Kültür
Giriş Tarihi : 17-03-2019 09:00   Güncelleme : 17-03-2019 09:01

Elifi Görse Mertek Sanır

Elifi Görse Mertek Sanır

Elifi görse mertek sanır tabirine lügatler okuryazar olmayan, cahil, ümmi karşılıklarını veriyor. Nasıl merteğin ne olduğunu bilmediğimiz için elifi tanıyamıyorsak okumak yazmak, cehalet ve ümmilik tabirlerini de asıl anlamından uzakta ve birbirine karışmış haliyle biliyoruz. Bu yüzden bu yazımızda elifi mertek sanmaktan önce mezkur tabirleri mevzubahis edeceğiz.

ÜZERİME OKU

Bugün hem okumak hem yazmak hem de okur yazarlık Türklük lisanının vazettiği şekilde anlaşılmıyor. Okumanın en nihayetinde Kur’an okumak olduğunu, mesela “üzerime oku” dediğimizi hatırlamıyoruz. Yazmanın da esasen ister kağıda ister taşa ister mermere Allah lafzını, Allah kelamını geçirmek olduğu bilgisi de bugün bizden uzakta. Namık Kemal bir mektubunda modern manada tahsil hayatının simgesi sayılan mektepleri de anarak  şöyle diyor: “Bir köylü, çocuğunu mektebe gönderir ise her şeyden evvel namaz surelerini öğretmek için gönderir.”  

YAZI YAZMAK HÜNER DEĞİL DİKKAT EYLE İMLAYA

Okuryazarlık ise hiç anlaşılmaz bir vaziyet. Bizim yazımızda okur yazarlık Latin yazısında olduğu gibi beraber anılmak zorunda değildir. Türk milleti de türküde olduğu gibi “hem okudum hem de yazdım yalan dünya senden bezdim” demiştir.  Okuyan aynı zamanda yazabilir diye bir şey yok.

Yazımız elimizde iken insanlar okuma yazma hususunda üçe ayrılırdı; okur yazar, okur ama yazamaz, ne okur ne yazar. Türk yazısında Latin yazısı gibi ağzından çıkan her şeyi ayniyle kağıda dökmek değildir yazmak.  Camilerde dört halifemizin ismini levha şeklinde görüyoruz. Bugün Ömer/ , Osman/ , Ali/  Latin yazısı ile yazıldığında ö, o, a gibi üç ayrı harfle yazılıyor. Halbuki hepsi ayn/  harfiyle başlar. Latin yazısı ile bizim kelimelerimiz kağıda geçirilmiyor. Bunun da ötesinde yalnış, yanlız, yımırta, harfiyat… türlü çeşit yazılarla karşılaşıyoruz çünkü kimse ne dediğini bilmiyor. En basitinden yalnızın yalınla, yanlışın yanla akrabalığı bilinmezse bu kelimeler hiç yazılamaz. Latin yazısı “ne dediğini bilmeden de okuyup yazılabilir” gibi bir hükmü cari kıldı. Ağzı olan konuşmuyor sadece, yazıyor da. Halbuki bizim yazımızda yazmakla imla neredeyse aynı şeydir. Kalem derken niye kafla kağıt derken niye kefle yazılacağını, nereye elif konulacağını bilmeden bu kelimeler yazılamaz. “Yazı yazmak hüner değil dikkat eyle imlaya” demiş Türk milleti. Bu söz eskiden semai kahvelerinin duvarına asılan meşhur levhalardan biridir.

GÜÇ OKUR, HİÇ YAZAMAZ

Bizim yazımızda okumak, yazmaya göre daha kolaydır. O yüzden insanlar “okurum ama yazamam” derlerdi. Bugün de hala Türk yazısını yeni öğrenenler aynı şeyi söyler. Yani aslolan yazmaktır. İsmet Özel yazılarında “okumuşlar takımı” tabirini sıkça kullanır. Tam isabet. “Beni okuttu, büyüttü”  veyahut “çocuklarımın hepsini okuttum” ifadeleri bugün yazımızın olmaması yüzünden bu şekle bürünmüştür. Süleyman Şevket’in "Güzel Yazılar" adlı kitabındaki bir mektup numunesinde, “ beni okutturup yazdıran” ifadesine rastlarız.

Mehmet Âkif de Süleymaniye Kürsüsü’nde  şöyle diyor:

Vükelâ neydi ya? Curnalcı, müzevvir, âdî; 

Ne Hudâ korkusu bilmiş, ne utanmış ebedî,

Güç okur, hiç yazamaz bir sürü hırsız çetesi...

Filibeli Ahmet Hilmi’nin, Amak-ı Hayal ( ) adlı kitabında da şöyle cümleler vardır:

“Öğleye yakın karnımız acıkınca küçük, eve gider yemeğimizi getirir. Güzelce karnımızı doyururuz, gazete okumak için komşu kahveye bir kahve ısmarlar bir gazete alırız. Büyük oğlum göz gezdirir, bana mühim cihetleri söyler.

– Vay evladların okumak biliyorlar ha

– Hem okurlar hem yazarlar”

SARI ÇİZMELİ MEHMET AĞA 

Halide Edip de “Mor Salkımlı Ev” adlı kitabında bir Ali Ağa’dan bahseder: “O ihtiyar evvela Kahvecibaşı iken şimdi Hamallar Kahyası olmuştur.Adı Ali Ağa'dır. Ağa, çünkü okur ama yazmak bilmez.”

Halide Edip’in “Ağa, çünkü okur ama yazamaz” tarifi Tanzimat sonrası için geçerli bir tariftir. Ağa, Efendi gibi ünvanlara Tanzimat’a kadar başka, Tanzimat ile Cumhuriyet arasında başka Cumhuriyet’ten sonra gene başka anlamlar yüklenmiştir. Tanzimat sonrasında ağa ünvanı yazamayanlar için kullanılır olmuştur. Velev ki okuyabilsin yazamıyorsa ona ağa demişler Tanzimat sonrasında. Tanzimat’tan önce Ağa ünvanı faziletli, yüce gönüllü, üstün insanlar için kullanılırdı. Ve Müslüman ünvanı idi. Mesela “sarı çizmeli Mehmed Ağa” deriz hala. Kim söyledi? “Sarı çizmeli Mehmed Ağa!” Yani kimin söylediği belli değil manasında öyle deriz. Halbuki sarı çizmeli Mehmed Ağa tamamen belli bir şahsiyeti ifade eder: Müslüman. Tanzimat’tan evvel Müslim’le gayrimüslim kati olarak birbirinden tefrik edilmişti. Müslümanlar yekpare bir sınıftı. Gayrimüslimler kendi aralarında derecelendirilirdi. Katiyen Müslümanlarla aynı kıyafetleri giyemez aynı serpuşu takamaz asla bir Müslüman’a şeklen benzemezlerdi. Sarı çizmeli Mehmed Ağa ibaresi bunu aksettirir. Müslümanlar gayrimüslimlerden farklı olarak sarı çizme (kahverengiye yakın) giyerdi. Tanzimat’a kadar Gayrimüslimlerin sarı çizme giymesi yasaktı. Sarı sahtiyandan yapılan bu ayakkabıları hem kadın hem erkek Müslümanlar giyerdi. Ve isimleri de Mehmet idi. Üç Müslümandan birinin adı Mehmet idi zaten. Ve ağa ünvanına sahiptiler. Bunun da okuma yazma bilmemekle alakası yoktu. Nitekim: Hıristiyan takvimine göre 17. asırda yaşamış meşhur Silahtar Tarihi’nin müellifi “Fındıklılı Silahtar Mehmet”in ünvanı "efendi" değil "ağa"dır.

EFENDİN KALEM ODASINDA

Efendi, Tanzimat’tan önce sunuf-u devletten çoğunlukla ulemanın ünvanı idi. Ebussud Efendi gibi. Tanzimat’tan sonra okuma ve aslında yazma bilenler için kullanılır olmuştur. Bilhassa memurlara, talebelere efendi denirdi. Mektepte yoklamalarda herkesin ismi Efendi ünvanı ilave ederek söylenirdi. Meselâ Ahmet Mithat Efendi diyoruz kendisi 1844 doğumludur. Tanzimat Fermanı’nın ilanından 5 sene sonra doğmuş. Bir bezzazın oğlu imiş ve henüz 6 yaşında iken babası ölmüş. Çocuk yaşta Mısır Çarşısı’nda çıraklığa başlamış ve çarşı esnafından Efendi ünvanı olan Hacı İbrahim Efendi’den hem okuma hem de yazma öğrenmiş ve kendi ifadesi ile “beş senede okur yazar bir efendi” olmuş.  Meşhur eserinin adı “Felatun Bey’le Rakım Efendi”dir. Kitapta okur yazar vasfı ile öne çıkan karakter Rakım Efendi’dir ve Rakım Efendi’nin Ahmet Mithat’ın kendisi olduğu söylenir.

Tanzimat sonrasının getirdiği bu unvan değişikliğini musikişinasların isimlerine bakarak da teşhis etmek mümkündür. Tatyos Efendi, Asdik Ağa, Nikoğos Ağa, Civan Ağa diyoruz. Tatyos Efendi diyoruz çünkü Tatyos Efendi sadece bestekar değil aynı zamanda güftekârdır. Meşhur şarkısı “Gamzedeyim Deva Bulmam”ın hem bestesi hem de güftesi -kesik kerem naziresi olmak kaydıyla- kendine aittir. Okur yazardır yani. Nikoğos Ağa diyoruz çünkü okuma yazması yok. Nikoğos Ağa, Dellalzade’den meşk ederken kelimeleri bir elif miktarı uzatarak söyleyemezmiş. Dellazade’nin Türkçe öğrenmeden bundan sonra meşk edemeyiz çıkışı üzerine Nikoğos Ağa Ahmet Vefik Paşa’dan Türkçe dersi almaya başlamış.

Ama bütün bunlar Tanzimat sonrası değişiklikleridir ve Türk milletinin kabul ettiği bir vaziyet de değildir. Dile müracaat ederek bunu anlayabiliriz. Tanzimat sonrasında Türk milleti “Efendim” diyene “Efendin kalem odasında” dedi. Ağa ünvanını da menfi değil müspet kullanmaya devam etti. Nitekim hala ağalık taslama deriz. Menfi olan taslamaktır ağalık müsbettir. Aynen Türklük taslamak, Müslümanlık taslamak gibi. 

MUHAMMEDİN NEBİYYİ ÜMMİYİ

Ümmi kelimesi ise cahil demek değildir. Ümm ana esas, doğduğu gibi, orijinal demektir. Fatiha suresinin bir ismi de ümmü’l-Kur’ân’dır. Rasulü Ekrem de ümmi idi. Yani Cemil Meriç’in Sosyoloji Notları ve Konferanslar kitabında “Kur'an yalnız lafzıyla değil, şiiri ile ruhiyle bir bütündür, bir dilden bir dile geçerken şiiriyeti, musikîsi de ölür. Kelebeğin bir avuç toz olması gibidir kutsal tercümeler. Hazret-i Muhammed çok iyi Arapça bilirdi. Çeşitli nüansları olan bir dildir Kur'an'ın dili.” şeklinde anlattığı gibi  haşa ve kat’a Kur’an’ı o yazmadı. Ümmi idi Rasulü Ekrem.  Okuma yazması yoktu ama sadece bu demek değil ümmi. Itrî’nin de bestelediği salavat-ı şerifemizde ne diyoruz? Muhammedin nebiyyi ümmiyyi/ , Muhammed (sav) ümmi bir nebiydi diyoruz. İsmet Özel bu bahiste şöyle demişti: “Biz sünnetine uymak istediğimiz Peygambere aynı zamanda ümmî diyoruz. Ümmî demek mutlaka okuma-yazma bilmez manasında değil. Nasıl Fatiha’nın bir adı ümmü’l-Kur’ân’sa bu da biraz öyledir, Ana-lık. Yani orijinin kendisi olma ümmîliktir. Yani biz düşünceyi de böyle bir şeyin bize ulaştırdığı olarak anlamalıyız. Yani düşünce ümmî değilse düşünce değildir ya da düşüncenin ümmîlikle olan mesafesini fark etmemiz gerekir. Benim Türkçe sevgimin bir mahsulü olarak “doğru” “doğuru”dur deyişim bununla alâkalıdır. “Doğru” “doğuru”dur. Yani ümmî olmayan bir şeyin saf olmasına imkân yoktur.”

YARI ÜMMİ

Türkçede bir de yarı ümmi diye bir ifade vardır ve bu okuma yazma bahsinde okuyup da yazamayanlar için söylenirdi. Burhan Felek’in bir yazısında şöyle geçer: “O zaman bu okulun başında yarı ümmî, yani okuması var, yazması yok, fakat emsalsiz bir terbiyesi olan müdür merhum Halil Rüştü Bey vardı.” Meselâ Orhan Pamuk’un eniştesi ve ona bütün kütüphanesini bırakan Şevket Rado da Türk okuryazarları gözünde yarı ümmi idi.  Günün birinde Şevket Rado Mithat Cemal’in evine mülakat için gider. Mithat Cemal, Şevket Rado’nun kendi el yazısıyla tutmuş olduğu mülakat notlarını görünce şöyle der :  “Eski harflerle yazılan bu notları elime alınca korkunç imlâ yanlışlarının karşısında gözlerime inanamadım. Bu adam yalnız kollarile ve bacaklarile değil, kafasile de uşaktı. Ve vaktile şiir yazdığını söyliyen bu yarı ümmî gencin yüzüne bakmaktan sıkılarak önüme bakıyordum. Nihayet kısa bir tereddütten sonra karar verdim, başımı kaldırdım, yüzüne dik dik baktım:

— Siz şiiri bıraksanız, dedim”.

Şevket Rado hayat mecmuasını çıkaran ayrıca sözlük neşretmeye de yeltenmiş birisi. Orhan Şaik Gökyay Destursuz Bağa Girenler kitabındaki “Beşik Uleması” adlı yazısında Şevket Rado’nun çıkarmış olduğu sözlükteki fahiş hataları ifşa etmiş ve aslında Şevket Rado’nun okuma da bilmediğini göstermiştir.

CAHİL

Cahil ise pür İslami bir ifadedir. Biz Kur’an nazil olmadan önceki devre cahiliye devri diyoruz, cahiliye adetleri deriz. Bir kişi Müslümansa cahil değil cahilse Müslüman değildir. Türkçede cahil kelimesi bir de “genç” anlamı taşır ki bu da aynı kapıya çıkar. Nitekim türkülere şarkılara bakarsak bunu görebiliriz. Bir türküde “cahildim dünyanın rengine kandım” başka bir türküde de “açma güzel sineni cahilim aklım gider” denir.

HANİ BUNUN ELİFİ?

Okuma yazma bilmemek veya ümmi olmak, cahil olmak demek değildir. Cehalet elifi görünce mertek sanmaktır. Türkeli'nde cehaletin ölçüsü bu sözle tespit edilmiştir. Bugün elifi mertek bile sanamayanlar tarafından ifade edilen cehalet ölçüleri bizim ölçülerimiz değildir. Elif, elifbamızın ilk harfidir. Türkçede elif demek doğruluğa, başlangıca işaret eder. Şöyle bir şekli var:  . Elif kendisinden sonra gelen harfle bitişmez. Ebced hesabına göre de 1 sayısının karşılığıdır. Aynı zamanda Allah lafzının da ilk harfi eliftir. Tabii olarak asırlarca elifi görse mertek sanır denenlerin hiçbirisi Müslüman değildi. Çünkü Allah lafzının ilk harfi olan elifi bilmeyen, tanımayan bir Müslüman yoktu. Okuma ve yazma bilmese de Müslümanlar Elif/ 'i doğruluğundan Kaf/ ’ı iğrilinden bilirdi. Nitekim argoda kullanılan bir ifade daha vardır. “Elifi bilmez götünü silmez” denir. Buradan elifi mertek sananların kimler olduğunu çıkartabilirsiniz. Okuma dahi bilmeyen nice ustalar mezar taşlarına Allah lafzını nakşettiler.  Harf inkılabından sonra Latin yazısıyla da Türkçe yazılabildiğini göstermek hevesindekilere dönüp “hani bunun elifi?” diye soran Türk milletiydi. “Olur mu gayrimüslim Türkçe konuşanlar da vardı” diyenler olabilir. Evvela onun adını koyalım. Evliya Çelebi gayrimüslim olup da Türkçe konuştuğu iddia edilenler için “batıl Türk lisanı kelimat ederler” der. Zira bunların kahir ekseriyeti Ermeniler ve Rumlardı ve bu iki millet de batıl Türkçelerini Ermeni ve Rum alfabesiyle yazarlardı. Yani onlar da elifi mertek sananlardandı . Yazısız Türkçe batıl Türkçedir.

Gökhan Göbel - Yusuf Ay

9 Şubat 2019

http://www.istiklalmarsidernegi.org.tr

 

 

adminadmin