Kokusuz ve Dikensiz Güller

Muhammed Rıdvan SADIKOĞLU

29-09-2023 17:37

 

Yaşanmışlıkları, adanmışlıkları ve sanırım en çok da aldanmışlıkları nedeniyle yaşamın kıyısında ve hayatın sadece “ucundan” tutarak yaşıyor artık çağımız insanı. Açılmaktan, derinlere inmekten, sadakatini sunmaktan, vefadan nasiplenmekten ve her şeyden önemlisi de “gönlünde yer vermekten” ödü patlıyor artık.

Zira öyle bir çağ ki hissetmeye, akletmeye, fikretmeye, şükretmeye, söylemeye, dinlemeye , durmaya, durulmaya, görmeye, kavramaya, duymaya, dinlenmeye , olmaya, oldurmaya, olgunlaşmaya vaktimiz yok hiçbirimizin.

Her yaşanan ve şahit olunan olayla ruhu katledilen “samimiyet” kelimesinin sadece dilden dile dolaştığı, ilgilerin yapay ve sahici olmaktan uzak hale geldiği; zilletin tevazu, sünepeliğin ise tevekkül etiketi ile pazarlandığı, hemen herkesin hemen her şeyden şikâyetçi olduğu ama bu şikâyet furyasına rağmen kimsenin hiçbir şey yapmak için çaba göstermediği, her şeyin matematiksel bir algı içinde rakamlara esir edildiği ve eskilerin “kanaat” olarak adlandırdıkları kavramın yerinde yeller estiği puslu bir çağın göğsünden süt emmeye başladık hepimiz.

Hiçbir yerde, hiçbir meselede, hiçbir soruda konaklamıyoruz mesela artık.

Gelip geçecek şeylerin peşinde olduğumuz için kök salmıyor, toprakla ünsiyet kurmuyor, bir yere ait olmamak için didinip duruyoruz. Esen her rüzgâr, kopacak her fırtına, başımıza gelebilecek muhtemel bir musibet adına oradan oraya sürüklenmemek için elle tutulur gözle görülür bir tedbirimiz de yok.

Ne kendimizi tanımaya ne başkalarını tanımaya niyetimiz var. Hep istediğimizi alacak kadar temastayız, irtibatlıyız insanlarla. İşimiz bitince muhatabımızın kim olduğunu anımsamıyoruz bile. Ne kimsenin içimize taşınmasına izin veriyor, ne de biz kimsenin gönlüne sadakatle, samimiyetle girmeye teşebbüs ediyoruz. Yani hiçbir yerin yerlisi olamadığımız gibi, hiçbir insanın yakını, dostu, yâri, yareni de olamıyoruz. Çünkü yakınlıklarımız beklentiler üzerine kurulu, bizim sunduğumuz şartlara bağlı ve bu yüzden de bağlantılarımız güçsüz ve geçici. Samimiyetsiz, içsiz, içeriksiz ilgileniyoruz bizi ayakta tutacak her şeyle, her meseleyle, her soru ve sorunla.

Bu nedenle olsa gerek ki; eleştirmekten ve şikâyetçi olmaktan vazgeçip hayatımızda bir şeyleri iyiye doğru değiştirebilecek şeylere bir türlü teslim edemiyoruz kendimizi; dünden razıyız sanki bu dünya değirmeninde öğütülüp gitmeye, çözülüp dağılmaya, kapılıp sürüklenmeye.

Ama önümüzdeki bu görüntüye rağmen mezarlığa uğramamış, ölüm ve ayrılık acısını iliklerine kadar yaşamamış; otogar, havaalanı, garlardaki ayrılık ve buluşmalara tanıklık etmemiş; dua kanallarının ardına kadar açıldığı, acziyetin doruklara çıktığı ameliyathanelerin, yoğun bakım kapılarının önündeki çaresiz bekleyişi görmemiş; açlık çekmemiş, yoklukla buluşmamış, ihanet nedir yaşamamış; yarı yolda bırakılmamış; yani lafın kısası “acıyı tatmamış”ve hayatın “anlam haritası”nda sadece birkaç kelime ezberlemeyi başarmış insanlar, bugün Google’dan aşırdıkları malumat kırıntıları ile bilgelik peşindeler veya popüler kitaplardan hayatın anlamını arıyor, kendilerince buluyor ve bu bulduklarını parlatarak zihnimizden aşağı boca ediyorlar.

İnsanı, ulaştığı her tatminle yeni bir arzunun tohumunu yeşerten nefsiyle yaratan ve nefsin , ebediyen doyurulamaz arzusunun sonu olmadığını belirten kelamın, kalemin ve ilhamın sahibi insanın yaşadığı çağı şahit kılıp bizatihi üzerine yemin edip, “insan ziyandadır” dese de; tarih kitapları cahiliye döneminde insanların hamurdan putlar yapıp taptıklarını, acıktıklarında da bu putları yediklerini yazar.

Bence bugün yaşadığımız şey tam da anlatılan bu tarihin makus tekerrürü, zira biz de sahte ilişkilerden, hamasi sözlerden, değersizleştirilen değerlerden, gösterişli yalanlardan ve küçük menfaatlerden putlar yapıyor, en ufak açlık hissinde bunları yiyoruz.

Amellerin görüntülerle süslendiği, riyâ, kibir ve inkârın her tarafı kapladığı; özlerin efsunlu sözcüklerle kirletildiği, zamanın bereketsizleştiği, bilgiden çok bilginin şehvetinin arandığı bir zaman diliminde ruhlarımız bu yüzden avuçlarımızda bir hüzün yumağı gibi.

Peki, neden bu haldeyiz ve anlam haritalarımızı neden ısrarla bizzat kendimiz yok ediyoruz?

Bence kederlerden arıtılmış bir dünyanın hayali içinde öteler için yaratılan cennetin rahatını burda “peşin” olarak aradığımız için.

Bu yüzden olsa gerek ki, 'alîm' olanın açlık ve meşakkatin içine sakladığı ilmi, tokluk ve rahatın koynunda, 'muîz' olanın tâat ve ibadetin içine sakladığı izzeti, makam ve mevkide; 'ganî' olanın, kanaatin içine sarıp sarmaladığı zenginliği, mal yığıp biriktirmekte arıyoruz!

Hayatın getirdiklerini yaşamak yerine, kendine yaşayacak bir hayat kurgulama arzusu içindeki insanın kendisini üzecek, kıracak, ağlatacak, acıtacak şeylerden kaçmasının altında da bence bu sebep yatıyor.

Evet, yazının başından beri anlattığım kelimeler dizisinden de anlaşılacağı üzere hiçbir bedel ödemeden, sadece ödenecek bedelin tellalığını yapan günümüz insanı “gül” olmak istiyor.

Ama herkesin işaret edeceği, bakıp hayran kalacağı, dönüp bir daha bakacağı, gittiği her yerde anlatacağı, güzelliğinin dilden dile dolaşacağı bir gül.

Üstelik bu gül dikensiz ve ne garip ki “kokusuz”.

Dikensiz; çünkü insanımız gülü yaratan kudretin o güzelliğe ulaşmak için dikene razı olmamız gerektiği dersini okuyamamış.

Kokusuz çünkü kokunun gülün acıyarak, kanayarak ödediği bir bedel olduğunu marifet gözüyle okuyamıyor.

"Tez kızaran güllerden kendini sakın" derdi ceddimiz.

"Çünkü çabuk açan gülün kokusu olmaz; kokuyu veren zaman ve acıdır" diye de eklerlerdi.

Kendini sadece eğlenme kodlayıp  tüketmeye odaklanmış, herkesin ganimet derdine düştüğü bir  dünyada; hayata bu gözle bakma yetisini yitiren insan, yaşamsal süreçteki anlam derinliğini kavrayabilir; kalbinin acıdıkça güzelleşeceğini; ruhunun acıdıkça derinleşeceğini, bedenin acıdıkça güçleneceğini fark edebilir mi?

Peki ya kalbini ve zihnini sadece “sahip olmaya” odaklamış; her bir şeyini ‘görünür’ kılma çabası içinde, elindeki sabır tesbihini kaldırıp atan günümüz insanı; insanlığın tekamül yolculuğunda Hz Adem (as)’in şeytanla, Hz Musa (as)’nın kendi evinden kovulmakla, Hz Hacer’in yalnızlıkla, Hz Yunus (as)’un bir balığın karnında kalmakla, Hz Asiye’nin Firavunla, Hz Yusuf (as)’un kardeşleriyle, Hz İbrahim (as)’in oğluyla, Hz Lut (as)’un sapıklarla, Hz Nuh (as)’un onunla alay edenlerle, Alemlere rahmet olanın ise sevdiklerinin firakı ile başlayan; toplumsal vicdanda kazanan ve insanlık tarihine yön veren bu güzidelerin olgunlaşma sürecinin içinde sözünü ettiğim güzelleşmenin, derinliğin ve güçlenmenin kodlarını görebilir; onların çektiği acıların, döktüğü gözyaşlarının, katlandıkları eziyetlerin meyvesi olan İslam’ın kokusunu bugün alabilir mi?

 

DİĞER YAZILARI Laiklik 01-01-1970 03:00 Farkındayım, farkındasınız, farkındalar! 01-01-1970 03:00 Ezan Okunan Her Yer Vatandır 01-01-1970 03:00 Teknolojik Esaretimiz 01-01-1970 03:00 Kalbimiz Başka Söylüyor Aklimiz Başka 01-01-1970 03:00 Dava Kendini Doğurma Davası 01-01-1970 03:00 Tutunduğumuz Dal Kurumuş Değil 01-01-1970 03:00 Peki ya ahlâki deprem? 01-01-1970 03:00 Haz ve Hız Çağı 01-01-1970 03:00 DİN(İ)DAR 01-01-1970 03:00 Çağın Mottosu 01-01-1970 03:00 Kalemler Emanettir 01-01-1970 03:00 Hayattan Sonrasının Adını Koymak 01-01-1970 03:00 Toplum Mühendisliği 01-01-1970 03:00 Kendini Tutabilmek 01-01-1970 03:00 Kalp İşçiliği 01-01-1970 03:00 Madımak sizin neyiniz olur? 01-01-1970 03:00 Sevdiğine benzeyeceksin! 01-01-1970 03:00 Ölsek yüzümüz yok! 01-01-1970 03:00 Gelin Bayram Olalım 01-01-1970 03:00 Oruç Bizi Tutsun 01-01-1970 03:00 Kendimize Tutunmak 01-01-1970 03:00 İçimizden Hesap Sormak 01-01-1970 03:00 Allah Sanal Alemin de Rabbidir! 01-01-1970 03:00 Aidiyet 01-01-1970 03:00 Anlamin Kiyameti 01-01-1970 03:00 Bizi Gözümüzden Vurdular 01-01-1970 03:00 Sen Rabbin Nefesisin 01-01-1970 03:00 Eğitim ve öğretimi sayısal verilerle okumak yaptığımız en büyük yanlışlardan biri! 01-01-1970 03:00 Laiklik 01-01-1970 03:00 Tarla nemli olmadan tohum yeşermez! 01-01-1970 03:00 Düz Mantık 01-01-1970 03:00 Ortak Akıl Zorunluluğu Yer Bedir kuyuları. Bundan 1500 küsur yıl öncesi 01-01-1970 03:00 Kavurma Şenliği 01-01-1970 03:00 Kripto İlişkiler 01-01-1970 03:00 Varlık İmtihanını Kaybettik! 01-01-1970 03:00 Hepimiz “İnsanız” Oysa 01-01-1970 03:00 Çirkinden Söz Ederek Güzelleşemezsiniz 01-01-1970 03:00 Hüznümüzün Başkenti 01-01-1970 03:00 Gösteri Çağı 01-01-1970 03:00 Orucu “Ne” Oruç Kılar? 01-01-1970 03:00 Sabahın Sahibi Var! 01-01-1970 03:00 Bugüne Kadar “Ne” Yazabildiniz! 01-01-1970 03:00 Kendinize Uğramadan Gitmeyin Bu Dünyadan 01-01-1970 03:00 Bizim Hikâyemiz 01-01-1970 03:00 Derdinden Kaçanın Dermanı Olur mu? 01-01-1970 03:00 Kişisel Vitrinlerimiz 01-01-1970 03:00 Sağıra Sözünü Köre Yüzünü Süsleme Yorulursun! 01-01-1970 03:00 Evet, Bu Kadar Basit! 01-01-1970 03:00 Değerler Matematiği 01-01-1970 03:00 Teknolojik Esaretimiz 01-01-1970 03:00 Açlığı Doyurmak 01-01-1970 03:00 Kendine Borçlu Kalmak 01-01-1970 03:00 ‘Faili Meçhul’ Kötülükler 01-01-1970 03:00 Sağlık Emekçilerimize Minnetle 01-01-1970 03:00 Korona külfet mi nimet mi! 01-01-1970 03:00 İkinci Nuh Tufanı 01-01-1970 03:00 Süreci Doğru Okumak 01-01-1970 03:00 Anlayabilseydiniz Ağlardınız! 01-01-1970 03:00 Ne Olacak Bu Memleketin Hali? 01-01-1970 03:00 Yürek Ülkemizi “İnşa” Zamanı 01-01-1970 03:00 Erciş; Umudumun Yeniden Yeşerdiği Coğrafya 01-01-1970 03:00 Kurtalan’a selam olsun! 01-01-1970 03:00 Toplum kaybedenlerle dolu ama.... 01-01-1970 03:00 Denklem Çok Basit Ama… 01-01-1970 03:00 “Ümmi” Peygamber’in Ümmeti 01-01-1970 03:00 Eğitimde “Ortak Akıl” Zorunluluğu 01-01-1970 03:00 Eğitime olan inanç “azalıyor” 01-01-1970 03:00 Asıl deprem okullarımızda! 01-01-1970 03:00 Sünger 01-01-1970 03:00 Merhamet acımak değil, “acıtmamaktır! 01-01-1970 03:00 Hz. İnsan 01-01-1970 03:00 Nostalji Kırılması 01-01-1970 03:00 Ah şu sevgisizliğimiz 01-01-1970 03:00 Liyakat mi sadakat mi? 01-01-1970 03:00 Söylem değil eylem! 01-01-1970 03:00 Kavurma Şenliği 01-01-1970 03:00 Nefs’in değil nefesin! 01-01-1970 03:00 Doğru okuyamadık! 01-01-1970 03:00 Yürek Ülkesi 01-01-1970 03:00 Öteki 01-01-1970 03:00 Ömrümün Besmelesi 01-01-1970 03:00 Hirasına Hapsedilen Muhammedi Sevda 01-01-1970 03:00 Takdirlik karneler mi karakterler mi? 01-01-1970 03:00 Külfetsiz Nimet Olmaz 01-01-1970 03:00 Elenen öğrenci değil sistemin kendisidir! 01-01-1970 03:00 Her imkân imtihandır! 01-01-1970 03:00 “Her şey çok güzel olacak” mı? 01-01-1970 03:00 Ruhun Secde Makamı 01-01-1970 03:00 Çağın Şifreleri 01-01-1970 03:00 “Adem”Likten “Adam”Lığa… 01-01-1970 03:00 İnsan insana emanettir! 01-01-1970 03:00 Yeryüzünün hakkını vermeden gökyüzüne el açmak! 01-01-1970 03:00 Kalbimizin terazisi bozuldu! 01-01-1970 03:00 Abdestsiz gönüllerimizle ancak bu kadar! 01-01-1970 03:00 “O” Bile “Bilmiyorum” Demişti 01-01-1970 03:00 Güven adası olabilmek! 01-01-1970 03:00 Hakikat Kimin Zimmetinde… 01-01-1970 03:00 İnsan nasıl yaşamalı? 01-01-1970 03:00 “Öz” Ünüz Ne Kadar “Gür”Se, O Kadar “Özgür” Sünüz 01-01-1970 03:00 Köksüz ağaç meyve vermez! 01-01-1970 03:00 Gençlerin "Sessiz" Çığlığı 01-01-1970 03:00 "Eğitim" mi "öğütüm" mü? 01-01-1970 03:00