Tolstoy’un günlüklerine bayılırım. Hele bu yaz ve tatil günlerinde döne döne tekrar okur, yazarın kendi muhasebelerinden, kendine karşı şiddetli kavgalarından ben de kendi hayatıma dair özeleştiriler, kavgalar çıkarırım.
Tolstoy 80 yaşında yazdığı o birbirinden harika notlarının birinde şöyle söylüyor:
“Ancak şimdi asıl iş başlıyor. Ancak seksen yaşındayken yaşam başlıyor. Ve eğer yaşamın zamanla ölçülemeyeceği anlaşılırsa bunun da bir şaka olmadığı anlaşılacaktır.”
Ve 82 yaşında şu notu paylaşıyor:
“Çalışamıyorum, yazamıyorum. Yine de Allah’a şükür kendi üzerimde çalışabiliyorum. Hala ilerleme kaydediyorum.”
Tolstoy’un günlükleri hayatının sonuna kadar düşünen, yazan, hayatla, kendisiyle mücadele içinde olan bir entelektüelin muhasebelerini gösteriyor bizlere.
70 yaşında olan Fehmi Koru denilince aklıma ilk gelen kelimeler ise bugün en çok muhtaç olduğumuz doğruluk, dürüstlük, hakperestliktir.
Kendisinin gazetelerde ilk yazmaya başladığı dönemlerde biz henüz İstanbul’da üniversite öğrencisiydik. O yıllardan bu günlere pek çok konuda “Fehmi ağbi ne söylemiş?” diye baktığımız yazıları bize örnek olmuştu.
Ama bana Fehmi Koru ile ilgili üç kelime söyle deseler; doğruluk, dürüstlük, hakperestlik derdim.
Şimdi televizyonların, gazetelerin en tepelerinde duran bazı yazarlara bakıyorum; 28 Şubat döneminde gösterdikleri sapasağlam duruştan eser göremiyorum. Bilakis tepeler gücün, paranın, makamın, şöhretin karşısında eğilen sözde entelektüeller ile dolu.
Fehmi Koru eğer isteseydi en tepelerde onlardan biri olabilirdi.
O sadece doğru söylemeyi, yanlışa yanlış demeyi seçtiği için bir zamanlar kendisini el üstünde tutanlar bugün görmezlikten gelmeye çalışıyorlar.
Çünkü bizde “Düşmanıma karşı her şeyi söyleyebilir, haklı haksız her şekilde eleştirebilir, ama bizim yakada olanları eleştiremez, yanlışlarını söyleyemezsin.” anlayışı en büyük putumuz olmuş.
Özeleştirinin herkese, hepimize lazım olduğunu dünyamızdan çıkarmışız.
Küçük insanlar bizleri alkışlayıp, slogan atmalı. Ortanca insanlar alkışlamalı. Ama Fehmi Koru gibi insanlar sadece sussa bile yeterliydi.
Ama işte o hakperestlik yok mu!
Fehmi Koru’nun 80’li yıllardan beri okuyucusu olan bana verdiği en büyük ders işte bu hakperestliktir.
“Hakkın hatırı âlidir hiçbir hatıra feda edilmez.” der Bediüzzaman.
Said Nursi ile Fehmi Koru arasında hep bir tavır benzeşmesi görürüm.
Bediüzzaman Abdülhamid’den Doğu’da din ve fen ilimlerinin okutulacağı medreseler isteyip, bunda ısrar edince önce hapishaneye, sonra tımarhaneye gönderilmişti.
İttihatçılarla beraber hürriyet, ve istibdadın kalkmasını istedi. Ancak İttihatçılar istibdada başlayınca hakperestliği onu susturmadı ve Divan-ı Harb-i Örfi’de idamla yargılandı. Zalimler için yaşasın cehennem sözü bu yargılamanın ürünüdür.
Sonra Kurtuluş Savaşı için çalıştı. İngilizler hakkında ölüm emri çıkarttı. Savaştan sonra meclise davet edilip konuşmalar yaptı. Ancak meclisin muktedirlerini alkışlamadığı, yanlışlarını söylediği, en önemlisi de hiç susmadığı için yıllarca sürgünlere ve hapislere gönderildi, defalarca idamla yargılandı.
Said Nursi ve Fehmi Koru’nun makbul insan olmaları için sadece susmaları yeterliydi. Onlardan alkış bile istenmiyordu. Sadece bizim mahalle sakinleri yapıyorsa doğrudur anlayışını istediler. Sana ne başka mahallenin çocuklarından, Ahmet Altan’ından, Nazlı Ilıcak’ından, Osman Kavala’sından dediler.
Ama ikisi de susmadı, susamadılar. Hakperestlikleri, doğrulukları onları susturmadı.
Said Nursi çoktan vefat etti. Bence dünyanın pek çok yerinde binlerce genç bu sakıncalı(!) insanın kitaplarını coşkuyla okumaya devam ediyorlarsa Bediüzzaman’ın hayatındaki dosdoğru çizgiden ve hakperestliğindendir.
Fehmi Koru 70 yaşında. Bugün hala dimdik her mahallenin doğrularını ve yanlışlarını yazabiliyor, kimde olursa olsun hakkı savunabiliyorsa saygıyı ve sevgiyi hak ediyor demektir.
Haksızlıkları, adaletsizlikleri, zulmü alkışlayan, en azından sessiz kalıp susan sahte entelektüellere rağmen.