Aday adaylığı sürecinde ilk işin gönüldaşlarını aramak oldu.
‘Toparlanın, seçime giriyoruz…’
İstişareni onlarla yaptın.
Maddi manevi desteği onlardan istedin.
Yola beraber çıktın, gece demediler, gündüz demediler.
Oruç demediler, sahur demediler seni yalnız bırakmadılar.
Kimi işini bıraktı geldi, kimi izin aldı.
Günlük çalışanlar da yevmiyelerinden vaz geçti, seninle beraber oldu.
Bu sürede sembolik olarak vekiller kısa süreliğine seninle gözükürken dava, gönül arkadaşların seni bırakmadı.
Neyse ki seçimi kazandın.
Tebrikler, öpücükler, ziyaretler derken iş kadro oluşturmaya gelince nedense o sen dava adamı, gönül adamı birden taş duvar oldu.
Kadroyu oluşturduklarına bakıyoruz etkin görevler o cicili bicili giyinenler de.
Her dönemin adamlarında.
Hele de şehrin muhafazakar görünümlü liboş zihniyetlilerin oluşturduğu elitist bir yapı var ki.
Sanki herkes onlara yaranmanın derdinde.
Şşşşt Başkanım o liboşları zor zamanda göremezsiniz.
Seçimlerde atmosfere göre fotolarda yer alırlar, her daim kazanacak ata oynarlar.
Kaybedenle işleri olmaz…
Ama seçimi kazanırsan bunlar hemen görüntüye girerler.
Onların kalabalığından dava adamlarına, sokaktan gelen gönül adamlarına, gönüldaşlarına yer kalmaz.
Devre dışı bırakılırlar…
Sorduklarında, “neden böyle oldu…?” diye…
Onlara, “Sizin bilmediğiniz şeyler var…” denir.
Gönüldaşlarınız yavaş yavaş uzaklaşırlar ve bir daha belediyenin kapısından içeri giremezler.
Finans önceliği her şeyden önce geldiği için siz de bir şey yapamazsınız…
Yapabilecek bir şey bulamazsınız…
Seçimlerde size maddi destek verenleri bir kenara atacak haliniz yok ya…
İş döner dolaşır yine Ebu Müslüm Horasani’nin dediği şekilde nihayetlenir;
Onlar şerlerinden emin oldukları için dostlarını kendilerinden uzak tuttular.
Kendilerine bağlamak için düşmanlarını yakınlaştırdılar.
Yakın tutulan düşman dost olmadı.
Ama uzak tutulan dostları düşman oldu.
Herkes düşman safında birleşince yıkılmaları mukadder oldu…