İnsan insana emanettir!

Muhammed Rıdvan SADIKOĞLU

18-04-2019 14:31

Yaklaşık 19 yıldır hemen her platformda, girip çıktığım her yerde, ortaya koyduğum her satırda, yazdığım her eserde insanın en önemli kutsal olduğunu, tüm kutsalların insanın huzuru ve mutluluğu için kutsiyet kazandığını, insan mutlu ve huzurlu değilse eğer bu kutsalların ya anlaşılamadığını ya da anlam kaymasına uğratılarak içinin boşaltılıp sinirlerinin alındığını haykıran biriyim.

Dünü, bugünü ve yarını sezebilmemi sağlayan bu gerçeklik de, kaynağı “sevgi ve merhamet” olan mümbit bir inancın yol haritasında “insanın insana emanet edildiği” hakikati ile yüzleştirdi beni. Bu söylem ise hem hayatımı, hem doğrularımı, hem hayata bakışımı, hem de “kitab-ül süğra” dediğimiz insana bakış açımı şekillendirdi.

Gönlümüzü muhatap alıp, gözlerini hayra ve güzelliğe yoran ahlâkın varisi olarak da hem yaşamı kalbimizin renginde yaşamaya başladık hem de bu rengi etrafımıza bulaştırma gayreti içinde olduk. Bu yönüyle de güzelle çirkini, iyiyle kötüyü, hak ile batılı ayırt edip tanıma yetisini sağlayan ve azıcık bir bedelle türlü rahmetler sunan Rabbimize salt söylemlerimizle değil eylemlerimizle de şükür makamındayız.

Zira kâinatın “gözbebeği” sıfatıyla hem varlık âlemindeki biricikliğinin hem de gönderilmiş olmanın şahitliği içindeki insanın; mesuliyetinin nerede başlayıp nerede bittiğini, bu konumdaki hak ve hukukunu seçebilmek adına sorgulayan bir aklı binek edinerek menzile ulaşması gerekiyor. Ama kavramların farkını hakkiyle bilen, bunu yerli yerince kullanan; hem tasvir eden, hem ibret alabilen; kalbi, vicdanı ve fıtratı kendisinde buluşturan, donatılmış olmanın başlı başına bir yükümlülük olduğunun da, günü geldiğinde bu yükümlülüğün hesabının da sorulacağının farkında bir akılla tabi ki.

Çünkü her yaratılmışın secdesi zoraki iken; sorgulayan, farkındalığı yakalamış, hayreti terk edip ibrete geçmiş bu aklının rehberliğinde aklen yakıştırabildiklerine kalben de şahit olabilme arzusuyla yanıp tutuşması gereken insanın secdesi iradesine bırakılmıştır ve irade sahibi iken teslimiyet daha anlamlıdır.

İnsanın insana emanet edilişindeki” sır da sanırım bu teslimiyet anahtarıyla açılıyor.

Bu anahtara sahip olma nasipdarlığını elde eden kul; muhtaçların ihtiyaçlarını giderebilen nihai kudret sahibinin; zatıyla hükmünde ortaksız olmasına rağmen kullarının muhtaçlığını giderirken başka kulları bu işlere vesile kıldığını; bu vesileyi yaratırken birinin ihtiyacını giderdiğini, öbürünü ise sunduğu imkânlarla imtihana tabi tuttuğunu fark edebiliyor.

Bu muhtaçlık ve imtihan silsilesi içinde her imkânın aslında bir imtihan olduğunu atlayıp yaşamı hızın, hazzın, ayartıcı hırslarının ve arzularının izini sürerek “özgürleşmek” olarak görenler; bu vesileler zincirini zihinleriyle gönülleri el ele veremediği için atlıyor belki.

Ama vaktin ihtiyaçlarını bir tarafa bırakıp yaşamın tamamına gönül veren hayrı arayan bakışlar bulabildikleri her fırsatı kendileri için rahmet vesilesi kılma telaşı içinde kıvranıyor. Üstelik yapabildikleri kadar yapamadıklarının da derdiyle mustarip olarak. Bu ıstırap içinde de Rabbin rahmet ve ikazlarını önce kendisine, sonra çevresine ve en nihayetinde de tüm kâinata “annelik makamının şefkat ve merhameti ile” beyan ederek merkeze insan alınmadan hiçbir dini veya beşeri kuralın yaşamda hüküm icra edemeyeceğini “hal diliyle” ikrar ediyor.

Yinelenen ikazlara rağmen, tezkiye edilmediği için asıl sahibini ağırlamaktan aciz olan kimi kalplerin hakikate bir türlü açılamıyor oluşu da sanırım insanlardaki kibir ve güç hırsından kaynaklanıyor.

Haklının değil güçlünün önde olduğu, “güc”ün hakta değil, “hakk”ın güçte olduğu bu anlayış biçiminde “iman” iddiasına rağmen, haklı olanın değil, “güçlü” olanın yanında olmak benimsenerek gerçeğe karşı sahteliğin,doğruluğa karşı riyanın,takvaya karşı hırsın,bilgeliğe karşı cehaletin rağbet gördüğü bir süreçte “akıl tutulması” yaşatabilecek yozlaşmalar başlıyor.

Zira hırsının, hasetliğinin, hadsiz heveslerinin esaretinde Rabbe iman ettiklerini iddia etseler dahi sürekli “ben” diyen ve “benlik” çukurunda boğulan ölü kalpler “biz” derken bile “ne kadar nemalanabilirim” düşüncesi içinde (iman iddialarına rağmen) Allah’a ve O’nun hatırlattıklarına değil, nefislerinin heveslerine ve kendilerini ayartan diğer akıl sahiplerine meylediyor.

İyiyle kötünün, doğruyla yanlışın, güzelle çirkinin, hak ile batılın münazara meydanı olan dünya tam da bu şekilde artık sağdan yanaşan şeytanla kimi gönülleri allak bullak ediyor; hayra meyledebilme nasibini elde eden gönüller ise şerrin kelimeleriyle yeniden baştan çıkarılıyor. Her kuşun kendi cinsiyle uçması misali saflar sürekli yenileniyor; çetin imtihanlar yeni kılıklara bürünmüş halde muhataplarını seçmeye devam ederek bu imtihanlar karşısında “ak ile kara”, “hak ile batıl” ayrışıyor.

Sebepler ve mecburiyetler üzerine bina edilen arzın biricik kuralıdır bu evet ama bu ayrışmada hakikatin bilgisinden nasipsiz olanlar ne denli aydınlıktan uzaksa görebilen gözlerden süzülüp akledebilen kalplere kavuşan nasipli gönüller de o denli nimetlere kavuşuyor.

Öyle ya ateş misali nimetler maşayla tutulmazsa elin yanacağı mutlak; ya maşadan yana nasipli olmak gerekiyor ya da ateşlerden uzak durmak icab ediyor. Ama her ne yaşanırsa yaşansın; gönüllerde beliren korkuyu ve rahmeti, bekleyiş ve umudu, hüznü ve saadeti ayrı sayfalar halinde okudukça işlerine Allah’ı vekil kılanlar O’nunla, O’nun muradıyla zulmetten nura, zilletten izzete doğru zorları kolaylayıp yürümeye devam ediyorlar.

Lafın kısası aynı havayı soluyan, aynı sıkıntıyı yaşayan, aynı sevince ortak olan iki insandan biri dert küpü oluyor böylelikle, diğeri deva küpü. Biri şikâyet üretiyor, öbürü çare. Biri yük oluyor, öbürü yük taşıyor.

İşte “emanet” bilinci tam da burada devreye giriyor.

Hak ile batıl terazisindeki bu “bilinç”; taşıdığımız candan, o can o bedende dolaştığı müddetçe temas ettiğimiz her şeye; yaşadığımız evden oturduğumuz koltuğa; cebimizdeki paradan eşimize, çoluk çocuğumuza; aldığımız nefesten karşılaştığımız insana, yaşadığımız andan sarf ettiğimiz söze kadar sahip olduğumuzu sandığımız; bizim olmayan, bizde durması için bir müddetliğine “sınama amaçlı” teslim edilen ömür, sağlık, evlat, mal, mülk, akıl, idrak, güzellik dâhil herşeyin “bize ait olmadığı” idrakini nasip ediyor.  

 “Ben kazandım” zannettiğimiz malın da, dikkat ettiğimiz için uzadığını sandığımız ömrümüzün de, gayret ettiğimiz için elde ettiğimiz vehmine kapıldığımız başarımızın da “aslında bize ait olmadığı” düşüncesi; hem kendi hiçliğimizi hem de kendimize ait olsun olmasın var olan her bir şeyin hiçliğini idrak etmenin eşiğine varıp oturtuyor bizi aynı zamanda “birbirimize emanet edildiğimizin” de bilinci içinde.

Yok”u fark etmekle yegâne var olanı tanımanın kapısı da aralanıyor böylelikle. Bu kapıdan içeri girip sadece kendimizi kâmilen terbiye etmekle kalmıyor, başka kulları da hal ve ahvalimizle bu güzellik sofrasına davet etmiş oluyor; ısrarla andığım “Müslümanlık insanlığın annelik makamıdır” cümlesinin de altını doldurmuş oluyoruz.

İlahi kelamın “Kerim” sıfatına sığınarak kalbinizle bakın;

İnsanın insana nasıl emanet edildiğini müşahede edecek, Rahman'ın emanete sahip çıkılma üzerinden aff için kapıları nasıl sonuna kadar açtığını iliklerinize kadar hissedeceksiniz.

Bakalım hep birlikte!

Bir günah mı işledin, telafi edip temizlenmek için hemen boyunduruk altında olan birini bul ve onu tutsaklığından kurtar. Buna gücen yetmezse hemen bir yoksul bul ve onu açlıktan kurtar. Buna da gücün yetmezse aç kal. Ya kölelere özgürlük (fekku ragabe), Ya açları doyurma (taâm miskîn), Ya da aç kalma (savm)!

“Ya açları doyur ya da kendin aç kal ki hallerini anla” diyor adeta Allah!

İlahi kelamda günahlara karşı kefaretler hep bu yönde...

Düşünün!

Neden Allah on rekât namaz kıl, yüz gün peş peşe sabah namazına kalk demiyor sizce?

Zekât, sadaka, infak dahi neden hep malı temizleme üzerine! 

Hep ver diyor ayetler;

Yoksullara sahip çık. Açları doyur. Düşkünlere el uzat. Kimsesize ‘kes’ol…

Bence mesaj çok açık;

“Benim emanetime sahip çıkın ki ben de size sahip çıkayım !!!”

Ama bizim toplum olarak asıl sıkıntımız da burada başlıyor ne yazık ki…

Çünkü sunulan nimetler içinde ihtiyacımız dışındaki her şeyden hesaba çekileceğimiz konusunu unutmuş; ağzımıza aldığımız her lokmada, israf ettiğimiz her damla suda, fazladan aldığımız her giyside, beğenmeyip dolaba attığımız her ayakkabıda, günlük çöpe attığımız 7 milyon ton ekmekte fakirin, fukaranın, yetimin, düşkünün hakkı olduğunu “benlik” çukuruna gömmüş; her anı kayıt edilen bu emanet yaşam içinde tüm bunların hesabını verebilecek şuur ve bilinci kaybetmiş durumdayız. Dünyada her gün açıktan ölen on binlerce insanın üzerindeki parmak izlerimizi göremiyoruz.

Zira yaşadığımız çağa rengini veren kapitalist zihin yapısı bize nefsimizi okşayan sloganlar eşliğinde “tüketmeyi ”dayatıyor. Dışımızdaki dünyanın bitmek bilmeyen değişim ve gelişim sancısının uğultusunda serbest piyasa ideolojisi doğrultusunda sürekli “tüketmeye” teşvik ediliyoruz. Çünkü kapital dininin yaşaması için gerekli olan ve adeta atomize edilmiş tüketiciler hükmündeki bizler tüketeceğiz ki, onlar semirsin.

Bu tüketme arzusu içinde de sahiplik arzumuz “sorumluluk ihmâline” dönüşsün. Her şey bizim olsun derken biz kendimizden bir başkası olup çıkalım. Dışımızdaki gürültüden içimizdeki sese sağırlaşalım. Hakikati haykıran vicdanın sesine sağırlaştıkça da nefsimiz bize imam olsun. Hevâ ve hevesimiz, dünya sevgimiz, ölüm korkumuz, kendimizden kopuşumuz, gelecek algımız, savrukluğumuz, dengesizliğimiz, şuursuzluğumuz, ilimsizliğimiz, amelsizliğimiz, ihlâssızlığımızla kalbimizden başlayarak, bizi insan kılan her neyimiz varsa teker teker yok etmeye başlayalım.   Buharlaşan her değerimizle beraber, irfânımız, izânımız, insâfımız yara alsın; iyiliğimiz, güzelliğimiz, kardeşliğimiz can çekişsin; adâletimiz, insanlığımız, iddiamız ölsün ama görmeyelim. Perde inen gözlerimizle kendimizi değil sadece, mâzimizi, istikbâlimizi, son bir umutla bize dikilen mazlum gözleri, bizim kim olduğumuzu hatırlamamız niyâzı ile göğe açılan elleri, hâlinden muzdarip, olması gerekenden habersiz ruhları yok edelim ama farkında bile olmayalım.

Alın başınızı ne olur ellerinizin arasına.

Tüm bu saydıklarım olmadı mı?

Asıl gayesi niteliksiz bir eğitimden geçmiş, düşünmesi ve aklını kullanma şansı elinden alınmış, özgüvensiz, sadece tüketici olarak ihtiyaç duydukları, ürettiği hiçbir şeyle tanınmayan, saygı duyulmayan bir kültür oluşturmaya çalışan kapital dinine her birimiz iman etmedik mi?

Evet, kul dilediğinde Rabbi de diliyor. Hayrın vesilelerinden olmak kadar şerrin vesilelerinden olmak da kulun iradesince cereyan ediyor. Bizler hayrı ve güzelliği talep ettiğimiz sürece bu yöndeki işlerde kullanılıyoruz ki istifade etmek isteyen kullarına ziyadesiyle veriyor.

Öyleyse “emanet” bilinci içinde “bal yapan arılardan biri mi olacağız yoksa peteğin yolunu bile bilmeyen yaban arılarından biri mi?”

Asıl mesele bu sanırım.

Zira bugün amel var hesap yok!

Yarın hesap var amel yok.

Müebbet Muhabbetle…

Muhammed Rıdvan SADIKOĞLU

DİĞER YAZILARI Laiklik 01-01-1970 03:00 Farkındayım, farkındasınız, farkındalar! 01-01-1970 03:00 Ezan Okunan Her Yer Vatandır 01-01-1970 03:00 Kokusuz ve Dikensiz Güller 01-01-1970 03:00 Teknolojik Esaretimiz 01-01-1970 03:00 Kalbimiz Başka Söylüyor Aklimiz Başka 01-01-1970 03:00 Dava Kendini Doğurma Davası 01-01-1970 03:00 Tutunduğumuz Dal Kurumuş Değil 01-01-1970 03:00 Peki ya ahlâki deprem? 01-01-1970 03:00 Haz ve Hız Çağı 01-01-1970 03:00 DİN(İ)DAR 01-01-1970 03:00 Çağın Mottosu 01-01-1970 03:00 Kalemler Emanettir 01-01-1970 03:00 Hayattan Sonrasının Adını Koymak 01-01-1970 03:00 Toplum Mühendisliği 01-01-1970 03:00 Kendini Tutabilmek 01-01-1970 03:00 Kalp İşçiliği 01-01-1970 03:00 Madımak sizin neyiniz olur? 01-01-1970 03:00 Sevdiğine benzeyeceksin! 01-01-1970 03:00 Ölsek yüzümüz yok! 01-01-1970 03:00 Gelin Bayram Olalım 01-01-1970 03:00 Oruç Bizi Tutsun 01-01-1970 03:00 Kendimize Tutunmak 01-01-1970 03:00 İçimizden Hesap Sormak 01-01-1970 03:00 Allah Sanal Alemin de Rabbidir! 01-01-1970 03:00 Aidiyet 01-01-1970 03:00 Anlamin Kiyameti 01-01-1970 03:00 Bizi Gözümüzden Vurdular 01-01-1970 03:00 Sen Rabbin Nefesisin 01-01-1970 03:00 Eğitim ve öğretimi sayısal verilerle okumak yaptığımız en büyük yanlışlardan biri! 01-01-1970 03:00 Laiklik 01-01-1970 03:00 Tarla nemli olmadan tohum yeşermez! 01-01-1970 03:00 Düz Mantık 01-01-1970 03:00 Ortak Akıl Zorunluluğu Yer Bedir kuyuları. Bundan 1500 küsur yıl öncesi 01-01-1970 03:00 Kavurma Şenliği 01-01-1970 03:00 Kripto İlişkiler 01-01-1970 03:00 Varlık İmtihanını Kaybettik! 01-01-1970 03:00 Hepimiz “İnsanız” Oysa 01-01-1970 03:00 Çirkinden Söz Ederek Güzelleşemezsiniz 01-01-1970 03:00 Hüznümüzün Başkenti 01-01-1970 03:00 Gösteri Çağı 01-01-1970 03:00 Orucu “Ne” Oruç Kılar? 01-01-1970 03:00 Sabahın Sahibi Var! 01-01-1970 03:00 Bugüne Kadar “Ne” Yazabildiniz! 01-01-1970 03:00 Kendinize Uğramadan Gitmeyin Bu Dünyadan 01-01-1970 03:00 Bizim Hikâyemiz 01-01-1970 03:00 Derdinden Kaçanın Dermanı Olur mu? 01-01-1970 03:00 Kişisel Vitrinlerimiz 01-01-1970 03:00 Sağıra Sözünü Köre Yüzünü Süsleme Yorulursun! 01-01-1970 03:00 Evet, Bu Kadar Basit! 01-01-1970 03:00 Değerler Matematiği 01-01-1970 03:00 Teknolojik Esaretimiz 01-01-1970 03:00 Açlığı Doyurmak 01-01-1970 03:00 Kendine Borçlu Kalmak 01-01-1970 03:00 ‘Faili Meçhul’ Kötülükler 01-01-1970 03:00 Sağlık Emekçilerimize Minnetle 01-01-1970 03:00 Korona külfet mi nimet mi! 01-01-1970 03:00 İkinci Nuh Tufanı 01-01-1970 03:00 Süreci Doğru Okumak 01-01-1970 03:00 Anlayabilseydiniz Ağlardınız! 01-01-1970 03:00 Ne Olacak Bu Memleketin Hali? 01-01-1970 03:00 Yürek Ülkemizi “İnşa” Zamanı 01-01-1970 03:00 Erciş; Umudumun Yeniden Yeşerdiği Coğrafya 01-01-1970 03:00 Kurtalan’a selam olsun! 01-01-1970 03:00 Toplum kaybedenlerle dolu ama.... 01-01-1970 03:00 Denklem Çok Basit Ama… 01-01-1970 03:00 “Ümmi” Peygamber’in Ümmeti 01-01-1970 03:00 Eğitimde “Ortak Akıl” Zorunluluğu 01-01-1970 03:00 Eğitime olan inanç “azalıyor” 01-01-1970 03:00 Asıl deprem okullarımızda! 01-01-1970 03:00 Sünger 01-01-1970 03:00 Merhamet acımak değil, “acıtmamaktır! 01-01-1970 03:00 Hz. İnsan 01-01-1970 03:00 Nostalji Kırılması 01-01-1970 03:00 Ah şu sevgisizliğimiz 01-01-1970 03:00 Liyakat mi sadakat mi? 01-01-1970 03:00 Söylem değil eylem! 01-01-1970 03:00 Kavurma Şenliği 01-01-1970 03:00 Nefs’in değil nefesin! 01-01-1970 03:00 Doğru okuyamadık! 01-01-1970 03:00 Yürek Ülkesi 01-01-1970 03:00 Öteki 01-01-1970 03:00 Ömrümün Besmelesi 01-01-1970 03:00 Hirasına Hapsedilen Muhammedi Sevda 01-01-1970 03:00 Takdirlik karneler mi karakterler mi? 01-01-1970 03:00 Külfetsiz Nimet Olmaz 01-01-1970 03:00 Elenen öğrenci değil sistemin kendisidir! 01-01-1970 03:00 Her imkân imtihandır! 01-01-1970 03:00 “Her şey çok güzel olacak” mı? 01-01-1970 03:00 Ruhun Secde Makamı 01-01-1970 03:00 Çağın Şifreleri 01-01-1970 03:00 “Adem”Likten “Adam”Lığa… 01-01-1970 03:00 Yeryüzünün hakkını vermeden gökyüzüne el açmak! 01-01-1970 03:00 Kalbimizin terazisi bozuldu! 01-01-1970 03:00 Abdestsiz gönüllerimizle ancak bu kadar! 01-01-1970 03:00 “O” Bile “Bilmiyorum” Demişti 01-01-1970 03:00 Güven adası olabilmek! 01-01-1970 03:00 Hakikat Kimin Zimmetinde… 01-01-1970 03:00 İnsan nasıl yaşamalı? 01-01-1970 03:00 “Öz” Ünüz Ne Kadar “Gür”Se, O Kadar “Özgür” Sünüz 01-01-1970 03:00 Köksüz ağaç meyve vermez! 01-01-1970 03:00 Gençlerin "Sessiz" Çığlığı 01-01-1970 03:00 "Eğitim" mi "öğütüm" mü? 01-01-1970 03:00