN
Sokak Cümbüşcüsü Hasan Yarar'ın Ardından
Ziya GÜNDÜZ
Atasoy Müftüoğlu Ve Hiçliğin Kıyısında
Ravza ZEYBEK
Bulanlar Arayanlardır
Gündoğdu YILDIRIM
Komşuda pişer!
Aydan KURT
Farkında mısınız?
Asiye Tanrıöver TÜRKAN
Mahremiyet, insanın özgür iradesiyle var oluşu!
Mustafa ÖZEL
1. Sezon 3. Bölüm Yükleniyor
Zehra KINALI
Stratejik Ortaklık mı, Siyasi Çıkmaz mı!
Murat GÜLŞAN
Türk Milliyetçisinin Vicdan Muhasebesi
İsa ÇOLAKER
Aşık Veysel Şiirinin Renkleri
Fatma Nur ÖZCAN
Didar-I İkbal
Özhan KIZILTAN
Duvarların Ardında Filizlenen Hayat
Memiş OKUYUCU
Zübeyir Yetik’in Ardından…
Hasan TÜLÜCEOĞLU
Göbeklitepe'de HZ. İbrahim Silüeti
Denizay BÜYÜKDAĞ
Gazze’den Öğrendiğim İslam
Cahit KURBANOĞLU
Nefis nedir ve ne istiyor?
Ahsen Meryem SÜVEYDA
Onlar Kendilerini Biliyorlar
Fahri Urhan
Uyanık Olalım
Muhammed Rıdvan SADIKOĞLU
Vicdanın Yükselişi
Nesibe TÜKEL
Anne Hakkı
Denizay KONUK
Gözler Kör, Kulaklar Sağır Olunca; Başlar Öne Eğilirmiş
Mücahit GÜLER
Modern İnsanının Anlam Sorunu 1
Adem ÇEVİK
Türkiye Aile Meclisi'nden Ahlak ve Aile Koruma Çağrısı
Ergün DUR
ÖĞRETMEN
Hüseyin KAÇIN
Dindar neslin tanrı'sı yoksa dijital neslin tanrıları var!
Özlem AKYÜZ
Nereden geldiğini unutma!
Yusuf AKTAŞ
Köftenin kokusu kimleri cezbetti!
Emine AYDEMİR
Ateşle oynayan evliya Ateşbaz veli hazretleri
Tarık Sezai KARATEPE
Sen Yoksun Diye! Müjdecim!
Abdullah BİR
Fitne, Kaos, Suriye ve Suriyeliler’e Daire İki Kelam...
KÜLLİYEN YAZAR
Şşşşt Başkanım Sana Söylüyorum!
Süleyman GÜLEK
Küçük Lee İle Çekirgesi
Adnan ALBAYRAK ŞİMŞEK
MUHAFAZARLIK
Serkan GÜL
Çocukları +18 İçerikten Koruyun
Başyazı
Samsun’un sağlığıyla oynamayın!
Fehmi DEMİRBAĞ
ÇÖKÜŞ
Hacer Hülya KARADAĞ
Ayasofya'dan Sonra Mescid-İ Aksa'ya…
Tevfik DEMİR
28 Şubat Darbesine Dair Postmodern Notlar
Veysel BOZKURT
İnsan Beyni ve Kontrolü Bir Değerlendirme
Zinnur ŞİMŞEK
Bir Doğumun Ardından
Osman Çakmak
Eğitimin kıblesini batıldan batıdan çevirmek mecburiyeti!
KERİM YILMAZ
İlkadım'a damga vuracak başkan!
Adnan KARAKUŞ
Faruk Koca ve Batı Değerleri
Süleyman KOCABAŞ
Siyonist İsrail’in Koloniyal Jandarma –Polis Devleti Olarak Doğuşu
Şener Danyıldız
Trafikte Empati ve Sempati
Elif Ekşi ZORER
Güzellik
Orhan SARIKAYA
Direk Tehdit!
Saadettin BAYÇELEBİ
Sessiz Gemi
Yaşar BAŞ
Ormanlar Yanıyor Birileri Saçlarını Tarıyor!
Mahmut KURU
Aşk, Yine Aşk… Yine Aşk!
Ayhan GONCA
Fetö'den kurtulmanın tek yolu...
Hanife OKUTAN
Narsist Sapkının Kurbanı Olmayın
Hülya Bulut
Samsunlu Olmak Mı Samsun’da Yaşamak Mı?
Bukrenur YILMAZ
Keşkenin Halet-i Ruhiyesi
M. Burhan HEDBİ
Emekçinin elini öpen peygamber!
Prof. Dr. Adnan DEMİRCAN
Nasıl Ayağa Kalkarız!
Pınar HOLT
Kendini yeniden keşfet!
Ayhan ENGİN
Hazinemiz Ahlakımızdır…
Ahmet Kubilay
Ayvaz İnsan
Cuma YILDIZ
Cambridge’e Giden Aşk
Ahmet ÖZTÜRK
Hadi Türkiye, Dolar Düşüyor
Dursun Ali Tökel
Cinnet Buğdayları
Savaş UYAR
Varlığından Haberdar Olmadığımız Hastalığımız: Safsata
Ümit Zeynep KAYABAŞ
Güven Zor Bir Duygudur…
Nur DİNÇKAN
Udhiyyeden Kurbiyyete
Suat ZOR
ABD, Adana Mutabakatı Ve Suriye İle Nihai Çözüm
Sonradan Gurme
Beyaz Ev’de Yemesek De Olurdu
Ahmet Fatih AKKAŞ
Ferman!
AKASYAMSPOR
Yıldırımcı mıyız, Uyanıkçı mıyız!
Züleyha TUNA
Mevsimler Ve Sen
Ali KAYIKÇI
“Güldürmeyin” Bizi, “Sayın Hâkimler!..”/9
Gülay ALPAGUT
Cennet berat belgesiyle değil amelle kazanılır!
Hamza ÇAKAR
Çocuk Savaşçılar
Alperen CARUS
İttifaklar ve HDP çıkmazı!
Selma MEDENİ
Ne Hacet Seni Anlatmaya
Ankara KULİSİ
Çiğdem Karaaslan Çevre Ve Şehircilik Bakanı Mı Olacak!
MÜNEKKİT
Seçim Sonuçlarını Nasıl Okumalıyız!
Sıddıka Zeynep BOZKUŞ
Zahideler /Teyzeler
Kevser KARSLIOĞLU
Yeme Problemi Olan Çocuklar İçin Çözüm Önerileri
Selçuk KAYA
Yazık oldu!
Ali Haydar YILMAZ
Eğitimde fırsat eşitliği gelecek bahara mı!
Bedia YILMAZ
Ben de varım!
Levent BİLGİ
Fehmi Koru, Said Nursi Ve Susmak
İhsan ZORLU
Paralel Devletin Eli Postmodern Anarşizm!
Esat BEŞER
Gerger Gençliğinin Bayrak Sevdası
Nurettin VEREN
Japonya’daki G20 Zirvesinde, FETÖ’nün Üniversiteleri Konuşuldu mu!
Mehmet FIRAT
İlim Ve İrfanla Geçen Bir Ömür: Şeyh Esad El Çokreşi
Ahmet BEREKET
ABD temsilciler meclisinin kararına bir Bozkurt nidası ile gecikmeden cevap verelim!
Ali Can AKKAYA
İnanır, Sabreder Ve Gereğini Yaparsanız…
Hüseyin YILMAZ
Diyanet’in Atatürk’le imtihanı!
Oktay GÜLER
Merhaba!
Halil KÖPRÜCÜOĞLU
İslamiyet ile Tıb arasında problem var mıdır!
Atilla YARGICI
Kur’an’da Korona Var Mı?
Rukiye AYDIN
2022'de Kendime Bazı Tavsiyeler!
Osman KÖSE
Ahıska Türkleri Sürgün, Özlem Ve Gözyaşı
Ruhugül ZİYADAN
Hayrı harabat edilen Bafra!
Ali KORKMAZ
Eksik Organ Sendromu
Yücel EMRAH
Ben Muhammed...
İbrahim Yusuf ŞAHİN
Parçadan Bütüne, Kolaydan Zora Karşılaştırmalı Bir Dil Öğretim Yöntemi
Ebru AÇIKGÖZ
Taşların Gizemli Dünyasından Hayatınıza Renk Katan Mozaik Sanatı
EnesTANIŞ
Taşın Dediği
Muhyiddin SÜLEYMANOĞLU
14 Şubat Sevgililer Günü Üzerine Kalbî Bir Muhasebe
Mesut KÖSEOĞLU
Daha Ne Denir!
ACZ ZARİFOĞLU
Kırlarda Çiçekler Artık Bensiz Açacak…!!!
Muhammet ÜSTÜNER
Yeni Türkiye Düzeni
Meryem YİĞİT
Gitmek İsteyenler
İsmail OKUTAN
Gerçek Dostluğa Dair
Tolga TURAN
Maskın Ustası Özgür Maskeler
Bozkır KURDU
LÜTFEN BENİ CİDDİYYE ALMAYIN
Gülşen KILINÇER
Yeşilin Ormanına, Yatayına, Dikeyine, Her Türlüsüne Karşı Bunlar!
İlknur ESKİOĞLU
Neydik ne olduk allah'ım!
Adem MUTLU
Engelleri Aşıp Hedefe Ulaşmak!
Zelal ALPASLAN
İnsan Terazisi
Ömer KARAMAN
Sevgili Öğrencim…!
Ümit AYDIN
Partilerin Kaderi Mahalle Başkanındadır!
Ahmet Doğan İLBEY
Kemalist Gençliğin Çanakkale Şehitliğinde “Kadeş” Rezaleti!
Önder GÜZELARSLAN
İsraf Bir İnsanlık Suçudur!
Mehmet ÖZÇELİK
Altılı masa aday belirleye dursun atı alan üsküdar'ı geçti!
Gülhanım CAN
Eti Senin Kemiği Benim
Levent ERTEKİN
Fakir Halkın Bağışladığı 350 Uçak
Okan KARAKUŞ
Osmanlı Devletinde Ramazan Gelenekleri
Gülay YILMAZ
Sus çarpılırsın!
Bahar ARSLAN
Hakikati Algımıza Taşıyan Beden
Feyza Nur DİLEKCAN
SAÇMALAMA (!), SAÇMALIYORSUN (!), SAÇMA (!)
MEHMET ERBİL
Keşke bir mayıs bayram olsa!
Kürşat Şahin YILDIRIMER
Hücum Terapisi :Hayatın Anlamı ve Her İnsanın Kendine Sorduğu Soru
Sema KOCA
Rahmetini Umarak
Celal TÜRK
EKONOMİK KeRİZ
İbrahim Erdem KARABULUT
Her gün durmadan küfrediyorum!
Betül Özer BÖLÜK
Kelimelerin Şaşırtıcı Etkisi
İlknur GENÇOĞLU YILDIRIM
7'den 70'e Herkese İzciliği Sevdiren Işıltan Uşaklıgil Öğretmen
Muhammed Veysel AKKAYA
Allah’ın Seçkin Kulu Olmanın İşareti Kur’ân-I Kerîm’e Gönülden Kulak Vermektir
Edanur İSMAİL
Dünyada Neyi Değiştirmek İstersin
Nazile ŞANAL
Yol Ve Yer Arayanlara Ya Fettah
Prof. Dr. İnanç Özgen
Arazi Parçalılığı
Zehranur Yılmaz KAHYAOĞULLARI
Ulu çınarım, babam...
SAVAŞ YILMAZ
Her Nasip Vaktini Bekler, Vakit İse Yaradanı
MEHMET YILDIZ
Beterin beteri var…..!
Seyfullah YİĞİT
Buhara Bizi Çağırıyor… (-1-)