Severek takip ettiğim aylık bir dergi ve onun okumaktan keyif aldıran tarzıyla, kalemini bir nakkaş gibi kullanan yazarı Tamer Sağcan.
Sosyal medya hesabından, çoğu anlıkmış gibi görünen ama aslında yılların birikimi ve araştırmalarının neticesi paylaşımlarını takip etmek, o bilgi havuzundan istifade etmek tavsiye edilir. Bir diğer mecra da aylık olarak yayımlanan ilim, kültür dergisidir. Burada da kendisinden faydalanabilirsiniz.
Evet, gelelim Sevgili Tamer Sağcan’ın yazımızın konusu olmasına.
Yine dalmışım yazıların arasına, birini bitiriyor birine başlıyorum, umuyorum ki her bir yazıdan hisseme düşen payı alayım, ilmim artsın, elde ettiğim bilgileri kendi zihin dünyamda harmanlayıp ben de bir yazı kaleme alabileyim.
Derken Taner Sağcan’ın sosyal medya hesabındaki bir yazısını okumaya başlıyorum. Basketbol ve basketbol terimleri üzerinden gençliğin dilinin nasıl tahrip olduğuna, birçok yabancı kelimenin günlük dilin bir parçası olmasına üstelik de gerçek manasından çok uzak anlamlarda yanlış kelimelerle yan yana dizilmesine dair eleştirel bir yazı. Burada da küçük bir örnekle NBA basket bol maçlarına olan ilgi ve bu maçları anlatan kişinin bu dil bozukluğundaki payını izah etmişler.
Yazı güzel, beğendim. İşte dedim bu. Somut olay, sonuçları ve nedenleri ile yıllarca güncelliğini koruyacak bir yazı ellerine sağlık.
Ve o an, gözüme o muhteşem yorumun iliştiği o sihirli an geliyor.
Yazının altında bir yorum. “Bence basketbol terimlerinin Türkçeleştirilememesinde Kaan Kural’dan çok Murat Murathanoğlu’ nun etkisi daha çoktur. Kaan Kural; "clean path" faülüne "açık patika" faulü dedi ama tutmadı.” (Yorum aynen kopyalanmıştır).
Yıllardır konuşuruz, yazarız, yazanları, konuşanları dinleriz. Yazılanlara ve konuşulanlara dair; genellemeler yapılan, konuyla alakası olmayan, bir anlam bütünlüğü ifade etmeyen, yanlış muhakemelere dayalı, bazen duygusal, bazen eksik bilgi ve batıl inançlara dayanan eleştiriler gelir.
Ve bu eleştiriler sizin o anki yoğunlaşmanızı dağıtabilir, konudan uzaklaştırıp asıl mecranızdan koparabilir. Nitekim de öyle oldu çoğu zaman. Öyle oldu ama bu durumun adını koymakta da zorlanıyordum. Neydi bu? Nasıl oluyordu? Çözümünü nasıl ve nerede bulacaktım?
İşte yorum sahibine teşekkür etmemin nedeni de tam da buradadır.
Hep merak ettim; bir ben mi bu durumla karşı karşıyaydım, başkalarına da oluyor muydu? Onlar da bu dumur halini yaşıyorlar mıydı?
O yorum, o kapılar açan yorum bana “açıl susam açıl” dercesine yeni bir kapı aralamıştı.
Artık kesin olarak biliyordum ki; yalnız değildim.
Hemen arama motoruna adını bilmediğim ama tarifini az çok yapabildiğim bu hastalıklı durumu yazdım ve bastım arama tuşuna. Karşıma çıkan sayfalara tek tek tıkladım, açılan pencerelerin her birindeki yazılanları okudum lakin hiçbiri tam olarak karşılayamıyordu.
Ve nihayetinde bir dostun da yardımı ile wikipedi’de açılan bir sayfa imdadıma yetişti, ardından başka sayfalar. Yoksa inat da bir murat da hesabı bulana kadar vazgeçmeyecek ve belki saatlerce günlerce o sayfa senin bu pencere benim gezinip duracaktım.
Kıyas-ı Batıl, Osmanlıcası.
Bugünkü dilimizde karşılığı ise Safsata.
Günlük kullanımda halk arasında rastladığımız bir kelime ama pek çok kelime gibi onun da anlamını bilmeden kullanıyormuşuz. Ve şimdi biliyordum. Safsata.
Zihin bulanıklığı içerisindeki toplumumuzun, meramını ifade ederken yaptığı kusurlu akıl yürütmelerinin karşılığıdır Safsata.
Dinlenilen kişi, okunulan metine dair getirilen eleştirilerin, verilen örneklerin konu ile alakasının olmamasının adıdır Safsata.
Bilgi kaynağını itibarsızlaştırmak için kullanılan karalama/kötüleme yönteminin adıdır Safsata.
Bilgi kaynağı veyahut içeriğe karşı duygusallığımızın dışa vurumudur Safsata.
Özensiz dil kullanımı ve ana dilinin gramer yapısına ve kelime dağarcığına hâkim olmadan konuşmanın adıdır Safsata.
Bir örnekten yola çıkarak genellemeler yapıp, bilginin özünden uzaklaştırandır Safsata.
Batıl inançlar ve önyargılarla hadiselere yaklaşma durumunun adıdır Safsata.
Ve dahası.
Safsatanın onlarca çeşidi vardır. Okuryazar olanlarca iyi bilinmesi gerekir. Bu çıkarsama mantığı iyi bilinirse; dinleyici ve okuyucularımızın bizden sadır olan sözleri nasıl anlayabileceklerine dair ön bilgiler edinmemizi ve doğru anlaşılmak için kullanmamız gereken doğru dili inşa etmemizi sağlayacaktır.
Hz. Pir “Karşınızdakinin anladığı kadar anlatmışsınızdır” der.
Yazmaktan maksat; okuyanların, öncelikle düşünce dünyasında ardından davranışlarında değişimleri sağlamak ise, okuyucunun içinde bulunduğu sosyolojik katman, kültürel ve ekonomik gerçekliğin etkisi ile safsataya bolca başvurduğunu, bu durumun günlük hayatı içerisinde önemli bir yer işgal ettiğini bilmek ve reçetenin dilini iyi ayarlamak gerekir.
Okuyucunun/dinleyicinin toplumsal hastalığımız olan duygu durum bozukluğu ve kusurlu akıl yürütmelerden nasiplenmiş olabileceği gerçeğini akıldan çıkarmadan, yazılarımızın istenilen neticeyi vermesi adına mücadele edilmesi gereken birincil sorunumuzun safsata ve safsatacılık olduğunu tespit etmeliyiz. Teşhisi doğru yaptığımızda geriye tedavinin ehlince yapılması kalacaktır.
Savaş UYAR