Kiminin adını “teknoloji çağı” koyduğu ve benim gibi gaz lambasından bilgisayar çağına, oradan da bu çağa ışık hızıyla geçenlerin, “benim bu kirli çağda ne işim var?” diye zihinlerini patlattığı bu çağ; tam anlamıyla “ilgi ticareti” üzerine kurulu artık ve bu ticarette gariptir ki herkes ‘kendisine’ pazarlanıyor.
Zira herkes, kendini “görünür” kılmak için ihtirasla vitrine çıkmak istiyor.
Çünkü bilginin gücünü eline geçiren muktedirler, özellikle de elimizdeki ekranlar marifetiyle ve adeta şeytana rahmet okutan kurgularla; bizleri bulunduğumuz her ortamın ışığı olduğumuza inandırmaya çalışıyor ve yazık ki başarıyorlar da.
Bu yüzden olsa gerek ki (başta kendi zavallı nefsim olmak üzere) birçoklarının kendini ispat ve beğendirme telaşıyla içine düştüğü bu eziklik girdabında; her birimiz, kendini “ışık kaynağı” sanmaya başladığı gibi, kendisini “ışığın ta kendisi” sananlar da bir idrak yolları enfeksiyonu ile hızla artıyor.
Bakın halimize!
Bilginin diploma mühründen kurtulması ile bugün hemen herkes; kendisini herkesten farklı, herkesten başka, herkesten akıllı, herkesten dolu, herkesten haklı, herkesten ilerde, herkesten doğru zannediyor!
Yüzyıllar boyunca insanlık tarihine hükmetmiş ecdadın hakikati sadece bir tane idi, torunlarının ise bugün artık sadece egolarını tokuşturduğu “kişi sayısınca” hakikati var.
Onlar kaybettiklerini hatırladıkça ellerindekine daha bir sıkı sarılırdı, bizim kaybetmek gibi bir korkumuz dahi kalmadı.
Çünkü ruhlarımızın kapı ve pencereleri ardına kadar açık ve bu sayede de açık bırakılmış her aralıktan, enformasyon sağanağı ile bize ait olmayan yığınla “yabancı madde” giriyor.
Sizi bilmiyorum ama benim zihin torbamda; bugün karşısında olduğumuz şeyin yarın yanında, bugün yakınında olduğumuz şeyin bir sonraki gün uzağında olabilmemizin de bu kadar zeminsiz ve tarifsiz olabilmemizin de başka bir sebebi yok.
Maruz kaldığımız algı operasyonları ve toplum mühendislikleri ile kendimizden, fikirlerimizden, kanaat ve yargılarımızdan o kadar eminiz ki, bırakın bu acıklı manzarayı veya bu idrak körelmesinin sebep olduğu zihniyet uyuşmasını görmeyi; İlahi kelamın “umut kesen” olarak tarif ettiği İblis ’in zafer sancağını diktiği gönüllerimiz, sadece “umutsuzluk ve bezginlik” kokuyor.
Umutsuzluk kokuyoruz evet.
Zira sanal alemdeki bütün duyarlı insanlık atraksiyonları, hissiyat ve hassasiyet birliğimizi yok ederek, gerçek yaşamın somut ihtiyaçlarından rol çalıyor.
Çünkü kafamızı telefonlara, bilgisayarlara, televizyonlara gömmüş durumda debeleniyoruz ve bu uyuşma hali, bizi gerçek yaşamımızda her an var olan ve sürekli bir değişim içinde olan yaşam denen ilahi mucizeye tutunmaktan alıkoyuyor.
Yazık ki gönüllü bir körleşme içinde başımızı kilitlendiğimiz ekranlardan kaldırıp bakmıyoruz ama mevsimler gelip geçiyor; ağaçlar yeşerip açıyor, başaklar dolup boşalıyor; tüm kâinat her saniye sayılamaz güzelliklerle kulaklarımıza hakikati fısıldıyor ve işin en acı tarafı da gerçek yaşamlarımıza ait dağ gibi biriken problemlerimiz, herhangi bir çarenin ucundan tutabilen gerçek insanları bekliyor.
Düşünmeden, üretmeden, çare aramadan, gerçeklerle yüzleşmeden yaşadığımız için de ömürlerimizi şikâyet ederek umutsuzluk içinde geçirmeye mahkûm hale geliyoruz.
Bakın yaşamlarımıza!
Geçimlerimiz kolaylaştıkça geçimsizliklerimiz artıyor. Çünkü manevi yükselme değil “maddi kalkınmayı” önceliyoruz. Bırakın artık bir mahalleyi veya apartmanı; aynı evin içinde yaşayan anne, baba ve çocukların dahi aidiyet bağları kopmuş veya çoğunlukla zayıflamış durumda.
Ulaşım kolay ve hızlı hale geldikçe, kalplerimiz arasındaki mesafe artıyor. İletişim olanakları arttıkça hep konuştuğumuz için dilimiz kulaklarımızı sağırlaştırıyor. Birbirimizi anlamanın dilini hızla unuttuğumuz için farklı bir ses, hatta haklı bir itiraza dahi tahammülümüz kalmıyor.
Üstelik bu kadarla da sınırlı değil!
Çevreye karşı duyarlılığımızı göstermek için, kullandıkları fazladan enerji sebebiyle çevreyi birinci dereceden tahrip eden teknolojik araçları kullanıyoruz. İsrafa karşı bilinç oluşturmak için yaptığımız şeylerle bile israfa yol açıyoruz. Eğitim adına sözüm ona gelecek adına kurguladığımız planlarla çocuklarımızı test çözen ama hayatın realitesinden zerre kadar haberi olmayan birer robota dönüştürdük.
Günün getirdiklerinden haberdar olmak için gösterdiğimiz orantısız çaba ve başımızdan aşağı yağan yedi yirmi dört enformasyon sağanağı; bizi giderek kadim değerlerimizi idrak etmeye, onları yaşamaya, hâl dilimizle başka yüreklere taşımaya vakit ayıramaz hale getirdi.
Hepimizin omuz verdiği, inandığını iddia ettiği bir davası var belki ama o dava ne olursa olsun hiçbirimizi içine düştüğümüz aynılaşmanın dışına çıkarmıyor. Çünkü yanlış istikamete gidip birbirimizi doğru yola çağırdığımızı sanıyoruz.
Lafın kısası; bu çağ, sırtını karanlığa dayayıp dostluğun bedelini ödemekten kaçınanların; insan öldürme yarışı içinde olanların insanlık dersi verdiği; karakışı dondurucu soğuklarda sokaklarda geçirmek zorunda olanların derdini, saray yavrusu evlerindeki sıcak odalarda “dijital dokunuşlar” vasıtasıyla sözüm ona paylaşmaya çalıştığı; üzerine bombalar yağdırılan çaresiz çocukların kişi başına düşen utancını, azıcık hafifletebilmek için zalimleri yine “dijital ortamda” sözüm ona sözleriyle yaraladığı ve en nihayetinde kendi gemisini kurtarmak için limanı ateşe vermekten zerrece ürkmeyenlerin, celladına aşık olmakla yetinmeyip onunla iş tutanların, menfaatleri dinleri haline gelmişlerin çağı.
Hal bu olunca da bu sancılarla kıvrananların çabası, hamlesi, fedakârlığı sıfırla çarpılıyor ki sırf bu yüzden büyüyemiyor, artmıyor, genişlemiyor, derinleşmiyor, zenginleşemiyoruz.
Çünkü üç yüz yılı aşkın bir süredir örgütlü kötülüğün tahakkümünde olan bir coğrafyanın evlatları olarak kâğıda simit çizip martı doyurduğumuzu sanıyoruz. Bu yüzden de olayların seyrini değiştirmeye, insanlığımızı pekiştirmeye ne sözümüz ne de gücümüz yetmiyor artık.
Yani ariflerin deyimiyle ölsek yüzümüz yok, yaşasak sabrımız!
Sizi bilmiyorum ama dünya hayatının “geçici bir oyun ve eğlenceden başka bir şey olmadığını” ısrarla benliğimize fısıldayan ilahi hitaba rağmen yaşı yetmişe dayanmış olanların “yaşlanmayı geciktirici çareler” peşinde koşarak gelecek planları yapabildiği bu ihtirasın girdabında boğulanları ben anlayamıyorum.
Olası bir aksaklığı veya beşerî bir kusuru görüp; onu, muhatap aldığı kişinin tek gerçeği imiş gibi ısrarla anons edenleri ben kavrayamıyorum.
Davranışları sert, konuşmaları kırıcı, tavırları rencide edici olanların dillerinden düşürmedikleri merhamet, sevgi ve adalet sözcüklerini inandırıcı ve samimi bulamıyorum.
Konforlu bir hayata ulaşmak adına gece gündüz çalışan ama buna rağmen kendi içinden çıkıp kendine bakmak için bir on dakika vakit ayıramayan insanların, geceleri saatlerce ipe sapa gelmez dizilerde başkalarının hayatını izlemesi; elindeki ekranlarla gerçek yaşamın sorunlarına katkı yaptığını sanması ve ortaya konan klavye savaşları; sözüm ona akla en çok yatırım yapılan bir çağda bana akıl tutulması olarak geliyor.
Bu yüzden olsa gerek; toplumsal yapımızla nasıl oynandığını, ruh köklerimizin nasıl tahrip edildiğini ısrarla ve yılmadan işlemeye çalışıyor; bununla birlikte cılız çağrılarımı bu kadim coğrafyanın aslını hiç unutmayan, ruh köklerine sıkı sıkı bağlı, hep bir güçlenme gayreti içinde olan ve derin bilincini işaret eden halk irfanıyla besliyorum.
Çünkü; merhametsiz büyümenin ağaçları, yeşil alanları ve serin boşlukları birer ikişer yuttuğu; aynı olmamanın “ayrı olmak” olarak yorumlandığı, en haksız kimselerin bile kendine göre haklı gerekçeler sunabildiği; nice alçak işlere “yüksek ideal” kılıfının giydirilebildiği; kutsalların neredeyse her kişi ve toplumun zevk ve fikrine göre şekillendirildiği; insan denen varlığın kendi içindeki ilahi teraziyi dahi nefsine yonttuğu bu sisli iklimde; bu toplumun diri kalması ve geleceğe hitap edebilmesi için bu halk irfanı diri kalmak, diri tutulmak zorunda.
Fark ve dert etmeliyiz ki artık bu çağ hak ile bâtıl arasındaki amansız mücadelede namaz ve orucu neyi bozduğunu sorgulamanın çağı değil; yalanın, gıybetin, iftiranın, fesadın, hasedin, kindarlığın, bozgunculuğun, gammazlığın, madrabazlığın, laf taşımanın, ona buna çakmanın, şunu bunu yargılamanın, ötekine berikine kötü sıfatlar takmanın insanlığımızı ne kadar bozduğunu sorgulamanın ve bu sorguyu yüreğine yük etmenin çağı.
Ruh köklerimizin fısıldadığı mesuliyet duygusunu rafa kaldırıp “uydum dünyaya” desek de farkındayız ki; iyi ile kötünün, zalim ile mazlumun, suçlu ile suçsuzun birbirine karıştığı ve geçmişi karanlık, sabıka defteri kabarık toplum mühendisleri tarafından sistemli olarak budandığımız şu paslı zaman diliminde kardeşlik ahlâkımız, dostluk hukukumuz, itimat duygumuz emsali görülmemiş bir hızla kayboluyor!
Belki de bu yüzden “insan” denen en büyük kutsalı, kıblem bilerek hemen her satırımda her ne olursa olsun iyi olmak, iyilikte kalmak zorunda olduğumuzu; iyilerin, iyiliklerin, iyikilerin sayısını bıkıp usanmadan arttırmak borcunda olduğumuzu; kötülüğün haince kışkırtmalarına rağmen iyilikte ısrar etmek, iyiliğe sımsıkı sarılmayı yüreğimize yük etmemiz gerektiğini; iyiliğe kötülük bulaşmasına mâni olmak zorunda olduğumuzu ısrarla haykırıyorum.
Zira kadim öğretilerin göğsünden emdiğim hikmetin ışığıyla hissediyorum ki, sonradan türeyeni içtenlikle benimseyenin, ciddiyeti kundaklanıyor; kadim olanla bağı yavaş yavaş kopuyor; hakikatle irtibatı kesiliyor ve bu sayede doymak bilmez bir iştahla kemirdiğimiz her şey kıyasıya bizi kemiriyor. Karanlıklarımız bu yüzden aydınlanmıyor.
Anlıyorum ki hakikat sadece bir tanedir ve her devre göre değişen hakikat yoktur!
En önemlisi de biliyorum ki cesaret ve esaret ile külfet ve nimet arasındaki tek harflik farklar hem insanın hem de toplumun kaderini tayin eder.
Bu nedenle cesaret edip, külfetsiz nimet olmayacağının bilinci içinde birbirimizle yeniden tanışmanın heyecanına sarılarak kimin ne bahanesi olursa olsun bizim hiçbir bahanemiz olmadığını idrak etmek zorundayız.
Bu idrake ulaştığımızda anlayacağız ki; fenalıkta sınır tanımayanlara, düşmanlıkta ısrarcı olanlara, fitneyi yoldaş edinenlere inat; aklımızın yanına kalplerimizi de koyarak kendisi için istediğini kardeşi için de isteyen, kader birliği için çabalayan, imkân ve insanlara emanet gözü ile bakan, dostluklarında sebat eden; vefa, mesuliyet ve merhametin ruh köklerine kodlanan değerler olduğunun farkında, kötülükten medet ummayan, insanların beşeriyetlerinden kaynaklı kusurlarını biriktirmeyen, verdiklerini alacak hanesine yazmayan insanlara ihtiyacımız var.
Bu yüzden de eksiltmek yerine çoğaltmak, öteki bellediklerimizi kaybetmekten ziyade kazanmak, ayrılıktan şiddetle kaçınmak, birlikte olmaya ısrarla devam etmek, farklılıkları değil benzerlikleri konuşmak, ortak müştereklerde buluşmak, marifetleri iltifata tabi tutarak yeteneklerimizi öne çıkarmak zorundayız.
Çünkü sıkılaştıramadığımız saflarımızda sebep olacağımız her boşluk, karanlıktan beslenenlere fırsat ve cesaret verecektir.
Farkındalık temennisiyle.
Seyfettin BUDAK
Neden iyi olan kaybeder!
Mehmet Nuri BİNGÖL
KIRMIZI İPEK ya da YEMİN
Hamdi TEMEL
Kirlenen Hava, Solan Hayat
Eyüphan KAYA
Ak Parti 23 yılda kendini ispat etti!
Adnan ÖZ
Samsunspor seriye bağladı!
Halil MERT
İngiliz+Abd Oyunları Bozulmalı…
Emine İPEK
Suskunluk: Kalbin Zarif Direnişi
Recep YAZGAN
Amentü’nün Diyalektiği
Vehbi KARA
Siyaset ve İnsanın Asli Vazifesi
Servet ZEYREK
Denge
Erol AYDIN
Kırık Kalpler Müzesi
Aydın BENLİ
Edebiyata Değer Katanlar Avukat Fatma Saçak Akbulut
Ahmet SAĞLAM
Göz Pınarları Kurudu
Ahmet AYDIN
Bilir misin?
Hasan KARADEMİR
Bir Asırlık Çelişki
Gülay ÇETKİN
Bu okulda yaşananlarda siyaset mi var yoksa milli eğitimin duyarsızlığı mı?
Burhan BOZGEYİK
Bir İstanbul Serencamı Daha (1)
Nihat Güç
Gittikçe Bunalıma Batıyoruz
Mehmet BOZKURT
Kirli Ellere Artık Dur Demeliyiz!
Bedriye Arık ÇAMBEL
Dengenin Formülü
Mahir ADIBEŞ
Gaflet mi dalalet mi!
Özlem Gürbüz
Eğitimle Değişen Dünyamız
Songül KARAMAN
Her Güne Bir İyilik Sığdırabilmek
Ahmet Eren KURT
Pensilvanya’da Taht Kavgası
Doç. Dr. Özlem Özçakır Sümen
Nasıl Bir Eğitim Ortamı?
Recep Ali AKSOYLU
Lipton’un Çekilmesiyle Kuru Çay Üretiminde Yabancı Kalmadı!
Abdulkadir MENEK
Sumud Kahramanları
Ahmet DÜZGÜN
Putlarımız ve Perestlerimiz
Cevahir AYDIN
Yanlış Anladınız
Mesut CİHAT
Allah'ın Zatı ve Subuti Sıfatları
Durmuş TUNACIK
Hilafet Işığı
Aysun Rabia GÜLER
Ebabiller Akdeniz'de
Uğur UTKAN
Mustafa Kemal Atatürk’ün Şeriatla İlgili Düşünceleri
Fatih ORUÇ
Orta Vadeli Program (2026-2028)
Bülent ERTEKİN
Güzel ülkem, güzel vatanım
Zuhal GÜNDÜZ
Gündemiz: Küresel Sumud Filosu
Batuhan ŞUORUÇ
Şıracılar
Hüseyin KURT
Samsun’un Ses Karnesi
Mesut BALYEMEZ
SOSYAL MEDYA KEVAŞELERİ
Bilal Dursun YILMAZ
Her Şey Dâhil Vicdan
Oktay ZERRİN
Sokak Cümbüşcüsü Hasan Yarar'ın Ardından
Ziya GÜNDÜZ
Atasoy Müftüoğlu Ve Hiçliğin Kıyısında
Ravza ZEYBEK
Bulanlar Arayanlardır
Suat ALTINBAŞAK
Kadınlara cuma namazının farz olmadığının Kur'an'daki delilleri (4)
Gündoğdu YILDIRIM
Komşuda pişer!
Aydan KURT
Farkında mısınız?
Asiye Tanrıöver TÜRKAN
Mahremiyet, insanın özgür iradesiyle var oluşu!
Mustafa ÖZEL
1. Sezon 3. Bölüm Yükleniyor
Zehra KINALI
Stratejik Ortaklık mı, Siyasi Çıkmaz mı!
Murat GÜLŞAN
Türk Milliyetçisinin Vicdan Muhasebesi
İsa ÇOLAKER
Aşık Veysel Şiirinin Renkleri
Fatma Nur ÖZCAN
Didar-I İkbal
Özhan KIZILTAN
Duvarların Ardında Filizlenen Hayat
Memiş OKUYUCU
Zübeyir Yetik’in Ardından…
Hasan TÜLÜCEOĞLU
Göbeklitepe'de HZ. İbrahim Silüeti
Denizay BÜYÜKDAĞ
Gazze’den Öğrendiğim İslam
Cahit KURBANOĞLU
Nefis nedir ve ne istiyor?
Ahsen Meryem SÜVEYDA
Onlar Kendilerini Biliyorlar
Fahri Urhan
Uyanık Olalım
Muhammed Rıdvan SADIKOĞLU
Vicdanın Yükselişi
Nesibe TÜKEL
Anne Hakkı
Denizay KONUK
Gözler Kör, Kulaklar Sağır Olunca; Başlar Öne Eğilirmiş
Mücahit GÜLER
Modern İnsanının Anlam Sorunu 1
Adem ÇEVİK
Türkiye Aile Meclisi'nden Ahlak ve Aile Koruma Çağrısı
Ergün DUR
ÖĞRETMEN
Hüseyin KAÇIN
Dindar neslin tanrı'sı yoksa dijital neslin tanrıları var!
Özlem AKYÜZ
Nereden geldiğini unutma!
Yusuf AKTAŞ
Köftenin kokusu kimleri cezbetti!
Emine AYDEMİR
Ateşle oynayan evliya Ateşbaz veli hazretleri
Tarık Sezai KARATEPE
Sen Yoksun Diye! Müjdecim!
Abdullah BİR
Fitne, Kaos, Suriye ve Suriyeliler’e Daire İki Kelam...
KÜLLİYEN YAZAR
Şşşşt Başkanım Sana Söylüyorum!
Süleyman GÜLEK
Küçük Lee İle Çekirgesi
Adnan ALBAYRAK ŞİMŞEK
MUHAFAZARLIK
Serkan GÜL
Çocukları +18 İçerikten Koruyun
Başyazı
Samsun’un sağlığıyla oynamayın!
Fehmi DEMİRBAĞ
ÇÖKÜŞ
Hacer Hülya KARADAĞ
Ayasofya'dan Sonra Mescid-İ Aksa'ya…
Tevfik DEMİR
28 Şubat Darbesine Dair Postmodern Notlar
Veysel BOZKURT
İnsan Beyni ve Kontrolü Bir Değerlendirme
Zinnur ŞİMŞEK
Bir Doğumun Ardından
Osman Çakmak
Eğitimin kıblesini batıldan batıdan çevirmek mecburiyeti!
KERİM YILMAZ
İlkadım'a damga vuracak başkan!
Adnan KARAKUŞ
Faruk Koca ve Batı Değerleri
Süleyman KOCABAŞ
Siyonist İsrail’in Koloniyal Jandarma –Polis Devleti Olarak Doğuşu
Şener Danyıldız
Trafikte Empati ve Sempati
Elif Ekşi ZORER
Güzellik
Orhan SARIKAYA
Direk Tehdit!
Saadettin BAYÇELEBİ
Sessiz Gemi
Yaşar BAŞ
Ormanlar Yanıyor Birileri Saçlarını Tarıyor!
Mahmut KURU
Aşk, Yine Aşk… Yine Aşk!
Ayhan GONCA
Fetö'den kurtulmanın tek yolu...
Hanife OKUTAN
Narsist Sapkının Kurbanı Olmayın
Hülya Bulut
Samsunlu Olmak Mı Samsun’da Yaşamak Mı?
Bukrenur YILMAZ
Keşkenin Halet-i Ruhiyesi
M. Burhan HEDBİ
Emekçinin elini öpen peygamber!
Prof. Dr. Adnan DEMİRCAN
Nasıl Ayağa Kalkarız!
Pınar HOLT
Kendini yeniden keşfet!
Ayhan ENGİN
Hazinemiz Ahlakımızdır…
Ahmet Kubilay
Ayvaz İnsan
Cuma YILDIZ
Cambridge’e Giden Aşk
Ahmet ÖZTÜRK
Hadi Türkiye, Dolar Düşüyor
Dursun Ali Tökel
Cinnet Buğdayları
Savaş UYAR
Varlığından Haberdar Olmadığımız Hastalığımız: Safsata
Ümit Zeynep KAYABAŞ
Güven Zor Bir Duygudur…
Nur DİNÇKAN
Udhiyyeden Kurbiyyete
Suat ZOR
ABD, Adana Mutabakatı Ve Suriye İle Nihai Çözüm
Sonradan Gurme
Beyaz Ev’de Yemesek De Olurdu
Ahmet Fatih AKKAŞ
Ferman!
AKASYAMSPOR
Yıldırımcı mıyız, Uyanıkçı mıyız!
Züleyha TUNA
Mevsimler Ve Sen
Ali KAYIKÇI
“Güldürmeyin” Bizi, “Sayın Hâkimler!..”/9
Gülay ALPAGUT
Cennet berat belgesiyle değil amelle kazanılır!
Hamza ÇAKAR
Çocuk Savaşçılar
Alperen CARUS
İttifaklar ve HDP çıkmazı!
Selma MEDENİ
Ne Hacet Seni Anlatmaya
Ankara KULİSİ
Çiğdem Karaaslan Çevre Ve Şehircilik Bakanı Mı Olacak!
MÜNEKKİT
Seçim Sonuçlarını Nasıl Okumalıyız!
Sıddıka Zeynep BOZKUŞ
Zahideler /Teyzeler
Kevser KARSLIOĞLU
Yeme Problemi Olan Çocuklar İçin Çözüm Önerileri
Selçuk KAYA
Yazık oldu!
Ali Haydar YILMAZ
Eğitimde fırsat eşitliği gelecek bahara mı!
Bedia YILMAZ
Ben de varım!
Levent BİLGİ
Fehmi Koru, Said Nursi Ve Susmak
İhsan ZORLU
Paralel Devletin Eli Postmodern Anarşizm!
Esat BEŞER
Gerger Gençliğinin Bayrak Sevdası
Nurettin VEREN
Japonya’daki G20 Zirvesinde, FETÖ’nün Üniversiteleri Konuşuldu mu!
Mehmet FIRAT
İlim Ve İrfanla Geçen Bir Ömür: Şeyh Esad El Çokreşi
Ahmet BEREKET
ABD temsilciler meclisinin kararına bir Bozkurt nidası ile gecikmeden cevap verelim!
Ali Can AKKAYA
İnanır, Sabreder Ve Gereğini Yaparsanız…
Hüseyin YILMAZ
Diyanet’in Atatürk’le imtihanı!
Oktay GÜLER
Merhaba!
Halil KÖPRÜCÜOĞLU
İslamiyet ile Tıb arasında problem var mıdır!
Atilla YARGICI
Kur’an’da Korona Var Mı?
Rukiye AYDIN
2022'de Kendime Bazı Tavsiyeler!
Osman KÖSE
Ahıska Türkleri Sürgün, Özlem Ve Gözyaşı
Ruhugül ZİYADAN
Hayrı harabat edilen Bafra!
Ali KORKMAZ
Eksik Organ Sendromu
Yücel EMRAH
Ben Muhammed...
İbrahim Yusuf ŞAHİN
Parçadan Bütüne, Kolaydan Zora Karşılaştırmalı Bir Dil Öğretim Yöntemi
Ebru AÇIKGÖZ
Taşların Gizemli Dünyasından Hayatınıza Renk Katan Mozaik Sanatı
EnesTANIŞ
Taşın Dediği
Muhyiddin SÜLEYMANOĞLU
14 Şubat Sevgililer Günü Üzerine Kalbî Bir Muhasebe
Mesut KÖSEOĞLU
Daha Ne Denir!
ACZ ZARİFOĞLU
Kırlarda Çiçekler Artık Bensiz Açacak…!!!
Muhammet ÜSTÜNER
Yeni Türkiye Düzeni
Meryem YİĞİT
Gitmek İsteyenler
İsmail OKUTAN
Gerçek Dostluğa Dair
Tolga TURAN
Maskın Ustası Özgür Maskeler
Bozkır KURDU
LÜTFEN BENİ CİDDİYYE ALMAYIN
Gülşen KILINÇER
Yeşilin Ormanına, Yatayına, Dikeyine, Her Türlüsüne Karşı Bunlar!
İlknur ESKİOĞLU
Neydik ne olduk allah'ım!
Adem MUTLU
Engelleri Aşıp Hedefe Ulaşmak!
Zelal ALPASLAN
İnsan Terazisi
Ömer KARAMAN
Sevgili Öğrencim…!
Ümit AYDIN
Partilerin Kaderi Mahalle Başkanındadır!
Ahmet Doğan İLBEY
Kemalist Gençliğin Çanakkale Şehitliğinde “Kadeş” Rezaleti!
Önder GÜZELARSLAN
İsraf Bir İnsanlık Suçudur!
Mehmet ÖZÇELİK
Altılı masa aday belirleye dursun atı alan üsküdar'ı geçti!
Gülhanım CAN
Eti Senin Kemiği Benim
Levent ERTEKİN
Fakir Halkın Bağışladığı 350 Uçak
Okan KARAKUŞ
Osmanlı Devletinde Ramazan Gelenekleri
Gülay YILMAZ
Sus çarpılırsın!
Bahar ARSLAN
Hakikati Algımıza Taşıyan Beden
Feyza Nur DİLEKCAN
SAÇMALAMA (!), SAÇMALIYORSUN (!), SAÇMA (!)
MEHMET ERBİL
Keşke bir mayıs bayram olsa!
Kürşat Şahin YILDIRIMER
Hücum Terapisi :Hayatın Anlamı ve Her İnsanın Kendine Sorduğu Soru
Sema KOCA
Rahmetini Umarak
Celal TÜRK
EKONOMİK KeRİZ
İbrahim Erdem KARABULUT
Her gün durmadan küfrediyorum!
Betül Özer BÖLÜK
Kelimelerin Şaşırtıcı Etkisi
İlknur GENÇOĞLU YILDIRIM
7'den 70'e Herkese İzciliği Sevdiren Işıltan Uşaklıgil Öğretmen
Muhammed Veysel AKKAYA
Allah’ın Seçkin Kulu Olmanın İşareti Kur’ân-I Kerîm’e Gönülden Kulak Vermektir
Edanur İSMAİL
Dünyada Neyi Değiştirmek İstersin
Nazile ŞANAL
Yol Ve Yer Arayanlara Ya Fettah
Prof. Dr. İnanç Özgen
Arazi Parçalılığı
Zehranur Yılmaz KAHYAOĞULLARI
Ulu çınarım, babam...
SAVAŞ YILMAZ
Her Nasip Vaktini Bekler, Vakit İse Yaradanı
MEHMET YILDIZ
Beterin beteri var…..!
Seyfullah YİĞİT
Buhara Bizi Çağırıyor… (-1-)