Siyonist İsrail’in ve Batı-Amerikan Kapitalist Emperyalizminin Düşen Maskesi
Siyonist İsrail’in, Filistin Kurtuluş Örgütü HAMAS’ın “Aksam Tugayları” denilen yapılanmasının, 7 Ekim 2023’de İsrail’de yapılmakta olan bir “festival” alanına füzeler fırlatıp “400 kişiyi öldürdü” denilen olaydan sonra İsrail hükümetinin de buna “misilleme” ve “intikamını almak” için Filistin’li Arapların yaşadığı Gazze’ye saldırısı ile başlayan olaylar, o günden bu güne dünya kamuoyu gündemine iyice oturmuştur. İsrail’in bu saldırılarıyla sivil masum kadın, erkek, çocuk demeden hepsini öldürmesinin “uluslararası savaş hukuku anlaşmaları” ve “soykırımı önleme ve cezalandırma sözleşmeleri” ne aykırı olarak yaptıklarının “savaş suçlusu” ve “soykırım yapmak” nitelendirmeleriyle, dünyada kamuoyunu ayağa kaldırmış ve neredeyse her ülkede İsrail’in işlediği savaş suçları ve soykırımlarını kınamak, derhal ateşkes istemeye yönelik gösterileri 7 ekimden bugünü hemen her gün devam etmektedir.
İsrail’in havadan, karadan ve denizden savaş hukukuna aykırı olarak hastane, okul, cami, kilise, mülteci kampı vb. demeden ve üstelik de aynı hukuk gereği yasaklanmış silahları da kullanarak (kimyasal ve biyolojik silahlar) her yeri bombardımanlarıyla ölenlerin “teröristlerden ziyade” denilerek en başka çocukların ve ardından kadınların daha çok ölmesi ve bunların bütün medya organlarına ve özellikle de televizyon ekranlarına canlı görüntülü olarak yansıyan çığlıkları, yığın yığın cesetleri karşısında vicdanlar dayanılacak gibi olmamıştır. Özellikle ve öncelikle de dünya kamuoyunun vicdanını derinden yaralayan bunlar, bir kısım devletler, hükümetlerin ve bunların başkanlarının vicdanlarını hiç yaralamamış, üstelik de “İsrail kendisinin varlığını ve güvenliğini sağlamak için bunları yapıyor” söylemleriyle de İsrail’in bu savaş suçları ve soykırımını kendileri de açık açık destek vermişlerdir. Bu devletler ve hükümetlerin en başında gelenleri, Batı –Amerika Kapitalist Hıristiyan dünyası devletleri ve hükümetleri olmuştur. Üstelik de öncülüğünü kendilerinin yaptıkları ve diğer dünya devletleri ve hükümetlerine kabul ettirdikleri halde savaş hukuku ve soykırımı önleme anlaşmalarına aykırı bu halleriyle de yaşadıkları “çifte standartları” nı bir kere daha göstermişlerdir. İşlenen vahşetleri İsrail dışında herhangi bir devlet veya hükümet yapsa idi, ona karşı aslan kesilirler, önlemek için her yola başvururlardı.
Bütün bu olup bitenlerden sonra dünyamız artık eskisi gibi olmayacaktır. Üstelik de yıllardır demokrasi getirilmesi, insan hak ve hürriyetlerine uyulması, adaletin saığ4lanmaıas vb. şarkıları söyleyenlerin maskelere bir kere daha düştüğü halde, bundan böyle bunlar hiç kimseyi kaldıramayacaklardır.
Antisemitizmin Günahlarının Diyet Borcunun Ödenmesi
Özellikle de ve en başta gelen Batı- Amerikan Kapitalist –Evangelist Emperyalizmi devletleri ve hükümetlerinin, Siyonist İsrail’in Filistin’de sergilediği vahşetlerinin suç unsurları olduklarını bili bile ona her halükarda aktif destek vermelerinin büyük hukuksuzluk ve adaletsizliği nasıl ve neyle izah edilebilir?
Bunun ilk “ipuçları” nı, dünya devlet başkanları içinde Filistinli mazlum ve ezilen Arapların yanında yer aldığı ve onların haklı davalarını savunduğunu her fırsatta ortaya koyan Cumhurbaşkanımız Sayın Recep Tayyip Erdoğan’ın sık sık dile getirdiği şu söylemlerinde bulmak da mümkündür: “Müslümanların Yahudilere borcu yoktur; Batı dünyasının borcu vardır”. “Bizim tarihimizde antisemitizm hiç yaşanmamıştır.”
Antisemitizm, “Yahudi aleyhtarlığı” demektir. Tarihte Ortaçağ Avrupasında bunun neredeyse bütünüyle cereyan ettiği dünya Batı Katolik Hıristiyan dünyası yanında 19. asırda Ortodoks Slav Rusyası olmuş, 20. asır Avrupa’sında ise, en radikal Alman ırkçısı Devlet Başkanı Adolf Hitler tarafından Yahudilerin fırınlarda diri diri yakılması, toplama kamplarında ölümü terk edilmeleriyle birlikte Antisemitizm zirve yapmıştır. Ortaçağda Yahudileri Antisemitist olaylardan çekip kurtaran Osmanlı Devleti olmuş, Avrupa’da katliam ve zulüm gören Yahudilerin Osmanlı topraklarına göçüne Osmanlı sultanları izin vermişler, bu olup bitenler, İslam dünyasında Antisemitizmin yaşanmadığını apaçık ortaya koymuştur. Belgelere dayalı olarak geniş bilgi için benim yazıp yayınlamış olduğumu “Tarihte Adil Türk İdaresi” isimli kitabıma bakılabilir.
Bir kere, Hıristiyan dünyası , Yahudileri kendi peygamberleri Hz. İsa’yı kendilerinden olmadığı için (Hz. İsa Arami kavmindendir) onu “çarmıha gererek” denilerek öldürmelerini hiçbir zaman unutmamışlar, bu sebepten olara hep “lanetli kavim”, “vaftiz edilecek kavim” gözüyle bakmışlardır. Hıristiyan milletlerin, yukarıdaki “dini sebep” yanında “ırkçılık ideolojisi” nin varlığı ve “ekonomik sebepler” de Antisemitizm diğer iki sebebi olmuştur. Yahudilerin Avrupa devletlerinin finans kapitaline hakim olmalarının istenilmemesi yanında, 19. Yüzyılda 1789 Fransız İhtilalinin getirdiği “Nasyonalizm (Milliyetçilik)” fikirlerinin de Avrupa’da monarşik krallıklar ve imparatorluklar yerine “anavatan topraklarında” denilerek küçük ve büyük “safi ırk” esasına dayalı “milli –ulusal devletler kurmak” sürecinin de başlamasıyla birlikte, bunlar kıta Avrupa’sına dayalı Antisemitizm’in yeni sebepleri olmuştuk ki, işte Yahudilerin “Mesihçi Siyonizm” den “Siyasal Siyonizm” e geçişleri bu sayede olmuş, bu giderek günümüzdeki İsrail’in kurulmasına yol açmıştır.
Avrupa Ortaçağ Hıristiyan ve 1789 Fransız İhtilaliyle gelen Yeniçağ’da Seküler Ulusalcı Kapitalist dünyası, yüzyıllar boyunca Antisemitizmin yaşandığı neredeyse tek bölge olduğu için, her ülke ve milletten çok Avrupa milletleri ve devletleri Antisemitizm suçluluklarının giderek “ıstırabı ve vicdan azabı” nı duymaya başlamışlar, bundan kurtuluş için Yahudilerin sempatisini kazanmak uğrunda onlara “diyet borcu ödemek” ten emellerinin gerçekleşmesine her halükarda sempatiyle bakmaya başlamışlardı.
Üstelik de ülkelerinde yaşamakta olan Yahudilerin varlığını, yüzyıllar ötesinde beri sürüp gelen “potansiyel tehlike”, “birer güvenlik sorunu” olarak da algılamaya devam ettiklerinden, bunların ülkelerinden fırsatı doğmuşken çıkarılarak Filistin’e gönderilmeleri onlar için bir “ek kazanç” olacaktı.
Siyonist Yahudiler şimdi, Avrupa’da kendilerine yapılan katliamlar, soykırımlar ve sürgünleri Filistin’e tek başlarına hakim olmak için Filistin’in yerleşik halkı ve toprağının tek sahibi Araplara yapmaya başlıyorlardı. Kendilerine Antisemitizmle Avrupa’da yapılmak istemediklerini şimdi kendileri düşmanları olarak algıladıkları Filistinli Müslüman Araplara karşı kendileri yapıyorlardı. Bu halleriyle Yahudilerin bu çifte standartlarını, Avrupalıların kendileri de bildikleri halde, Siyonist Yahudilere her halükarda destek olmalarının büyük rezillik hali ve çifte standardının dünyada neredeyse bir benzeri yoktu. Hele, Batı dünyasının “diyet borçları” nı kendileri üzerinden değil de (Yahudilere tazminat ödemek vb. gibi ) , Yahudiler gibi bir çeşit düşmanları olarak gördükleri Müslüman Araplar üzerinden ödetmeleri inanılacak ve kabul edilecek bir durum değildi.
İşin esasına bakılırsa, Müslümanlara “ilahi bir mesaj” olarak, Kur’an –ı Kerim’in şu ayet mealleri gerçeklerin bütün sır perdelerini gözlerimizin önüne indirmektedir: Bakara suresi 51 ‘inci ayet: “Dinlerine uymadıkça Yahudiler ve Hıristiyanlar senden asla hoşnut olmazlar.” Maide suresi ayet 51: “Ey iman edenler, Yahudileri ve Hıristiyanları dostlar edinmeyin. Onlar ancak biribirlerine dostturlar. İçinizden kim onları dost edinirse muhakkak ki o da onlardan sayılır. Allah zalimleri doğru yola çıkarmaz.”
Batı’nın “diyet borcu” nu ödemek yanında, Filistin’de Müslümanlara nazaran yukarıdaki surelerde de dile getirildiği halde, Hıristiyan devletlerin Filistin’de kurulacak bir Musevi Yahudi devletinin kendilerine Müslüman devletlere nazaran daha iyi bir dost olacağından da, böyle bir devletin kurulmasının Ortadoğu’da Batı –Amerikan Kapitalist Emperyalizmine daha iyi hizmet edeceğinden, kurulacak Yahudi devletinin bölgede sürekli “koloniyal jandarması –polis devleti” yapılanmasında ona her halükarda destek vermişler ve bunu da aşağıda göreceğimiz üzere itiraf ettikleri halde günümüz itibariyle de her halükarda savunur göründükleri demokrasi getirilmesi, insan hak ve hürriyetlerine riayet ve adaletin sağlanmasına vb. aykırı olarak da vermeye devam etmektedirler.
Mesihçi Siyonizm’den Siyasal Siyonizm Geçiş
Siyasal Siyonizm’in doğuş alanı, 19. Yüzyılda Avrupa’da yeni ideolojik ve siyasi yapılanmaların ortaya çıkmasına bağlı olarak, bu kıta olmuştur. Adı geçen asra 1789 Fransız İhtilalinin yeni fikir ve siyasi cereyanları gereği, bunlardan birisinin de “Nasyonalizm” (Milliyetçilik)” olması sebebiyle, bu cereyan bu kıtada monarşik krallıklar ve imparatorluklar yerine bir anavatanda ırk esasına dayalı olarak küçük ve büyük “ulus devletler” in doğmasına yol açmıştır. Yahudiler, Avrupa’da bu yeniden yapılanmaya kadar M.S. 135’de “Roma Sürgünü” nden beri, Filistin’de yeniden toplanarak “kurtuluş” için hep “Mesihçi Siyonizm” geleneğiyle yaşamışlardır. Esasını, Hz. Davut’un soyundan geleceğine inanılan “ilahi kurtarıcı” bir “Mesih” in Yahudileri dünyanın dört bir tarafından toplayarak Filistin’e getirip burada bağımsız devletlerini yeniden kurmak teşkil etmiştir. Yahudiler, bu özlemleri ve emellerini hiçbir zaman unutmamışlar, bunu dile getirmek için her cumartesi günü yaptıkları Sabbat ayininde dualarını hep “Gelecek yıl Kudüs’te buluşalım” cümlesiyle bitirmişlerdir. (Richard Allen, Imperialism and Natıonalism the Fertile Crescent, Oxfort Unıversity Press, London, 1956, s. 189). 19. asrın ortalarında Mesihçi Siyonizm Siyasal Siyonizm’e evrilince bu sefer de Kudüs ve Filistin’e geri dönmenin emeli olarak yeni “Kudüs Sloganı” şöyle olmuş, bunun kararı 29 Ağustos 1898’de İsviçre’nin Basel şehrinde yapılan I. Dünya Siyonist Kongresinde alınmıştı: “Ey Kudüs seni unutursam, sağ elim marifetlerini unutsun.” (Nahumn Solokow, A History Zıonism 1600 – 1918, Ktav P. Hoıuse Inc., New York, 1969, s. 270) Sağ el marifetlerini hiçbir zaman unutmayacağına göre , Siyonist Yahudiler Kudüs’e dönmek emelleri hiçbir zaman unutmayacaklardır.
Siyasal Siyonizm’in teolojik –ırkçı – siyasal bir ideolojik ve eylem biçimi olarak kendisini göstermesinde, ilk üçü haham, dördüncüsü Rusya Yahudisi tıp doktoru şu isimler “öncü rol” oynamışlardır: Haham Yehudah Alkalai (1798 – 1878), Haham Zwi Hirsch Kalischer (1795 – 1874), Haham Moses Hess (1812 – 1875) ve Rusya Yahudisi tıp doktoru Leo Pinsker (1821 – 1891).
Mesihçi Siyonizm’den Siyasal Siyonizm’e geçişin ilk kitapları olarak Alkalai 1845’de “Yahuda’nın Teklifi”, Kalischer 1862’de “Siyon’a Bakış”, Hess, 1862’de “Roma ve Kudüs” isimli kitaplarını yazarken, Leo Pinsker de 1883’de Rusya’da “Pogromlar” (Yahudi Katliamları) başlayınca, Siyasal Siyonizm’in ilk teşkilatlanması veya cemiyeti olarak “ “Lovers of Zion” (Siyon Aşıkları Cemiyeti) cemiyetini kurdu. Bunun, 1884’de Polonya’nın Kattowizt şehrinde ilk kongresini yaptı.
Siyasal Siyonizm’in ölçüsü bu dört Yahudi’nin de buna geçişte ilham kaynakları, İtalyan, Alman, Polonya, Macaristan, Yunanistan, Karadağ, Sırbistan, Roman ve Bulgaristan milliyetçilik hareketleriyle anavatanlarda küçük ve büyük “ulusal devletleri” in kurulması olmuştu. Kalscher, bunların etkisinde kalarak nasıl harekete geçmek istediklerini kitabında şöyle dile getirir: “İtalyan milleti ve diğer ülkelerin milletleri babalarının vatanı için hayatlarını kurban ederlerken, biz kendimiz, niçin güçsüz ve cesaretsiz, hiçbir şey yapamaz mahrumiyetine düşmüş adamlar gibiyiz?... Ciddi olarak düşünmemize izin verilirse, mesela, İtalyanlar, Polonyalılar ve Macarlar milli bağımsızlıkları için savaş verir ve hayatlarını feda ederlerken, bizler , İsrail’in çocukları, en şanlı ve mukaddes bir vatan mirasına sahip olduğumuz halde niçin cansız ve sessiziz…?” (Shlomo Avineri, The Marking of Modern Zionism the Intellectual Origins of the Jewish State, Weidenfeld and Nicolson, London, 1981, s. 42 ve 48)
Siyasal Siyonistler, “Yahudisiz Filistin” in öncelikle koloniyal – özerk – otonom Yahudi yerleşimleriyle “Yahudi Milli Yurdu” haline getirilmesinin ardından bağımsız İsrail devletinin kuruluşuna gider yolda, bunu tek başlarına ve kendi güçleriyle gerçekleştiremeyecekleri için kendilerine yardım için şu arayışlar içinde bulunmuşlardır: :
1-Yahudilerin Filistin’e gönçlerini finanse etmek için Yahudi zenginlerini ikna ederek onların yardımlarını almak ve bu uğurda bankalar ve finans fonları, teşkilatları kurmak,
2-Büyük Devletlerden biri veya birkaçının aktif desteklerini almak suretiyle de bağımsızlık emellerini onların yardımlarıyla gerçekleştirmek.
Dünyada çok Yahudi zengini bulunduğu ve özellikle de dünya finans piyasasına Yahudi zenginleri hakim oldukları için Siyonist Yahudilerin bunlardan para tedarikleri ilk zamanlarda zor olmasına rağmen, giderek ikna edilmeleri sonucu onlardan göç için para tedariki sağlanmıştır.
Birinci dönem Siyonist Yahudi öncülerinin para yardımlarını almak için üzerlerinde en çok durdukları Yahudi zenginleri, Edmond James de Rothschildler, Monefiors Mois, Foulds ve Albert Kanss’tı. Ömrünün sonunu kadar sürekli en büyük kazançları Rothschildler olmuştu. Kendisinden “en büyük Yahudi zengini ” olması yanında, “en büyük Yahudi sevdalısı” olarak da bahsedilen Rothschildler, Türkiye üzerinde ekonomik ve siyasi nüfuzunu kurmak için daha 1830’lu yıllarda Türkiye’yi ziyaretlere başlamıştı. En büyük nüfuzunu, Kırım Harbi yılları ve Sultan II. Abdülhamit zamanında kurmuştu. Osmanlı Devletinin dışarıdan ilk borçlanmasına, Osmanlı padişah ve sadrazamlarına telkinleri ve tavsiyeleriyle Rothschildler en başta gelen sebeplerden birisi olmuştu. İlk dış borcu, Kırım Harbi sırasında para sıkıntısı çeken Osmanlı’ya harp sırasında ve harp bittikten sonra o vermeye başlamış, Sultan II. Abdülhamit bile zamanında ondan borç almış ve hatta bu hizmetleri karşılığı ona Osmanlı nişanları vermişti.
Rothschildler’ in , “Siyonist emellere hizmet” uğrunda Filistin’den ilk toprak satın alarak burada Yahudi kolonileri kurması 1867’de Batılı Büyük Devletlerin baskısıyla çıkarılan Osmanlı Arazi Kanunnamesi ile olmuş, bu kanunnameyle yabancılara toprak satışı da serbest bırakılmıştı. Rothschildler bundan faydalanarak 1882’ye kadar Almanya’dan ağırlıklı olarak Yahudi göçleriyle, Filistin’de 80 bin dönüm toprak satın alarak, Gazze – Yafa arasında sahil şeridi ve içlerinde tam 10 Yahudi koloniyal yerleşim merkezi kurarak bunlara 120 bin Yahudi göçmeni yerleştirmek suretiyle kurulması planlanan bağımsız İsrail’in temellerini fiilen o atmıştı.
Sultan II. Abdülhamit, Siyasal Siyonistlerin “vatan bölücü” emellerinin farkına varınca, 1883’ den başlayarak Filistin’e Yahudi göçlerini yasaklamış, bunun sonucu olarak Rothschildler’ le de ilişkileri giderek iyice bozulmaya başlamıştı. (Geniş bilgi için özellikle Osmanlı arşiv belgelerine dayalı olarak bakınız: Prof. Dr Mustafa Balcıoğlu – Prof. Dr. Sezai Balcı, Rostschıldler ve Osmanlı İmparatorluğu, Erguvani Yayınevi, Ankara, 2023, s. 17 – 511)
Rothschildler’in Siyonizm’e hizmetleri o derece büyük olmuştu ki, I. Dünya Harbi yıllarında İngiliz hükümetlerine büyük para ve diplomatik destekleri sebebiyle, İngiliz devleti ona bu hizmetleri karşılığı “Lord” unvanını vermiş, “Lord Rothschildler” adıyla anılmaya başlanmıştı. Bu lord, İngiltere’ye büyük hizmetleri karşılığı ondan, İngiliz hükümetinin Filistin’in bir “Yahudi Milli Yurdu” haline getirilmesi ve burada bir Yahudi Devleti kurulmasına destek veren 2 Kasım 1917’de Balfour Deklarasyonu’nun yayınlanmasına en büyük sebep kendisi olmuştu. Hatta Siyonist lider Chaim Weizman’ın hatıra kitabında yer aldığı üzere, adı geçen deklarasyonun “taslak metni” 18 Temmuz 1917’de Rotschildler tarafından yazılarak İngiliz hükümetine gönderilmiş, İngiliz Dışişleri Bakanı A. W James Balfour bunda çok az değişiklik yaparak, kendi adıyla anılacak adı geçen deklarasyonu, üstelik de ilk defa Rochschildler’ e göndererek yayınlanmasına sebep olmuştu. (Chaim Weizman, Trail and Error, Happen and Brothers Pubsishers, New York, 1949, s. 203 ve 208)
Birinci Bölümün Sonu
SİYASAL SİYONİZMİN BİRİNCİ DÖNEMİNDE “KOLONİYAL JANDARMA-POLİS DEVLETİ” KURMANIN İTİRAFLARI
1845- 1898
Süleyman KOCABAŞ
İkinci Bölüm
Dizi yazımızın birinci bölümünde gerekli girişi yaptıktan sonra, bu ikinci bölümünde, asıl konumuz olan İsrail’in “stratejik önemi büyük” denilen Filistin’de niçin bir “Koloniyal Jandarma-Polis Devleti” olarak kurulduğunu ve bunun kuruduktan sonra da böyle devam ettiğinin sebeplerini, hem Siyonistlerin kendi itirafları hem de ona her halükarda destek vermelerinin sebeplerinden olarak Büyük Devletlerin kendi itiraflarından olarak olup bitenleri belgelerle anlatacağız.
Siyasal Siyonizm, kendisini gösterdiği ilk döneminden (1845 – 1898 zaman dilimi) itibaren, emellerini gerçekleştirmek için Yahudi göçlerini finanse etmeye yönelik para temini yanında, ikinci önemli bir husus olarak da emellerini yalnız başına kendi imkanlarıyla gerçekleştiremeyeceklerinden olarak:
1-Bağımsız İsrail Devletinin kuruluş safhasında bir veya birkaç Büyük Devletin desteğini almak yanında,
2-Bağımsız devlet olduktan sonra da, “etrafı düşmanı devletlerle çevrili olacağı” sebep gösterilerek, “bağımsızlık içinde bağımlı olarak varlığını sürdürebilmek” için de denilerek, mutlaka bir veya birkaç devletin kendi bağımsızlığını ve varlığın korumak için bunların kendisine yardımlarına sürekli ihtiyaç duyulacağından;
a-İsrail’in kuruluş safhasında kendisine yardımcı olacak Büyük Devletlerin, bağımsızlığına kavuşması karşılığı onlara bölgesinde kendilerinin emelleri gerçekleştirmek ve çıkarlarını korumak için onlara “Jandarma –Polis Devleti” olacağı vaadinde bulunması yanında,
b-Hıristiyan – Kapitalist yayılmacı ve sömürgeci emperyalist Büyük Devletlerin, “stratejik ve ekonomik önemi büyük” denilen Filistin ve Ortadoğu’da Müslüman Devletlere nazaran kendilerine daha yakın ve daha dost olarak gördükleri Musevi İsrail’in kendi çıkarlarını daha iyi koruyacaklarından onun kendilerine “Jandarma –Polis Devleti” yapılanmasında kurulması istekleri;
Büyük Devletlerden hangisini istinat edileceği ve özellikle hangisine öncelik verileceği konusundan olarak:
1-Osmanlı Devletiyle yapılacak görüşmeler ve anlaşmalara öncelik verilmesi,
2- Osmanlı Devletiyle bir sonuca varılamazsa bu sefer de Avrupa’nın sömürgeci ve yayılmacı emperyalist Büyük Devletleriyle (İngiltere, Fransa, Almanya, Rusya ve İtalya) görüşülerek anlaşmaya varılması.
Siyasal Siyonizm birinci döneminde Büyük Devletlerden birisini istinat olarak öncelikle Osmanlı Devleti ile olacak görüşmelere ve anlaşmalara ağırlık verilmesi üzerinde durmuştur. Bunun iki sebebi vardır:
1-Üzerinde Bağımsız İsrail Devleti kurulacak,Yahudiler için Rab tarafından (Rab Abraham’a dedi: Şimdi gözlerini kaldır ve bulunduğun yerden kuzeye ve güneye ve doğuya ve batkıya bak; çünkü görmekte olduğun bütün memleketi (Nil’den Fırat’a) sana ve ebediyen senin zürriyetine verdim” –Tevrat, Tekvin Kitabı Bab 13, cümle: 16) kendilerine bir çeşit “milli yurt- anavatan yapılması” tanımlamasıyla “Vaat Edilen Toprak Filistin” üç kıtaya yayılmış Osmanlı İmparatorluğunun Suriye’de Şam vilayetinin Kudüs Sancağına (ilçesinin) yerli halkı olarak Müslüman Araplarla meskun bağlı bir bölge olduğu için, öncelikle Osmanlı Devletiyle anlaşmaya varılırsa iş daha başında halledilmiş olur, diğer Büyük Devletlerle görüşmeler ve anlaşmalara gerek kalmazdı.
2-Siyonistler Osmanlı Devletiyle anlaşmak için ona kendi faydasına neleri vaat edecekler ve bunların karşılığı ondan kendileri için nasıl bir yönetim yapılanması verilmesini isteyeceklerdi?
Moses Hess, “Roma ve Kudüs” isimli kitabının birinci bölümünde, “Eski Roma” yı dirilten İtalyan Milliyetçiliğinin “kurtuluşları” için Yahudilere de örnek olması gerektiğinden bahisle, buna emsal “Eski Kudüs” ün de uyandırılacak bir Yahudi milliyetçiliğiyle kurtulabileceği üzerinde durur. (Moses Hess, Rome and Jerusalem, Block Puplishing Company, New York, 1918, s. 35 – 36) Kitabına adı geçen ismi zaten bu sebepten koymuştur.
Hess’in kitabının müteakip bölümlerinde, öncelikle Osmanlı Devletiyle görüşme ve anlaşmaya varılırsa, meselenin daha baştan halledileceğinden bahisle, bu görüşme ve anlaşma şartlarından olarak Osmanlı Devletine verecekleri ve ondan alacaklarından olarak şunlardan bahseder: “Türkiye yaşlanmış ve yıpranmıştır. Ona birkaç avuç altın vermek onu yola getirecektir. Vatanımızı bize verin ve bu parayla sallanmakta olan imparatorluğunuzu diğer bütün kısımlarıyla birlikte güçlendirecek, kuvvetlendireceğiz.” (Hess, s. 273)
Hess, Osmanlıya para yardımı ve onun güçlendirilmesi karşılığı ondan neler istiyordu? Bunlarla ilgili olarak da Filistin’e göç ettirilecek Yahudilere “koloniyal yerleşim” temin edilerek bunlara “otonomi” veya “muhtariyet-özerklik” yönetimi verilmesi isteğinden bahseder. Osmanlı Devleti iyice zayıflayıp parçalandığı zaman ise, bu özerk Yahudi yönetimi de bağımsızlığını ilan etmesi sonucu bağımsız İsrail Devleti kurulmuş olacaktı. (Hess, 145 – 146).
Hess, bu planının aşkı ve şevki içinde biraz da “sloganik” olarak bütün dünya Yahudilerini Filistin’e göçe şöyle davet ediyordu: “Arş ileri! Bütün ülkelerin Yahudileri! Eski anavatan toprağı sizi çağırıyor. Biz gururla sizin için kapıları açacağız…’
Arş ileri! Şehitlerin torunları! Uzun bir sürgün hayatınızın sonuçlarını göreceksiniz. İhtişamlı Davut’un günleri tekrar gelecek…!
Arş ileri! Siz soylular! Yahudi kabilelerinin anavatanlarını dönmesiyle insanlık tarihinin yeni bir çağı başlayacak…!”(Hess, s. 149 – 150)
Hess’i müteakip gelen diğer Siyonist liderlerin Filistin’de Osmanlıya bağlı bir Yahudi özerk yönetimi ve ardından bağımsız devletlerini kurmaları karşılığı Osmanlının faydasına olabilecek teklifleri, işin esasına bakılırsa, diğer Büyük Devletlerden önce Osmanlıyla anlaşmak ve bunun karşılığı onun lehine çalışarak, Osmanlı coğrafyasında ona bir çeşit “onun Jandarmalığına soyunacak” bir yapılanma kendisini gösteriyordu.
Osmanlı Devleti’nin Siyonist Yahudilerin öncelikle onun “jandarmalığına soyunma ” tekliflerine “evet” diyecek şartları ve durumu yoktu. Osmanlı, Siyasal Siyonizm’in kendisini gösterdiği 19. asrın ortalarında, “vatanının parçalaması” yapılanmasına iyice girmiş, bağımsız Balkan devletçikleri kurulmuş, özerk Lübnan ve Girit doğmuş, Doğu Anadolu’da “Ermeni ayrılıkçı hareketi” başlamıştı. Bütün bu hengameler içinde, zaten kendisi de “vatan bölücü bir hareket” özelliği gösteren Siyonist cereyanın isteklerine evet demek mümkün değildi. Sonra, Filistinli Müslüman Araplar da “milli yurtları” olarak gördükleri Filistin’de kedilerine rağmen bağımsız Yahudi devletinin kurulmasına karşı idiler. Osmanlı Padişahları, Müslümanların halifeleri olmaları sıfatıyla da Müslüman tebaalarını her türlü tehlikelerden korumakla görevliydiler.
Osmanlı Devleti, Siyonist tekliflere hayır derse, bu sefer de Yahudiler hangi büyük devlete yardımları karşılığı ona “jandarmalık yapmak” vaadinde bulunacaklardı? Bu devletler, şeksiz ve şüphesiz Batı’nın sömürgeci ve yayılmacı emperyalist Hıristiyan Büyük Devletleri olacaktı. Hess’in bu uğurda düşündüğü ve anlaşabilecekleri devletlerin başında Fransa geliyordu. Fransa isteklerini yerine getirirse, bölgelerinde onan çıkarlarını koyacak “Jandarması -Polis Devleti” olacaklar, Fransa’ya bunun vaatlerinde bulunacaklardı.
Hess, bunu da kitabında şöyle dile getirmişti: Yahudilerin kurtuluşu için 1789 Fransız İhtilaline de atıfta bulunarak, “ Fransa sonunda sizi azat etti. Bizim zincirlerimizi kırdan Fransa, büyük dünya çağının arifesinde bütün milletleri de aynı özgürlüğe çağırdı. Şimdi siz vatandaşlar ve kardeşler haline geldiniz. 1789 yılı, sizin eski halinize dönüşün ilk adımıdır… Getto’da (tecrit edilmiş Yahudi mahalleleri) bulunan sizi, onun kapılarını ebediyen kırmakla Fransa kurtardı… Fransa, muhtemelen bizim için kurtuluş ışığınız, düşmanlarınıza karşı bir kaya, aynı zamanda yerleşmiş modern düşmanlara karşı da bir kurtarıcı olacaktır…” (Hess, s. 156 – 157)
Hess, bunları yazdıklarının ardından Filistin’de bağımsız Yahudi devletini ancak Fransa’nın yardımları sayesinde kuracaklarını, bunların karşılığı olarak Fransa’ya Ortadoğu’da “Jandarma –Polis Devleti” görevi yapacaklarına dair de şunları yazar: “ Fransız milletinin sempatisi ve Fransız politik menfaatleriyle uzlaşan Yahudiler, Fransız askerlerinin modern Nabuchadnezzar’ı (Babil kralı bunun Filistin’de kurulu Yahudi devletini yıkarak Yahudileri toptan Babil’e sürmesi) yıkıp, zafer kazandıktan sonra, Yahudi milletini kurtarma işine girişecektir. Fransa, sonunda Hint ve Çin yolu üzerinde Fransız çıkarlarını gözeten, Filistin’e yerleşik dost ve vefalı bir halk Yahudileri görecektir.” (Hess, s. 167)
Batının Kapitalist Emperyalist sömürgeci ve yayılmacı Büyük Devletlerinden İngiltere, Almaya, Fransa ve Rusya’nın Siyonist hareketin emlerinden kendi hesaplarına faydalanma isteklerine gelince, bunlar, Filistin’de kurulacak bağımsız Yahudi devletinin, burasının büyük startejik, askeri ve ekonomik önemi sebebiyle, bu devletin kendilerine muti olduğu takdirde, bölgedeki kendi emlerlini bununla gerçekleştirebilecekleri ve çıkarlarını koruyabilecekleri düşüncelerinden hareketle ona her halükarda destek olmaya hazırdılar. Bunu erkenden Siyasal Siyonizm’in birinci döneminde açık açık dile getirmeye başlamışlardı
Bu cümleden olarak daha erkenden Fransız İmparatoru I. Napolyon, Yunancılık ve Arnavutculuk “vatan bölücü” harekelerini tahrik etmek yanında “ yine bu cümleden olmak üzere Filistin’de bağımsız bir Yahudi devleti kurulması projesini de 1798’de Mısır’ı ve ardından Suriye’yi işgali sırasında yürürlüğe koymaya çalışmıştı. Donanması İskenderiye limanında İngiliz donanması tarafından baskınla yakılan I. Napolyon’un , Fransa ile irtibatı kesildiği için Ortadoğu bölgesi halklarından kendisine asker temini hususunda özellikle de Yahudilere hitaben 22 Mayıs 1799’da yayınladığı bildiride, ordusuna asker yazılmaları karşılığı onlara Filistin’de bir bağımsız Yahudi devleti kuracağını vaat etmişti. (Hayyim J. Cohen, The Jews of the Middle Eazt 1860 – 1972, İsrail University Press, Jerusalem. 1976, s. 10). Yahudiler, buna itibar etmediler.
Filistin’de kendisine bir “jandarma-polis devleti” olacak Yahudi devleti kurmak emelinden bir türlü vazgeçemeyen I. Napolyon, 1807’de Paris’te dünya Yahudilerine hitaben yayınladığı bir bildiriyle, onlardan burada bir “Yahudi Milli Meclisi” toplamasını istemiş, buna da onlardan riayet ve rağbet eden olmamıştı. (Herbert Mason, Reflections on the Middle East Crisis, The Haguex, Mouton, Paris, 1970, s. 44)
Fransızlardan sonra Almanlar da Filistin üzerinden sömürgeci ve yayılmacı emellerini dile getirmişlerdir. Helmuth von Moltke’nin 1840’da başlayan Doğu ziyareti sonucu bu vurgu yapılmış, hatıralarında burasını “Doğu’nun giriş kapısı” olarak nitelendiren Moltke, Avrupa’nın Hindistan’la olan ticaretinde direkt ticaret yolu üzerinde yer alan alanlardan birisi olup, burasını “ Mısır ve Suriye’yi koruma duvarı” olarak da nitelendiriyordu. (Isaıah Friedman, Germany Turkey and Zionism 1897 – 1918, At the Clarendon Press, Oxford, 1977, s.3)
Almanya’ nın ortaya konulan bu emelleri sonucu, Filistin üzerinden çıkarlarını korumak için olacak ki.buraya ilk koloniyal Yahudi göçü yerleştirilmesi Almanya’nın himayesi sayesinde olmuş, bunlar, onunla işbirliği halinde dünyanın “en zengin Yahudisi” ve “Yahudi sevdalısı” denilen Edmond James de Rotschildler tarafından finanse edilmeye başlanmıştı. “Alman Yahudiler, Filistin’e yerleştikçe ve Alman konsoloslarının yardımlarını gördükçe güçlendiler ve Alman çıkarlarının en sadık koruyucuları ve yayıcıları oldular.” (İlber Ortaylı, Osmanlı İmparatorluğundan Alman nüfusu, Kaynak Yayınları, İstanbul, 1983, s. 125 – 126)
Avrupa’da Kapitalist Emperyalist devletlerden olarak, Filistin’de koloniyal Yahudi yerleşimlerinin ardından, burada kendilerine de hizmet edecek bağımsız bir Yahudi devleti kurulması uğranda en çok çaba gösteren devlet, 19. yüzyılda dünyanın birinci süper gücü haline gelen İngiltere olmuştu. Bunun ilk işaretlerini, İngiliz Dışişleri Bakanı ve Başbakanı Lord Palmeston verdi. Siyonizm’in tarihini yazan N. Solokow’a göre, “Palmerston devri (1831 – 1852) İsrail’in yeniden inşası idealinin İngiltere’de en revaçta olduğu zamandı.” (Nahum Solokow, A Hıstory Zionism 1600 – 1918, Ktav P. House Inc., New York, 1969, s. 101)
Filistin’de, İngiltere’nin emellerine hizmet edecek olan Yahudi kolonilerinin kurulması Palmerston’u iyice cezp etmişti. Bu uğurda bir rapor ve program hazırlanarak bunun tatbikatı için İstanbul’daki İngiliz Büyükelçisi Ponsonby’ya talimat verilmişti. Büyükelçinin durumu Babıali’ye “yanlış intikal ettirmesi yanında” denilerek, dünya Yahudiliğinin de o günün şartlarında ‘Mesihçi Siyonizm” geleneğine bağlı oldukları için, bu programa rağbet etmedikleri üzerinde durulur. (Friedman, s. 29)
Emperyalist sömürgeci ve yayılmacı Büyük Devletlerden Rusya da kendi himayesinde Yahudileri koruyarak bölgeye nüfuz için erkenden bunun işaretini vermişti. Bu, Albay Peste tarafından ortaya atılmış, hatta bu uğurda bir program bile yapılmıştı. (Walter Laquen, A Hıstory Zionosm, Halt, Ronehart and Winston, New York, 1972, s. 42)
Görülüyor ki, Siyasal Siyonizm’in birinci döneminde, gerek Siyonist Yahudilerin ve gerekse onlara aktif destek verecek olan Emperyalist Büyük Devletlerin, hem de ayrı ayrı kendi itiraflarıyla, Filistin’de kurulacak Bağımsız Siyonist İsrail devletinin, “Koloniyal Jandarma –Polis Devleti” özelliğiyle de, “bağımsızlık içinde bağımlı olarak” bir yapılanmayla hem İsrail hem de Büyük Devletlerin emelleri ve çıkarlarına hizmet edeceğini bu ikinci bölümümüzde böylece kendi itiraflarından belgelerliyle anlatmış buluyoruz Bunun daha da büyüyecek olan boyunlarını dizi yazımızın müteakip bölümlerinde anlatmaya devam edeceğiz. 23 Kasım 2023
İkinci Bölümün Sonu