DOLAR 0,0000
EURO 0,0000
STERLIN 0,0000
ALTIN 000,00
BİST 00.000
Hülya Bulut
Hülya Bulut
Giriş Tarihi : 05-06-2020 15:57

Samsunlu Olmak Mı Samsun’da Yaşamak Mı?

Ben sahilde bir başıma, fındıkkabuğunu doldurmayan denizin sırrını çözmeye çalışırken, Minerva’nın Baykuşu gibi yanımda bitiveren, dili çatallı bir ses ile irkildim.

-Samsunlu musun daaa? Dedi.

-Hayır, dedim!

Başını aşağı yukarı sallayarak; Beeeelli dedi!

Belli miydi? Nereden belliydi? Şimdi ben onun gözünde yabancı; O, şehrin sahibi miydi?

O an düşündüm; nerelisin sorusunun amacı, yakınlık kurmak mıydı, yoksa ayrılık yaratmak mı? Yıllardır bir şehirde yaşıyor olmak, o şehri sahiplenmene yeterli olmuyor muydu?

-Nerden beeeelli dedim? Bak bende uzatabiliyorum e’leri!

Güldü. O iş öyle kolay değil, iş onunla bitse iyi, daha pek çok meziyet gerek şehrin insanı olabilmek için, dedi.

Nasıl kötü hissettim kendimi, nasıl yapayalnız… Oysa hayır, değilim diyen ben değil miydim?  

Bir kez daha inandım ki kelimelerin kalbi vardı ve benimkiler kırılmıştı. Ceviz kurdu değildik ki bu şehirde, bize öyle bakılsın. Yooo dedim, evet bu şehirde doğmadım, evet çocuk parmaklarım değmedi şehrin duvarlarına, dizlerim kanamadı sokaklarında, ama ben bu şehirde yaşadım! Üstüne üstlük çok sevdim, sevmekle de kalmadım sahiplendim! Hem ben onu, en az benim ki kadar iyi tanıyorum. Bir kere bir şehre ait olmanın kuralına uygun sahiplenişim.

Nasıl mı?

Dikkat buyurunuz; Bu şehrin bütün kestirme sokakları adım adım ezberimde! Yani, bir şehirde, ödünç nefes alıp vermek ile bir şehrin bedeninde nefes gibi gezinebilmek arasındaki farkı çok iyi biliyorum. Doğru, o iş öyle kolay değil. Meziyetten kasıt, şehrin ruhuna dokunabilmek ise ben bunu da yapabiliyorum.

-Hem aslolan ne biliyor musun? Dedim,

-Aslolan; bir şehirde doğup büyümüş olmak değil, aynı güzellikleri, aynı doğru duygularla yaşayabilmek, gönül birliği kurup, şehrin parçalanmış hayallerini toplayabilmek.

-Bu şehrin yetim çocuğu değilim ben. Bu şehir benim dostum. En basitinden; su buharında, nem misali sırılsıklam sarılıp bu şehre, yürüyebiliyorum… Daha ne olsun?

Daha ne olsun? Bir şey söylesin istedim, şehrin sahibi sustu! Bense durulup durulup coşan önümdeki deniz gibi, hırçınlaşıvermiştim bir kez. Susturabilene aşk olsundu…

Samsunda yaşamak, diye başladım söze, gerisi aktı; bu günden geçmişe, geçmişten hayallere… Uzaktan bakınca, dağlarla deniz arasına sıkışıp kalmış bir şehirdi, ya yakından bakınca görünen neydi?

Gelin, evrende; 36.3234 boylam, 41.2871 enlemi arasında kuzeyde bir noktanın, yekpare zamanlarının yaşam haritasını çıkaralım şimdi. Herkesin bildiklerinden başlayıp, zamanın unutturduklarını hatırlatmak gayesiyle çıkalım şehir turuna. İster misiniz zaman seyyahlığı olsun adı da?

Hadi başlayalım öyleyse… Samsun deyince ilk aklımıza gelenleri sıralayalım hep birlikte. Unuttuklarım ya da bilmediklerim var ise ekleyin sizde…

Bu şehir;

Güneşin, karanlığı yendiği; Onur Anıtı’nda şahlanmış atıyla, Gazi Mustafa Kemal Atatürk’ün milli egemenlik mücadelesini başlattığı şehirdir.

Kurtuluşa ilk adımdır! O adım ki Türk’ün var oluş adımıdır. O adım ki, bağımsızlığın adıdır.

Kurtuluş Yolunda; vatanseverliktir, fedakârlıktır, ümittir…

Bandırma Vapuru’nun ruhu dolaşır, hırçın denizinde. 19 Mayıslar, bir büyük coşkudur yüreklerde. Milli bayramlarımızda gururla, 1919 metre bayrağımızı dolaştırmaktır elden ele…

Şirinler atkısı boynunda, Samsun Sporla gurur duymaktır delice! Şirinlerle kalbin bir atmasıdır maç günlerinde.

Yazın sahilde yakamozdur, kışın Sibirya soğuğunu hissetmektir içinde.

Geçmiş zaman kaldırımlarından yüzümüze bakan, sarı bedenli, küskün sigara fabrikasıdır. Sağlığa zararlı oluşu aklımızda; Türk tütünü, Samsun sigarasıdır. Yıkılmış olsa da bedeni, her önünden geçişte, reji tütününden belleri bükülen emekçilerin, yorgun nefeslerini halen duyabilmektir şehrin ciğerlerinde…

Deli Petro görse yollarını, ne kızardı size! Dar sokakların park sorunu bitmez çilesidir, bu şehrin derdini bilmekse mesele!

Cumartesi sabahları soğan, kıyma kokusuna uyanmaktır. Pazar sabahları, pide kuyruğudur uykulu gözlerde. Ve pideyi her yiyişte, ilk kez yiyormuş iştahıdır.

Samsunlunun baba mesleği midir, bilinmez; simitçiler her yerdedir bu şehirde…

Pekmezli simidi, bal kaymak dondurması, Rus Pazarı, Site Cami, 56’lar Caddesiyle; Sülün kuşları, Tiriti, Bafra kavunuyla, Amazon kadınları efsanesidir.

Nice isim büyütmüştür içinde. Nicesi şehrin elini zamansız bırakmak zorunda kalmış; kimi “bir sabuna bir masal” katmış yaşam heybesine, kimi düşlerini sergilemiş düş evlerinde.

1951 Helsinki dünya şampiyonu, 372 dakika 26 saniyelik; 47 maç, 46 galibiyetle “Kara saçlı Kuvvet İlahı” Yaşar Doğu’dur!

“Batsın bu dünya” serzenişi sazında, derdin dibine vuran Orhan Gencebay,

Çarşambayı sele veren, Yıldıray Çınar’dır.

Levent Kırca’dır; öldürür gülmekten olacak o kadar dedikçe!

Cemal Safi’nin mısralarında, bir hecelik aşktır, Neyzen Tevfik’tir dize dize…

Endülüs’ün kapısından, Gırnata’ ya girmektir bilgece!

Döner kokuları arasında turlamaktır Çiftlikte. Artık anılarda kalsada yanık yanık bağıran, aldırma gönüllll… Sesini duymaktır bir köşesinde. Hasan Yarar’dır elinde cümbüşüyle.

Yokuş aşağı salmaktır kendini, soluğun tıkanarak tırmanmaktır aynı yokuş yolu,

Sahilde olta balık, denizde hamsi, palamut, lüfer, mezgit, midye…

Yıllar geçmesine rağmen halen randevu yeri; Haşet’in önündeyimdir…

Eski Samsun’da yaşlı binaların camları kapalıdır nedense güneşe. Haydi, Atakum’a gidelimdir, sıkılınca.

Çiftlik caddesi modası, moda ikoncanlarını kıskandıracak tarzdır. Yakından bakınca, yokluğa ironidir aslında caddede ki renk serenadı, yaşanır gecesi gündüzü ile.

Buraya kadar öğrenmişim değil mi şehrin neyi nerede?

Eee! Devam edelim öyleyse, ikilikler birlik içindir, sözler yaşanılanı anlatsın bu şehirde…

Akıllı oldur, burası her yer değil Şehr-i Samsun’dur.

Asla meteorolojiye güvenmemektir mesela,

Aniden, birden bire, ansızın olur her şey bu şehirde. Şimşeğin çakması, bulutun içini boşaltması birden bire…

“Az” ve “Da” kardeşliğidir gramersiz hecelerde.

“Az gel da” ya eklenen, “Bir adım mı şakasıdır” muzipçe.

“Az bir su getirsene” cümlesine; yarım olmasını eklemektir, her söyleyişte.

Limandır, Amisos’tur,… Sabır yüklü balıkçı kayıklarıdır denizde.

 İçimize yağmur bırakan bulutlarla arkadaşlık, yağmurdan sonra toprakla halleşmektir, ıslak kentle.

-Az bi bak daa…

-Ne bakıcam sen dinle daaa… Atışmaları arasında sohbet koyulaşıyor şehir üstüne.

Şehir şehire benzese de küçük İzmir değil, büyük Samsun’dur!

Çivisiz Camidir, bir büyük inancın simgesi de.

Doğal yürüyüş parkurudur sahil boyu, Doğu-Batı parkta mangal kokusu, sahile çöküp dertlenmedir, Karadeniz’le…

Sıcak havalarda, oksijen yerine nem soluyup isyan etsek de, kar yağdığında AKM Binasının çatısından kayma isteğidir her görüşte.

Ve her seferinde Çiftliğin başında buluşalım deyip, sonuna gitmektir ne hikmetse. Haşet mi Öğretmenevi mi, kavgasıdır her buluşma saatinde.

Şehre ulaşmanın ilk sevincidir, Üstün Avize.

Lüferin, istavritin, kefalin oltada son çırpınışıdır, Çobanlı İskelesi de.

Neco’dur eski Fuar anılarında; şimdi yerinde yeller esse de Konak Sineması’nın önünde buluşmayanı yoktur halkı arasında.

Samsunluysan, plakayı “eeelliii beş” okumaktır her yerde ve nerede olursan ol matematik öğretmeninin memleketini ıskalamamaktır tahminlerde.

Kıyıya paralel uzanan, Canik Dağlarının vuslatsız aşkıdır denize. Mavinin yeşile tutkusudur delice.

Çarşamba ve Bafra Ovalarında; çeltiktir, tütündür…

Havza’da kara yatırılan kazın tiritidir, lezzeti damaklarda. Dağlarında kırçan, madımak, hünük, kinzi, serenlerde kurutulmuş mısırdır.

Mısır ekmeği kokusudur kuzinelerde, Hamsi çıtlaması tavada, Çarşamba’nın kıvratması, Bafra’nın kaymaklı lokumu, cevizli nokuludur bayram ikramlarında.

En çok da göçmenler ilidir bu şehir; Mübadili, Muhaciri, Kafkas’ı, Çerkez’i hep birlikte kültür mozaiği, folklor birikimidir; düğün okuntusu, gülbeşekerleri ile.

Dışarıdan gelip, “seni yeneceğim Samsun” diyen oldu mu bilinmez, yurdumun en güzel meskenlerindendir bu şehir.

Anadolu’nun taşra şehri olma makûs kaderinden sıyrılamamıştır ya, yine de yetişeceğim size diye soluk soluğa bir yarıştadır diğerleri ile.

Duyuyor musunuz?

Bir şehir avazı çıktığı kadar bağırıyor, kan ter içinde. Yalın ayak koşuyor telaşlı. Sabırsız itiş kakışlar arasında, bir isyan şarkısı dudaklarında, dağlarının etekleri kirlenmiş, gülüşü acılı…

Mecidiye çığırıyor da çığırıyor can hıraş; Uyansın şehir! Uyanın bedenimdekiler.

Satıyor da satıyorrrr bu günü… Çarşısında dünkü entari üstleri kayıp!

Bir şehre sesleniyorum;

Koş koş… Kaç kurtar kendini, ya da anlatmanın bir yolunu bul seni üzen dertlerinin. Şehirsin diye, bedeninde atan kalbin sesini duyan yok ne yazık!

Bir şehir;

Sesimi duymuş gibi dönüp bakıyor, ürkek bir kadın gibi şefkat arıyor bakışlarımda.

Bir şehir var karşımda; terli bedeni, yorgun yüzü, soluk soluğa nefesi… Siz duydunuz mu o sesleri? Sen diyorum, yanımda ki şehirliye; sen ışıksan, ben suskunlar meclisinde bir bardak suda yüzen gül yaprağım bu şehirde. Ne taşırırım suyu, ne yük olurum meclise. Sadece güç katarım gücünüze. Gönül kuşumuz uçmuş bir kere bu şehre, gül dalındaki dikenleri göreceğinize, rengârenk açmış güllerin zarafetini görün. Hacet yok, ayrılık izdihamı yaratmaya!

Hatırlayın, kaç hazin acıdan, beraberce geçtik içimiz parçalana parçalana…

Acı hikâyesiz şehir mi olurmuş,

20 Ocaklar en büyük acı günüdür, Şehri Samsun’un.

“Asfaltın kan ağladığı gün” diye geçer tarihe.

Acının adı; Nuri Asan’dır,

Muzaffer Badalıoğlu’dur,

Mete Adınar’dır,

Zoran Tomic’tir,

Asım Özkan’dır… Sonrası, kırmızı beyaz bir hüzündür,  yürekleri ilk günkü gibi burkan.

“Kanamalı şehir” anonsu geçer tarih o gün. Hüznün elli beş tonu saçılır, Havza yoluna. Yeri göğü kızıla boyar hüzün…

Bu şehrin bulutları durup durup boşuna ağlamıyor... Arnavut kaldırımlarında avuç avuç açık yara. Her şey, her kes, hiçbir şey denkleminde bu şehirde…

Dinleseniz duyacaksınız.

Çığlık atar mı bir şehir? Gözlerini kapamış, bu şehir çığlık atıyor karşımda.

Uyuyor mu, ölüyor mu? Anlayamadığım.

-Hoşnutsuz düşünceler getirdin aklıma diyor, yanı başımda ki ses fısıltıyla…

-Tehlikelidir küçük sözcükler diyorum, en az sessizlik kadar tehlikelidir! Susuyoruz, küçük sözcüklerle!

Omzu omzuma çarpacak kadar cüretkâr duruşu. Ve lakin aramızdaki bu uzaklık hissini nasıl açıklayacağız şimdi?

Karanlık sokak kuşlarının anlamsız gülüşmelerine takılıyor gözlerim. Menfaat satan ağızların pis kokusu yayılıyor havaya. Arsız bir ceket, turuncu sokak lambasını kırıyor gözlerimin önünde. Duvar diplerine çömelmiş gölgeler, meçhul berduşlarla bir olup yedi caddesine sövgüler düzüyor. Çırılçıplak intihara durmuş sokaklar. Suçsuz çocuklar, ellerindeki elma şekerlerini çaldırmış arka sokaklarda. “Kâr olmasın nam olsun bakkalı”  kepenkleri çoktan indirmiş.

Dağların sırtına bindirilmiş, Bağdadi evlerde huzur kalmamış. Çifte Kahvelerde buluşan dostlar da yok artık.

Nerede o iskeleler? Yolcusu, tütünü, unu, gazı mı tükendi bu şehrin?

Rum Saatçinin yüzü neden yerde?  Seyyid Kutbidd’in mezarında şimdi kimler var? Kuleli evin ruhu geziniyor, kaldırım çatlatan çınar ağaçlarının dalları arasında. Yaralanmış vücudunda mezarlık çiçekleri açmış, çehresi değişen kentin bedeninde. Kat kat hüzün giyinmiş mavisi şimdilerde.

Bu sokaklarda kimlerin ayak izleri var? Kim bilir, göğsünün orta yerinde kaç sevda yangını kül oldu? Kaç sonbahar yapraklarını savurdu, kaç mevsimin yorgunluğu var üzerinde? Kurşuni bir yağmur damlasında kaç genç kızın sönen hayalleri var? Ya sokaklara sığınmış solukların yalnızlığını gördün mü hiç köşe başlarında? Uykusuzlarla düş bazların iğreti zamanlarda tavan arası çatlaklarından sızan gözyaşlarına şahitlik ettin mi sen hiç? Şehrin hayta kedileri, küçücük kedi yavrularını boğarken merdiven boşluklarında, inleyen mırıltılarını duydun mu?

Elmas Hanım Konağı’nın camından bir çift göz gülümsüyor sözlerime. Hadi bırakında gevezeliği akşama Kervan Sarayda, Çöl Melikesini izleyelim diyor. Kavi Sandıklarına, Eskimolar yerleştirilmiş çoktan. Manili nane şekerle, akide şekeri de alırım isterseniz. Hadi durmayın bir fayton çağırında gidelim. Şansınız varsa, Yunuslu Havuz ’un oradadır, Tavus kuşları.  Fuara da giderdik ya, yazık ettiler güzelim fuarı! Sıcak çekirdek çitletenlerin hayıflanmalarından sıkılırsanız, kalkar, Kayıkçılar İskelesine uğrarız sonrasında…

-Takur’un Meyhanesine de uğrar mıyız ayıp olmazsa? Olmadı yolumuzun üstü, Sormagir Meyhanesi de olur!

 -Ne şimdi bunlar?

Anlaşıldı, asmalı bağlarda akledip, hurmalıklarda sarhoş olacağız! Akşamcı kafası gibi nerden geldik buralara. Sen de bir dur Nehir Teyze, zati meşhur, Hal Gazozu içtim yaşardı gözlerim. Ne akşamcısı ne Takur’un Meyhanesi? Sinema da olmaz; akşama, hal üstü nikâh salonunda Papazköy’ün imamının nikâhı var, tarihe şahitlik edeceğiz bu olayla!

Hançerli Mahallesinden geçen kağnıların tekerlek gıcırtılarına karışıyor, kızıl rüzgârın sesi. Âşıklar Çeşmesi bir türkü tutturmuş; Bülbülüm Altın Kafeste deyi, içlenmeyene aşk olsun. Tütün kokan sokaklarda, korna sesinden plaka okuyan abiler dolaşmada gölge misal, hafızalarda. Ahşap yığma binaların önünde, fincanlı elektrik direkleri nöbette. Yağlı kamçıyı yine şaklatmış meydanın en gaddar faytoncusu. Şaplağı yiyen yolcular, can hıraş haykırmakta. Madamın Fırınından yayılan sıcak ekmek buğusu sarmış anı sokaklarını… Size de geldi mi kokusu?

“Aman Dünya Ne Dar imiş” diyen şair ne doğru söylemiş, bizi buluşturdu bu sahil şehrinde! Yoksa Ege nere, Karadeniz nere! Yağmur sularının doldurduğu sarnıçları göremesek de zamana kafa tutan sıçan uçurtmalar uçurtmayı başardık, biz de hayal göğümüzde.

Yanımdakinin hiç sesi çıkmaz oldu. Zinhar, biraz utandı, çokça maziye hayıflandı.

- Boş ver bey amca, biz alıştık böyle yanlış anlaşılmalara. Bak eğilen koca çınarın dalları arasından anılar dökülüyor meydana… Fonda arabesk, önde opera.

Şehrin sahibi bey, yüzüme bakmadan; Üç kuruşluk Operadaki şans da yok ki bizde diyor, gülüşüyoruz…

Dalgın adımlarla yürüyoruz iki hayalet gibi, şehrin hayal sokaklarında. Ben, kentin yalnızlığında bir zambak, zararı yok sen, Barut Ağacında yetişen Anadolu Kestanesi ol, diyorum. Şehrin insanıyız ya bu yetmez mi ahbap olmaya. Nice soluklar, nice günler eskitmiş bu şehir bizi de eskitir gün gelir. Yakutî firuzeyi, değişmişiz Çin elmasına; gelincikler siyah duvak takmış başına, gelin telleri küf tutmuş saç aralarında,

Sen, ben, o… Hepimiz bu şehrin insanıyız!

Hem bana mı kaldı şehrin külünü karıştırmak? Madem yaban bellediniz beni, geçiyordum uğradım, uğramışken birkaç kelam ettim der giderim. Sırça köşk içinde yanan kandilin, zeytin dalına yanışıdır aşkım bu şehre der, susarım. Yedi başakta yüz tane veren buğdayı biçip, toprağa, darı dikeni dikenlerin mahareti bu toprağın küskünlüğü bu şehre der, kederlenirim. Zaten Defne Ağacına sırtını yaslayan yalnız efe gibiyim bu şehirde. Beklentisiz insanın rahatlığı var üzerimde. Yüklü dalları bükülmüş kiraz ağaçları sizin olsun, benim aklım şehrin sarı şebboylarında.

Varsın yaban gülü görsün gözler, ne çıkar sıklamen kızılı günbatımları yüz çevirsin yüzüme, değil mi ki ben sevmişim bir kere, tutkunum bu şehre! Değil mi ki müşkülüm bütün şehir…

-Yanımdaki şehirli; Yas Zeybeği diyor, öğretsene bana!

Dalmışım!

Affedin beni daldığım oluyorsa eğer. Neyleyim gönlümce değil bu şehirde olup bitenler, diyen şair şahit hüznüme. Hikâyesi bol şehrin masal anlatıcısı gibi oldum; çiğdem çiçeğinin acelesi var sözlerimde.

Benden sonra, kuşlarınıza iyi bakın, kuşlar mutsuz bu şehirde. Sonra… Çocuklar diyorum, bu şehrin çocukları nerede? Bilyeli arabalarının, bilyelerini ütmüş yukarı mahallenin kabadayıları. “Patlıcan Pazarı” satıcıları susmuş, “Kasaplar Arastası” ıssız, “Efendum Kahvehanesi” çaysız! Kabul benim ölülerim yok bu şehrin toprağında, kabul yedi göbekten bağlı değilim; siz iyisi mi bir düşünün neden çiçek ismi yok bu şehrin sokaklarında?

Bir vefa, bir veda, belki de zamansız helalleşme deyin… Bir şehrin hikâyesi bu işte! Şehir aklı ne bilsin vefayı, vedayı. Belli bedeninde ki tepişmelerden mecalsiz lâl olmuş onun da dili!

-Eygidi yıllar, diyen ses utanarak bakıyor yüzüme. Şehre şerh olmak böyle bir şeymiş, bizimkisi hariçten gazelmiş. Duyduklarımdan ben de bile kalmadı mecal, İhsan Gediği gönder temizinden bir dayak çeksin, sana yabancı diyen dilime! Kabul çocuk ayakların top koşturmamış bizim Perili Ev’in arsasında, lakin evin perisi olmuşsun sen bu şehirde.

Duyduklarımdan boşluğa düşüyormuş hissi yaşadığım, yokuşları düzleşmiş zihinlerde. Keşke diyorum, bir kerecik yağmur yerine papatyalar yağdırabilsem bu şehre. Şükürsüz avuçların lanetini, Fatiha ’sız ölülerin inleyişini, gayrı meşru çocuk ağlamalarını, hayatın kadınlarının çilesini, müstehcen sözlerin çirkinliğini, demini almış gecelerin pişmanlığını, sersefil evlerdeki mutsuzluğu, “günahsız toprağı dölleyen, serseri yağmurları durdurabilsem bir duayla.

Koca şehir sayıklıyor omzumda gözü yaşlı. Averof’un çatlak mermileri bile bu kadar derin yara açamadı bağrımda! Keşke diyor, keşke şehrin eski sahipleri çıkıp gelse, ya da bedenimdekiler beni bu kadar üzmese!

Hiç avutulur mu koca şehir birkaç satırlık söz ile? Ayarsız zamanlar diyorum, üzülme.

Siz de bey amca; korkmayın bu kadar yabancılardan, yabandan gelenler alıcı kuşa benzer; “Alıcı kuşun da ömrü az olur” derler.  İyisi mi artık bırakın ikilik yaratmayı!

O zaman bizde iyi niyet dileklerimizle koyalım son noktayı; ayırt etmeyen, ötelemeyen, ön yargısız, farklılıkları sevebilen tüm güzel yürekli insanlara selam olsun kalben…

NELER SÖYLENDİ?
@
Hülya Bulut

Hülya Bulut

DİĞER YAZILARI Yüzyılın Özeti Kristal Çağ Yeni İnsan - Yeni Zaman Covid-19 Türkiye Evde Kal Kızlar kardeşlerini doğuruyor! Ey Türk milleti, Demokrasimiz ölüyor! Yüzde 150 Zamla Bedevi Çölünde Su Kuyusu Mu Açacaklar? SMA hastalarına getirilen kriterler İnsan haklarına aykırıdır! Çanakkale geçilmez değil, Çanakkale geçilemedi! Allah kadını yarattı. Erkek, Allah yarattı demedi! 14 Şubat’ta Kimlerin Aşkını Kutsuyoruz? Gençlik nereye gidiyor? Bandırma Vapuru’nun Ruhu Dört Cariyeli Hayallerin Topuk Sendromu ​Zencefilli Gazoz Öyle yüzünüze dümdüz! Şingah Ergenekon Bir ihtimal daha var! Kaçın! Yıkım ekibi geliyor, Kaçmayın! Demokrasi var! Kıraathane Enstitülerinde Kek Mevzu Akıllı ol ey eylül! Eğer Tanrı Varsa… ​Hadi İyisin Yine İstanbul Yine Sen Kazandın Şehzade Mustafa’nın Katli “ Kanlı tuğra ” “Allah’ın gözüne batan cumhurbaşkanı” Dârus-Selâm’da Bayram Sabahı Benim çocuğum yapmaz demeyin, yapar! Melike’ye ne oldu? Zimem Defteri Balkısı Suikast! “Son içeceği süt olacak” Kehle-i ikbal damat Rüstem’den Rüşvet fatihi damatlara! Cemal Safi Islak Kentin Aşk Çığlığı Sustu Tapınakçılar ve suikastçiler Evangelistler! Çanlar beş kez çaldı adalet öldü dediler! Benim Nikâhımı Hahambaşı Kıysın Kundağımda Kan Sesleri +18 Tanrım Konuş Benimle… Yazmak &“kalecinin penaltı anındaki endişesi” Emani Arrahman, Mülteci Sorunu Değil İnsanlık Sorunu Düşünmek suç değildir! Zeugmalı Çingene Kız Büyük İskender Efsanesi Bir ihtimal daha var! Mutemet Beyin Kaçan Delileri Pembe Pozitifbüslerde Panik Havva’nın kızları nihilist(mi) oldu? “İki ana dünya sistemi üzerine diyaloglar” (1632) Islak Kentin Sakinleri Ve Mihrak Laleleri Lanarkalı ve sarı sarf vakası Çok afilli bir hastalığa yakalandım baba Mandıra filozofları! “ konak’ın önünde buluşalım” ​Siyonist Haçlı Noel Baba’nın Korkunç Şifreleri Meydan Mektebinden Darbe Güncesi Ermeni Mezalimi Ahde Vefa Ahsenü’l Kasas Yusuf U Züleyha Er Mektubu Görülmüştür ! Adem’in İlk Eşi Kimdi?
KÖŞE YAZARLARI TÜMÜ
NAMAZ VAKİTLERİ
Gazete Manşetleri
Yol Durumu
BURÇ YORUMLARI
  • KOÇ
    Koç Burcu
  • BOĞA
    Boğa Burcu
  • İKİZLER
    İkizler Burcu
  • YENGEÇ
    Yengeç Burcu
  • ASLAN
    Aslan Burcu
  • BAŞAK
    Başak Burcu
  • TERAZİ
    Terazi Burcu
  • AKREP
    Akrep Burcu
  • YAY
    Yay Burcu
  • OĞLAK
    Oğlak Burcu
  • KOVA
    Kova Burcu
  • BALIK
    Balık Burcu
ANKET OYLAMA TÜMÜ
E-Bülten Kayıt
BİYOGRAFİ
Canik’te Ekoturizm
Canik’te Ekoturizm
RÖPORTAJLAR
Canik’te Ekoturizm
Canik’te Ekoturizm
ARŞİV ARAMA