“O” Bile “Bilmiyorum” Demişti

Muhammed Rıdvan SADIKOĞLU

21-03-2019 16:14

Meşhur Wimbledon’un ilk siyahi Şampiyonu Arthur Ashe kan naklinden kaptığı AIDS’den ölüm döşeğindeydi. Hayranlarından biri sordu;

“Tanrı böylesine kötü bir hastalık için neden seni seçti?”

Arthur Ashe cevap verdi;

“Tüm dünyada 50 milyon çocuk tenis oynamaya başlar, 5 milyonu tenis oynamayı öğrenir, 500 bini profesyonel tenisçi olur, 50 bini yarışmalara girer, 5 bini büyük turnuvalara erişir, 50′si Wimbledon’a kadar gelir, 4′ü yarı finale, 2′si finale kalır. Elimde şampiyonluk kupasını tuttuğum zaman Tanrı’ya ‘Neden ben?’ diye hiç sormadım. Şimdi sancı çekerken, Tanrı’ya nasıl ‘Neden ben?’ derim?”

Bu yaşanmışlığı her okuduğumda yaşamanın “biliyorum” zannının konforundan hiçbir şey bilmediğimi fark etmenin ızdırabına doğru hızla yürümek gibi bir şey olduğunu farkediyorum. Zira yanıla yanıla, acıya acıya hatta çoğu kez kanaya kanaya öğreniyor insan bildiğinin yanıldığına bile yetmediğini. Yetemediğini, yetemeyeceğini görünce de bilmeyle yarışmaktan vazgeçiyor; bu kez bilmediklerinin bildiklerinden çok daha fazla olduğunu bilmeye başlıyor. Dün kurduğu kesin cümlelerin yerini artık ‘belki’li, ‘sanırım’lı, ‘acaba’lı cümleler alıyor. Eskiden en büyük meselelerde dahi kat’i kanaat sahibiyken, şimdi en alelade mevzuda dahi bilgisine itimat edemiyor hale geliyor.

Öyle ya Hira Mağarası'ndaki ilk İlahi buluşmada Oku emrine muhatap olduğunda “Bilmiyorum” demişti o "Âlemlere rahmet" olan. Bu, aslında Rahman'ın bir öksüz ve yetimin tertemiz vicdanından dünyaya son kez haykırışı olan son nübüvet halkasının ilk beyanı idi ; "BİLMİYORUM"

Âlemlere rahmet olarak müjdelenen O bile “bilmiyorum” ile başladıysa bu İlahi buluşmaya, iki kelam okuyup “biliyorum” iddiasına bürünen, az buçuk görüp çok buçuk hükümler veren; birkaç satır okuyup ciltler dolusu konuşan; yüzde bire ulaşmadan yüzde yüzü infaz eden ahvalimize ne demek lazım; ben de bunu bilmiyorum.

Zira yarım bakışlardan sağlam görüşler çıkmayacağını, eksik bilgilerden doğrulara ulaşamayacağımızı, zanlarla hakikate ulaşma fırsatının kaybolacağını, tanımlamaların gözlemler çoğaldıkça sağlıklı hale geleceğini, aksi halde yarım doktorun candan etmesi misali eksik gözlemlerin bakışı da köreltip insanı dipsiz bir kuyu olan zanna düşüreceğini atlıyoruz.

Neyi, ne için, nasıl yapacağını bilmeyenler, hele de nefislerinin arzularına köle oldukları için akıllarını kendi çıkarlarına kaptıranlar hikmeti nerede arayacakları hususunda nasiplerini teperler ve en nihayetinde de Ebu Cehilleşirler ya; kim bilir belki de bu yüzden günümüz insanı ısrarla dış dünyaya yöneldiği için kendi iç âlemine bir türlü taşınamıyor.

Konu bilmek olunca aklıma gönül yaramız “gençler” geldi yine. “Anlama ve kavrama yeteneğini” okullarda, medyada, dernek, sendika ve muhtelif oluşumlarda yok ettiğimiz ve beynini sabit düşünceye programladığımız gençlerimiz!

Bu halde yetişen bireye hangi kitabı okutursanız okutun, ne anlatırsanız anlatın; O, her okuduğundan, her duyduğundan karşılaştığı farklı düşünceleri hazmedemeyecek ve karalayarak yok etmeye çalışacak ve yine her okuduğundan, duyduğundan kendi haklılığını çıkaracak ki çıkarıyor da maalesef. Hep haklı olanla da Hakk’ı düştüğü yerden kaldırmak imkânsız hale geliyor böylelikle.

Bugünkü asıl karın ağrımız bu değil mi sizce?

Ailede başlaması gereken değerler eğitimini başka kurumlardan beklediğimiz için, bir ağacın köklerinin toprakla bağlarının kesilmesinin o ağacı kütükleştireceğini; insanın değerlerden koparılmasının onu mahluklaştıracağını,  toplumların değerlerden koparılmasının ise o toplumları yığın veya kitle haline getireceğini unutmuş durumdayız maalesef…

Sadece bunları mı unuttuk sizce? Bence hayır!

Allah'ın varlığını ispat etme gafletinden O'nun en muhteşem ayeti ve "emaneti" olan insana sahip çıkmayı unuttuk. Ona buna laf yetiştirmekten kendimizi yetiştirmeyi; haklı çıkma gayretinden Hakk'ı yerden kaldırmayı; vücutlarımıza aldırdığımız abdestin riyasından ruhlarımıza güsul aldırmayı; anlatmanın hezeyanı içinde anlamanın dilini; nefislerimizi tıka basa doyurmaktan ruhlarımızı doyurmayı unuttuk ve biz birbirimize tutunmayı unutunca da tutunduğumuz her şey elimizde kaldı.

Beşikten mezara kadar süren değerler eğitimimizi terk etmemiz; önce insanımızı sonra da toplumumuzu değersizleştirdi. Ninnilerle, masallarla başlayan ve kahramanlık destanlarıyla şahlanan değerler eğitimimizi yitirdik. Yitirdiğimiz her değer bizleri hem yozlaştırdı hem de çaresizleştirdi. Kaybettiğimiz değerlerin yerine yenisini ya koyamadık ya da onun yerine ikame edilmeye çalışılan yeni değerler bizleri mutlu etmedi. Neticede haddinden başka her şeyi bilen ama birçok konuda şikâyet eden ve bu şikâyetler zincirine rağmen çözüm üretemeyen bir toplum haline geldik.

Bugün ise bir rüyanın ortasından seyrediyoruz hayatı. Derdimiz, kavgamız, acımız, mutluluğumuz, endişemiz, ihtirasımız, malımız evladımız hepsi bir rüyadan ibaret, bilmiyoruz. Rüyasında ölenler uyanınca devam ederler yaşamaya, anlamıyoruz. 'İnsanlar rüyadadır ölünce uyanır' buyurmuş âlemlere rahmet olan, dinlemiyoruz. Büyük Sahra çölündeki bir kum tanesinden bir milyar kat daha küçük bir dünyada yaşayan sekiz milyar insandan sadece biriyiz, göremiyoruz.  Gönlümüze neyin hükmettiği, ülkemizde kimin iktidar olacağı kadar meşgul etmiyor bizi.

Bakın çevrenize "İyiyi, doğruyu ve güzel"i bulmak için okuyan, konuşan, yazan kaç kişi tanıyorsunuz? Bütün derdimiz kendimizin bile inanmadığı inanç ve düşüncelerimizi pazarlamaya çalışmak, üstün gelmek, yenmek ve morartmak! Her konuya müsabaka mantığıyla bakıyoruz. Karşımızdakileri bir şey öğrenmek için değil sadece nasıl karşılık verebilirim diye dinliyoruz. Bu hastalık öyle korkunç bir boyutta ki bir “idrak yolları enfeksiyonu” toplumun hemen her ferdine bulaşmış durumda. 

Pek çok insan, gözünün görmediği sadece anlatılanlarla kulağının şahitlik yaptığı, hatta bunu sorgulama ihtiyacı dahi hissetmediği taklidi bir iman ile yarın adına beklenti içine girdiği cenneti inşa etmek adına gözünün gördüğü şu dünyayı ahiret sermayesinin yeryüzü olduğu gerçeğini unutarak başkalarına cehennem ediyor.

Sanırım bu nedenle olsa gerek sahip olduklarımız artık bizi gökyüzüne değil toprağın altına, kabre, kabir misali bir körlüğe çekiyor. Çünkü sahip olduğumuzu düşündüğümüz şeylere köle oluyor; deniz suyu misali içtikçe içiyoruz. Bir türlü doyamadığımız için de kana kana içtiğimiz deniz suyu aklımızı, gözümüzü ve yazık ki kalbimizi öldürüyor.

Kölelerin, düşkünlerin, yoksulların, ezilmişlerin, yetimlerin, kimsesizlerin kısacası "alttakilerin" sesi olarak ortaya çıkmış; onların umudu olarak şaha kalkmış; bu şahlanma ile dünyaya hükmetmiş; güzel ahlak ve kardeşlik kavramlarını iliklerine kadar yaşamış ve bu yaşanmışlıkla bu dünyadaki cenneti inşa etmiş bir dinin mensubu olduğunu iddia edenlerin; bugünkü hal ve ahvale sükûnetini; zulme, haksızlığa, yoksulluğa, ezilmişliğe dil, din, ırk, renk yüklemeksizin kıyamsızlığını başka türlü açıklayabilir miyiz sizce?

Peki, çözümümüz ne?

Bence yol haritası net. İşlenen ilk günahın kibir ve haddini bilmemek olduğunun farkındalığıyla yaratılmış ile aranızı düzeltmeden Yaradan ile yakin olamayacağımızı; yaratılmışa merhamet etmeden Yaradan’dan merhamet göremeyeceğimizi; yaratılmışı sahiplenmeden Yaradan’ın sahiplenmesini bekleyemeyeceğimizi idrak etmek zorundayız.

Cennet olmasa dahi, elinden iyilerden olmaktan ve iyilik yapmaktan başka bir şey gelmeyecek; cehennem olmasa dahi kötülük etmeye ve kötülerden olmaya kabiliyeti olmayacak; ne sevabı cennet arzusuyla işleyecek, ne günahtan cehennem korkusuyla kaçacak; cennet ve cehennemin Rabbine duyduğu sevgi ve o sevgiyi kaybetme korkusu ile istese de günah işleyemeyecek, istemese de her halini ibadet zevkine bürüyecek bir gönül inşa etmek zorundayız.

Bu dünyada yaratılmışlara nasıl muamele ediyorsa yarın Hakk'ın divanında kendisine öyle muamele edileceğinin farkında; fakat yarın bana iyi muamele etsinler tüccarlığı ile değil; güzelin yarattığına çirkin muamele edilmez safiyeti ile güzel ahlakı kendisine mülk eyleyen gönüller inşa ettiğimizde kim bilir belki o zaman bize dedelerimizden kalan bir avuç toprağı çok görenlerin bile kalp topraklarını dedelerimiz gibi adaletle, muhabbetle yeşertiriz.

Davalısı olduğu tüm meselelerden beraat etmek adına davacı olduğu tüm meselelerden el çekip yaşamından geçen, yaşamından çalan, yaralarında parmak izi olanları dahi Allah’ın merhametine ne denli muhtaç olduğunun idraki ve O’nun merhametine delil olabileceği düşüncesiyle, affetmenin azizliğine sığınarak insan-ı kâmil mertebesine ulaşanlara selam olsun.

Müebbet Muhabbetle…

Muhammed Rıdvan SADIKOĞLU

DİĞER YAZILARI Laiklik 01-01-1970 03:00 Farkındayım, farkındasınız, farkındalar! 01-01-1970 03:00 Ezan Okunan Her Yer Vatandır 01-01-1970 03:00 Kokusuz ve Dikensiz Güller 01-01-1970 03:00 Teknolojik Esaretimiz 01-01-1970 03:00 Kalbimiz Başka Söylüyor Aklimiz Başka 01-01-1970 03:00 Dava Kendini Doğurma Davası 01-01-1970 03:00 Tutunduğumuz Dal Kurumuş Değil 01-01-1970 03:00 Peki ya ahlâki deprem? 01-01-1970 03:00 Haz ve Hız Çağı 01-01-1970 03:00 DİN(İ)DAR 01-01-1970 03:00 Çağın Mottosu 01-01-1970 03:00 Kalemler Emanettir 01-01-1970 03:00 Hayattan Sonrasının Adını Koymak 01-01-1970 03:00 Toplum Mühendisliği 01-01-1970 03:00 Kendini Tutabilmek 01-01-1970 03:00 Kalp İşçiliği 01-01-1970 03:00 Madımak sizin neyiniz olur? 01-01-1970 03:00 Sevdiğine benzeyeceksin! 01-01-1970 03:00 Ölsek yüzümüz yok! 01-01-1970 03:00 Gelin Bayram Olalım 01-01-1970 03:00 Oruç Bizi Tutsun 01-01-1970 03:00 Kendimize Tutunmak 01-01-1970 03:00 İçimizden Hesap Sormak 01-01-1970 03:00 Allah Sanal Alemin de Rabbidir! 01-01-1970 03:00 Aidiyet 01-01-1970 03:00 Anlamin Kiyameti 01-01-1970 03:00 Bizi Gözümüzden Vurdular 01-01-1970 03:00 Sen Rabbin Nefesisin 01-01-1970 03:00 Eğitim ve öğretimi sayısal verilerle okumak yaptığımız en büyük yanlışlardan biri! 01-01-1970 03:00 Laiklik 01-01-1970 03:00 Tarla nemli olmadan tohum yeşermez! 01-01-1970 03:00 Düz Mantık 01-01-1970 03:00 Ortak Akıl Zorunluluğu Yer Bedir kuyuları. Bundan 1500 küsur yıl öncesi 01-01-1970 03:00 Kavurma Şenliği 01-01-1970 03:00 Kripto İlişkiler 01-01-1970 03:00 Varlık İmtihanını Kaybettik! 01-01-1970 03:00 Hepimiz “İnsanız” Oysa 01-01-1970 03:00 Çirkinden Söz Ederek Güzelleşemezsiniz 01-01-1970 03:00 Hüznümüzün Başkenti 01-01-1970 03:00 Gösteri Çağı 01-01-1970 03:00 Orucu “Ne” Oruç Kılar? 01-01-1970 03:00 Sabahın Sahibi Var! 01-01-1970 03:00 Bugüne Kadar “Ne” Yazabildiniz! 01-01-1970 03:00 Kendinize Uğramadan Gitmeyin Bu Dünyadan 01-01-1970 03:00 Bizim Hikâyemiz 01-01-1970 03:00 Derdinden Kaçanın Dermanı Olur mu? 01-01-1970 03:00 Kişisel Vitrinlerimiz 01-01-1970 03:00 Sağıra Sözünü Köre Yüzünü Süsleme Yorulursun! 01-01-1970 03:00 Evet, Bu Kadar Basit! 01-01-1970 03:00 Değerler Matematiği 01-01-1970 03:00 Teknolojik Esaretimiz 01-01-1970 03:00 Açlığı Doyurmak 01-01-1970 03:00 Kendine Borçlu Kalmak 01-01-1970 03:00 ‘Faili Meçhul’ Kötülükler 01-01-1970 03:00 Sağlık Emekçilerimize Minnetle 01-01-1970 03:00 Korona külfet mi nimet mi! 01-01-1970 03:00 İkinci Nuh Tufanı 01-01-1970 03:00 Süreci Doğru Okumak 01-01-1970 03:00 Anlayabilseydiniz Ağlardınız! 01-01-1970 03:00 Ne Olacak Bu Memleketin Hali? 01-01-1970 03:00 Yürek Ülkemizi “İnşa” Zamanı 01-01-1970 03:00 Erciş; Umudumun Yeniden Yeşerdiği Coğrafya 01-01-1970 03:00 Kurtalan’a selam olsun! 01-01-1970 03:00 Toplum kaybedenlerle dolu ama.... 01-01-1970 03:00 Denklem Çok Basit Ama… 01-01-1970 03:00 “Ümmi” Peygamber’in Ümmeti 01-01-1970 03:00 Eğitimde “Ortak Akıl” Zorunluluğu 01-01-1970 03:00 Eğitime olan inanç “azalıyor” 01-01-1970 03:00 Asıl deprem okullarımızda! 01-01-1970 03:00 Sünger 01-01-1970 03:00 Merhamet acımak değil, “acıtmamaktır! 01-01-1970 03:00 Hz. İnsan 01-01-1970 03:00 Nostalji Kırılması 01-01-1970 03:00 Ah şu sevgisizliğimiz 01-01-1970 03:00 Liyakat mi sadakat mi? 01-01-1970 03:00 Söylem değil eylem! 01-01-1970 03:00 Kavurma Şenliği 01-01-1970 03:00 Nefs’in değil nefesin! 01-01-1970 03:00 Doğru okuyamadık! 01-01-1970 03:00 Yürek Ülkesi 01-01-1970 03:00 Öteki 01-01-1970 03:00 Ömrümün Besmelesi 01-01-1970 03:00 Hirasına Hapsedilen Muhammedi Sevda 01-01-1970 03:00 Takdirlik karneler mi karakterler mi? 01-01-1970 03:00 Külfetsiz Nimet Olmaz 01-01-1970 03:00 Elenen öğrenci değil sistemin kendisidir! 01-01-1970 03:00 Her imkân imtihandır! 01-01-1970 03:00 “Her şey çok güzel olacak” mı? 01-01-1970 03:00 Ruhun Secde Makamı 01-01-1970 03:00 Çağın Şifreleri 01-01-1970 03:00 “Adem”Likten “Adam”Lığa… 01-01-1970 03:00 İnsan insana emanettir! 01-01-1970 03:00 Yeryüzünün hakkını vermeden gökyüzüne el açmak! 01-01-1970 03:00 Kalbimizin terazisi bozuldu! 01-01-1970 03:00 Abdestsiz gönüllerimizle ancak bu kadar! 01-01-1970 03:00 Güven adası olabilmek! 01-01-1970 03:00 Hakikat Kimin Zimmetinde… 01-01-1970 03:00 İnsan nasıl yaşamalı? 01-01-1970 03:00 “Öz” Ünüz Ne Kadar “Gür”Se, O Kadar “Özgür” Sünüz 01-01-1970 03:00 Köksüz ağaç meyve vermez! 01-01-1970 03:00 Gençlerin "Sessiz" Çığlığı 01-01-1970 03:00 "Eğitim" mi "öğütüm" mü? 01-01-1970 03:00