Fikir
Giriş Tarihi : 29-10-2022 14:06   Güncelleme : 29-10-2022 14:06

Ailenin Sapkınlık ve Saldırılara Karşı Korunması 30 Ekim Başkent Yürüyüşü

​Tüm dünya genelinde, LGBT eğilimli sapkın zihniyetin aile kurumuna karşı yürüttüğü kampanyalar ve baskıcı kuşatmalar aile kurumuna çok büyük zararlar veriyor.

Ailenin Sapkınlık ve Saldırılara Karşı Korunması 30 Ekim Başkent Yürüyüşü

Bugün Batılı ülkelerin birçoğunda, “cinsel yönelim”, “cinsel tercih”, “cinsellik hakkı” vb. adlar altında tamamen insan fıtratını ve tabiatını yok edici mahiyetteki eşcinsel evlilikler yasal güvenceler altına alınmaktadır.

Bu LGBT zihniyeti kuşatması altında, nerede ise nikâhlı evliliklerle yarışır düzeyde nikâhsız birlikte yaşamalar çoğalmakta, nikâhsız birliktelikler nikâhlı olanları geçmektedir.

Ayrıca, nikâhsız birliktelikler yanında, günü birlik ya da kısa süreli nikâhsız cinsel ilişkiler neticesinde, nesebi bellisiz milyonlarca çocuklar ortaya çıkmaktadır.

Batılı ülkelerin büyük çoğunluğunda eşcinsel evlilikler yasal olarak meşrulaştırıldığı için, bir kısmı annesi babası belli olmayan, bir kısmı annesi belli babası belli olmayan, bir kısmı da annesi ve babası belli olan çocuklar, çeşitli sebep ve bahanelerle eşcinsel birlikte yaşayanlara evlatlık olarak verilmektedir. Esasen çocukların anne ve babaları ile birlikte yaşamaları onlar için en tabii ve onların psikolojisine en uygunu olduğu halde, bu sapkın uygulamalar, çocukların psikolojilerini ve tabiatlarını kökünden sarsmaktadır.

Aşırı bireysellik ve rüşd yaşına gelen evlatların büyük çoğunluğunun ailelerinden kopmaları, ebeveynlerin bir müddet sonra yalnızlaşmalarına sebep olmaktadır. Bu yalnızlık bazı kereler onlar için dayanılmaz manevi acılara yol açabilmektedir.

İnsanların iki farklı cins olarak dünyaya gelmeleri onların tabiatlarının ve fıtratlarının bir gereğidir. Esasen bu, bütün canlılarda böyledir.

Meşhur bir söz var:

“Toplumsal hayatta çığır açacak icraatlar yapanlar, eğer kâinattaki fıtrat kanunlarına aykırı hareket ederlerse, hayırlı işlerde ve terakkîde muvaffak olamazlar. Bütün hareketler şer ve tahrip hesabına geçer. Madem fıtrat kanununa uygun hareket etmek mecburiyet var; elbette insanların fıtratını değiştirmek ya da fıtrata aykırı işler yapmak insanlığa en büyük kötülüktür”.

Bu sözle uyumlu olarak ifade etmek gerekirse, kişilerin kız ya da erkek cinsiyetlerinin önemsizleştirilerek çok kolay bir şekilde değiştirilmesi yönündeki eğilimlerin artması, insan fıtratı ve tabiatı ile bağdaşır bir şey değildir. Özellikle LGBT fikriyatı istikametinde gençlere yönelik cinsiyet değiştirme yönündeki telkinler, insan tabiatını bozucu mahiyettedir.

Diğer yandan cinsiyetsizlik üzerinde o kadar vurgu yapılıyor ki, San Francisco’da insanların ben erkeğim, ben kadınım demeye korktukları belirtiliyor; heterofobi yaygınlaşıyor.

Batıdaki bu LGBT zihniyeti kuşatması içinde, ailenin tabiatı sarsıldığı, hatta büyük ölçüde erozyona uğradığı gibi, annelik ve babalık vasıfları ve yükümlülükleri de büyük ölçüde yok olma sürecine girdi. Anne ve baba ile çocuklar arasındaki ilişkilerin yerini daha başka ilişkiler aldı. Bu da çocukların aile yuvası içinde tabii yetişme ortamını ortadan kaldırdı.

Batıda aile ilişkilerinde kalıcı ve etkili tahribata sebep olan konulardan biri de ensest ilişki yasağına yönelik hak ve hürriyet görünümlü akademik çalışmalar ve diğer yayınlardır. Almanya, İtalya, İsviçre gibi az sayıdaki bazı Batılı ülke dışında ensest ilişkiye ilişkin cezai yasaklamalar yoktur. Bu ülkelere yönelik de çok ciddi saldırılar söz konusudur.

Diğer yandan, tek kişilik hanelerin sayısı Batıda %50’nin üzerinde. Yani bu bağlamda, anne ayrı, baba ayrı, çocuklar ayrı yaşamakta, minimum iki ya da üç kişiden oluşan aileler, parçalanmalar sebebiyle tek kişilik ailelere dönüşmüş durumdadır.

Kuzey Avrupa ülkelerinde nikâh dışı doğan çocuk sayısı %59 ile %69 civarındadır.

Batıda bazı ülkelerde, nikâhlı karı ve kocanın her birisinin açıkça eşlerinden daha başkaları ile de evlilik yaşamaları cinsel tercih kapsamında savunuluyor. 

Şu anda Fransa, İsveç, Norveç, İngiltere, İzlanda gibi ülkelerde “aileye ihtiyaç yoktur” diyenlerin önemli sayılara ulaşması ile ciddi bir kültürel değişimin yaşandığı belirtiliyor.

Aileye yönelik bütün bu tahripkâr saldırıların temelinde, “rızaya dayalı her türlü cinsel ilişkilerin meşru bir hak olarak kabul edilmesidir”. Bu telakkide, dini, teamülî, kültürel vb. toplumsal temelli her türlü farklı düşünce ve politika önerisi kesin olarak reddolunmaktadır.

Bütün bunlar, özellikle Batı’da aileye yönelik tahrip edici gelişmelerdir.

Kısaca ifade etmek gerekirse, Dünya genelinde aile yavaş yavaş ölüme doğru gidiyor.

Bu LGBT zihniyeti, sadece Batılı ülkelerle sınırlı kalmamakta, kendilerini çağdaş medeniyetin tek ve emsalsiz temsilcisi gördükleri için, kibirli ve mağrur bir şekilde, bu sapkın zihniyetlerini diğer ülkelere de çağdaş değerler adına dayatmaktadırlar. Geri kalmış bazı ülkeler de, bu çağdaşlık kuşatmasından etkilenerek bu zihniyeti kendileri tercih etmektedirler.

Batıda her ne kadar bu yönde tahribatlar yaşansa da, akl-ı selim bazı batılı aydınlar, ana dolumuzda mevcut olan aile ile alakalı “Anadolu irfanı” temelli aile yapısı ve kültürünün canlandırılması yönünde öneriler geliştirmektedirler. Nitekim 2015 yılından sonra başta Yale ve Hrward Üniversiteleri olmak üzere bazı üniversitelerin, bizdeki “Anadolu irfanını” sistematize ederek ilmî metodoloji haline getirerek, pozitif psikoloji (mutluluk) bilimi adı altında üniversitelere ders olarak konmakta olduğu belirtilmektedir.

Türkiye’de Geçmiş Yıllardaki Sağlam Aile Yapısı

Ülkemizde yüzlerce senedir tarihi geçmişi olan ve ahlaki ve dini temellerde şekillenen ve “Anadolu irfanı” olarak da ifade edilen sağlam temeller üzerine yerleşmiş aile yapımız vardı. Bu yapı bilinmeksizin günümüzde aile yapısının maruz kaldığı hadiselerin layıkıyla izahı mümkün olamaz.

Eskiden aile fertleri arasında sarsılmaz manevi bağlar olduğu için, kolay kolay boşanmalar olmazdı. İnsanlar bazı kereler tartışırlar, bazı kereler atışırlar, bazı kereler birbirlerine küserler, bazı kereler birbirlerine bağırıp çağırırlar, bazı kereler aralarında değişik dozlarda şiddet vakaları yaşanır, fakat bunların hiçbiri kolay kolay boşanma sebebi olmazdı.

Kısacası, evlilikte fırtınalı günler de, iyi günler de vardır. Bu vesileyle, hayat olumlu ve olumsuz olarak niteleyebileceğimiz hadiselerin bir çeşnisidir. Evli çiftlerin, hayatlarında sadece olumlu olayların olacağını hayal ettikleri durumlarda, olumsuz olayların yaşandığı zamanda hayal kırıklığı yaşayabilmektedirler. Oysaki hayatın bir çeşni olduğunun bilinmesi gerekiyor. Aile hayatında, acı, tatlı, ekşi her şey mevcuttur. İnsanlar evliliğe bu şekilde düşünerek ve bunları kabullenerek girdikleri zaman, orada “evlilik olgunluğu” var demektir.

Evlilik olgunluğunun mevcut olduğu ailelerde, yukarıda sözü edilen çoğu tatsız hadiselerin yaşanmasının üzerinden belli bir zaman geçtikten sonra, taraflar, sakinleşirler, aile içi manevi bağlar devreye girer, vicdan muhasebesi yaparlar, bazı kereler âkil insanlar devreye girerek aralarını bulurlar ve akabinde de taraflar aile mes’uliyetinin yüklediği müşterek yükümlülükleri yerine getirmeye kaldıkları yerden devam ederler.

Bu sebepledir ki, aile içinde yoksulluk, aile bağlarını sarsmak için yeterli değildir. Hatta bu ağır şartlar, aile bireylerini çok daha sıkı bir şekilde birbirlerine kenetlemektedir.

Aile ilişkilerinde sarsılmaz bağların bazıları, karşılıklı sevgi, muhabbet, saygı, hürmet, ailede ortaya çıkan sorunları birlikte aşmak için kader birliği ve duygu birliği içinde olmaktır.

Sağlam aile kültürünün en ayrılmaz ve olmazsa olmaz gereklerinden biri, karşılıklı sadakat ve güvendir. Karının kocayı, kocanın karıyı aldatması, bu aile yapısının kitabında yazmaz. Yani zina fiili bu yapıda kabul edilebilir bir davranış değildir.

Sağlam aile kültürü içinde, ebeveynler evlatlarına karşı müşterek bir çaba içinde yükümlülüklerini yerine getirirler.

Aile terbiyesi, bu yapı içinde, evlatların ilk ve en kalıcı ve uzun süreli etkili olan eğitim safhasını teşkil etmektedir.

Çocuklar, adap ve saygı kurallarını aile eğitiminden öğrenirler. Çocukların, aile içinde aldıkları sağlam eğitimin kişiler üzerindeki etkileri bir ömür devam eder.

Çocukken ailede alınan eğitimler, sonraki aşamalarda resmi eğitim kurumlarındaki eğitimle de tamamlanmaktadır. Özellikle görsel ve sosyal medya temelli saldırıların mevcut olmadığı dönemlerde, aile kültürü, Anadolu irfanı şeklinde nesilden nesile intikal etmekte idi.

Ülkemizde 1982 Anayasasında, aileye yönelik ayrıntılı hükümler mevcut değil ise de, benzerleri birçok Batılı ülkede de mevcut olan şu hüküm yer almaktadır:

“Aile, Türk toplumunun temelidir ve eşler arasında eşitliğe dayanır. Devlet, ailenin huzur ve refahı ile özellikle ananın ve çocukların korunması(nı) …sağlamak için gerekli tedbirleri alır, teşkilatı kurar”.

Burada anayasal olarak, hem ailenin toplumdaki ehemmiyetine vurgu yapılmakta hem de ailenin korunması yönünde devlete sorumluluk ve yükümlülükler yüklenmektedir.

Türk Ailesine Yönelik Saldırılar

Her ne kadar Batılı ülkelerdeki düzeyde olmasa da ülkemizde de aile kurumunda ciddi manada zayıflama ve tahribatlar meydana gelmektedir.

Her geçen gün ülkemizde de, bir yandan evlenme oranları düşerken diğer yandan da evlenenler arasında ciddi oranlarda boşanmalar meydana gelmektedir.

Bazı kereler aile içinde karı-koca arasında yaşanan en ufak tartışmalar bile boşanma ile neticelenebilmektedir. Mesela, bazı ailelerde, karının, kocasının instagram hesabından kendi resmini paylaşmamasını, telefonda profil resmi olarak kendi resmini koymamasını boşanma sebebi olarak mahkemede ileri sürdüğü belirtilmektedir.

Son yıllarda yapılan araştırmalara göre, evlenen 100 çiftten ilk beş yıl içinde boşanma oranının %39 civarında olduğu belirtiliyor.

2001 ile 2018 yılları arasındaki evlenme sayısı %1 artış gösterirken, boşanma sayısının %54.8 civarında olduğu ifade edilmektedir.

Ülkemizde Batı temelli eğitim almış bazı psikologlar, aile içindeki çiftlere yönelik terapi yaparken “aile kutsal değil, sen kutsalsın” şeklinde bir yaklaşımla bireyi ön plana çıkarıyorlar. Burada temel kaygı ailenin birliğini korumak değil, aile bireylerinin bencillikleri pohpohlanmak suretiyle mutluluğun ayrılıkta olduğu vurgulanarak aileler yok ediliyor. 

Ülkemizde boşanmalara ilişkin ortaya çıkan bu oranlar, Anayasamızda ifadesini bulan “aile Türk toplumunun temelidir” hükmü ile uyumlu olmadığı gibi, Türk toplumunun aile karakteri ve yapısı ile de uyumlu değildir.

Burada tekrar etmeksizin kısaca şu belirlemeler yapılabilir:

Yukarıda Batılı ülkeler için bahsi edilen aileye yönelik sapkın zihniyet temelli tahripkâr saldırıların ülkemizde de gelişim gösterdiği görülmektedir.

Bu saldırıların temelinde de, “cinsel yönelim”, “cinsel tercih”, “cinsellik hakkı” vb. adlar altında rızaya dayalı her türlü cinsel tercihin meşru görülmesi çabaları yer almaktadır.

Ayrıca, İstanbul Sözleşmesi ülkemiz yönünden feshedildiği halde, bu Sözleşmenin iç hukuka yansımaları şeklinde, gerek Medeni Kanunda, gerek TCK’da, gerek 6284 Sayılı Kanunda, gerekse sair bazı kanunlarda, aileyi tahribe yönelik işlevler gören çok sayıda hukukî düzenlemeler vardır. Bu düzenlemelerin temelinde, AB üyeliği hayali, Avrupa Konseyi üyeliği ve AİHM içtihatlarının yer aldığı söylenebilir. Bu uluslararası konsorsiyum, belgeler ve içtihatlar, ülkemizi, aileyi tahrip ve yok edecek şekilde esir almış durumdadır.

Ülkemizde, Anayasamızda Türk toplumunun temeli kabul edilen aileye yönelik yok edici saldırıların bertaraf edilmesi için, hükümetin önlemler alması, sivil toplum örgütlerinin ciddi çabalar sarf etmesi gerekiyor.

Nitekim yakın gelecekte, ailenin biraz daha güçlendirilmesi maksadıyla bir Anayasa değişikliğinin Meclis gündemine gelmesi ihtimali söz konusudur.

Bu bağlamda sadece Anayasa değişikliğinin yapılması yeterli değildir; kanunlarda da ciddi manada değişikliklerin yapılması gerekiyor.

Hem Türk toplumunun hassasiyetlerini etkili bir şekilde dile getirmek, hem de bu yolla hükümetin dikkatini çekmek, en azından yukarıda bahsi edilen anayasa değişikliği konusunda hükümetin elini güçlendirmek, bir de yakın gelecekte aile ile alakalı kanuni değişikliklerin yapılması konusunda hükümete mesajlar vermek maksadıyla, 30 Ekim 2022 günü Ankara’da Ankara Sivil Toplum Platformunun koordinasyonunda, 300 civarında sivil toplum örgütünün iştiraklarıyla Hacı Bayram-ı Veli Camiinden dua ile Melike Hatun Camiine yürüyüş gerçekleştirilecek, yürüyüş sonrasında da basın açıklaması yapılacaktır.

LGBT sapkınlıklarına dayatmalarına karşı Türk toplumunun temelini teşkil eden aile kurumuna sıkı bir şekilde sahip çıkmak maksadıyla, tüm Başkentlileri, eşleri, çocukları, dost ve ahbapları ile birlikte, 30 Ekim saat 13’de, HacıBayram’dan Melike Hatun Meydanına yürüyüşe basın açıklamasına katılmaya davet ediyoruz. İzmir 6 kasım, Gaziantep 13 Kasım, Kayseri 19 Kasım, Diyarbakır 20 Kasım #önceAile faaliyetlerine devam..

Doç. Dr. Adnan KÜÇÜK, Türkiye Aile Meclisi Genel Başkanvekili

 

Recep YAZGANRecep YAZGAN