Bizler önceden tanımladığımız, grupladığımız, çağrışımlarla ilişkilendirdiğimiz kelimeleri o anki duygularımıza düşüncelerimize karşılık olarak seçer, cümleye yerleştirir ve seslendiririz. Dolayısıyla kontrolün tamamen bizde olduğuna eminizdir. Peki çoğumuzun üzerinde doğru dürüst düşünmeden alışkanlıkla kullandığımız kelimeler yok mudur? Bu çok da sorgulamadan kullandığımız kelimeler hayatımızı olumlu ya da olumsuz etkiliyor mudur?
Örneğin derste, sıkıntıdan patlayacak halde olduğumuzu söylerken, “Açlıktan öleceğim!” derken, “Kanser ediyorsun beni!” diye birine kızarken, bu ifadeleri gerçekten bilinçli olarak mı seçiyoruz? “Derste sıkıntıdan patladım.” cümlesi yerine “Biraz sıkıldım.” desek hissettiğimiz sıkıntının derecesini gerçekten de biraz hafifletmiş olmaz mıyız? Hatta bu ifade yerine “Hocanın eğlence ya da zevk anlayışı benimkiyle pek uyuşmuyor.” gibi bizi güldüren komik bir ifade kullansak o sınıfı terk etmemek için kendini zor tutan öğrenci durumundan kurtulmuş olmaz mıyız?
Japon bilim adamı Bay Masaru Emoto kelimelerin maddeye olan etkisini anlayabilmek için; 5 cc’lik 50 adet su damlasını, -20 derecede 3 saat dondurduktan sonra -5 dereceye ayarlanmış içinde kameralı mikroskop olan bir buzdolabında fotoğraflamayı başardı. Önce hiçbir kelime söylemeden yaptığı bu işlemi, sevgi teşekkür gibi olumlu ifadeleri yansıttığı su taneciklerine de uyguladı. Önceki fotoğraflar ile sonraki fotoğrafların aralarındaki farka baktığında kristalleşmenin giderek belirginleştiğini fark etti. Dehşet, korku, vahşet, ölüm gibi olumsuz anlamdaki kelimelerin uygulandığı su taneciklerinin kristallerinin ise ilginç bir şekilde bozulmaya uğradığını gördü.
Kelimelerin su moleküllerin ne nasıl etkilediğinin bilimsel yönü hala bilinmiyor olsa da vücudumuzun %90 'ının sudan oluştuğunu düşünürsek bu sonuç çok etkileyici öyle değil mi?
Bizim toplumumuzda da annelerimiz çiçeklerini güzel konuşarak sularlar. Lezzetli yemeklerin sevgi katılarak pişirileceğine inanırlar. Bereketli olsun diye aldıkları erzakları dolaplara dualarla koyarlar. Çok inanmasa da önemli sınavlardan önce okunmuş pirinç, şeker yemeyen; okunmuş su içmeyen yoktur herhalde!
Eğer düşünceler sözcükler bu değişimi suya yapabiliyorsa kendi içimizde beslediğimiz duygularımızla seçtiğimiz sözcüklerle kurduğumuz cümlelerimizin bize ve etrafımızdakilere neler yapabileceğini hayal bile edemiyor insan!
Edison’un annesinin kahramanlık hikayesini duymuşsunuzdur. 1847 yılında Milan’da doğan Thomas Edison okula başladığında öğretmeni eline annesine verilmek üzere bir kağıt sıkıştırır. Kağıdı annesine veren Edison annesinin gözyaşlarına şahit olur ve annesine kağıtta ne yazdığını sorar. annesi kağıdı okur: “Oğlunuz bir dahi, bu okul onun için çok küçük ve onu eğitecek yeterlilikte öğretmenimiz yok. Lütfen onu kendiniz eğitin.” Der.
Aradan uzun yıllar geçer, Edison’un annesi vefat eder. Edison annesinin eski eşyaları arasında bir çekmecede bu kağıdı bulur, kağıtta; “Oğlunuz akıl hastası, şaşkın bir çocuktur. Artık kendisini okulumuza kabul etmiyoruz.” yazılıdır. Edison saatlerce ağlar ve günlüğüne şöyle bir not düşer. “Thomas Edison; kahraman bir anne tarafından yüz yılın dâhisi haline getirilmiş, akıl hastası şaşkın bir çocuktu.”
Bir düşünsenize ya bu mektubu Edison’a, annesi olduğu gibi okusaydı?
Peki ya sizin anneniz size, okuldaki Veli toplantısından sonra gelip “Evladım sen bir dâhiymişsin!” deseydi?
Dahası; biz çocuğumuza, gerçekten inanarak neler neler diyebiliriz?
Kelimeler, kelimeler, kelimeler biz mi sizi yönetiyoruz siz mi bizi?