Köşe Yazıları
Giriş Tarihi : 27-11-2017 10:36   Güncelleme : 27-11-2017 10:36

Emani Arrahman, Mülteci Sorunu Değil İnsanlık Sorunu

Tanrım, insanları yavaşlat yoksa şeytan kazanacak!

Emani Arrahman, Mülteci Sorunu Değil İnsanlık Sorunu

Aklım, deliliğin sınırlarında dolanıyor yine. Dağınık değil, darmadağınık. Delilik sınırını geçmeden düşünmeliyim diyorum, daha derine inmem için delirmem gerekiyor çünkü! Fakat ona daha vakit var. Tek gerçek, kafamda susması için yalvardığım sesler, hafızamdan silmek istediğim görüntüler var.

Yahuda’nın beşiğine yatırılması gereken kötüler, beşiği gözünü kırpmadan sallayacak kanunlar gerek, beyaz bir kundağın üstünde bile kadın silueti görebilecek kadar sapmış, sapkın ruhlara!

Beş bin yıldır değişen bir şey yok. Hiçbir şeyin değişeceğine de inanmıyorum. İnsanların değişeceğine, kötülüklerin biteceğine de inanmıyorum.

Çatladı gök,

Titredi toprak,

Yıkıldı kökler.

Korkuysa korku,

Tükenmeyse, tükenme.

Bitmeyse, bittik!

Ahlaken bitmişliği, vicdan muhasebesiyle kurtarabilir miyim? Sanmıyorum. Ne bileyim yine de yazayım dedim, üzerimde kalmasın ağırlığı. Mirabel kardeşlerin uçuruma atılan cansız bedenlerini diriltemem, Cansu’yu, Irmağı, Ceylin’i, Eylül’ü, Dilruba’yı, son bir yılda tecavüze uğrayıp öldürülen 2196 kadını ve onlardan biri Emani’yi de geri getiremem ama ne bileyim yine de yazmak istedim.

Sadece kadının değil, insanlığın yazgısı bu aslında. Kötülük, herkes için her yerde dünyada.

Savaşlar, sınıf çatışmaları, halkların kavgaları, soykırımlar, işgaller, vahşet görüntüleri…

Ülkeler parçalanıyor, devrimler yapılıyor, insanlar yok ediliyor.

Kafa kesenler, aç kurtlar, tecavüzler, büyüyemeyen çocuk yüzleri, umutsuz son bakışlar, çıldıranlar, direnenler…

Oradan oraya savrulanlar, göçler, yollar, bohçalara tıkıştırılan yaşamlar, ölü bedenlere ağıtlar, … Çağımızın kirli insanlık hikayeleri! Ortaçağ kirini, giyotinle temizledi. Ya! bu çağ ne ile temizleyecek?

Lanetlenmiş bir kez, insanın yazgısı. Değişmedi, değişmeyecek!

Suçlusu kim tüm bunların? Hayat mı, insanlar mı, dünya mı?

Soruluyorsa soralım hesabını dünyaya!

Bak gülümseyişine dünyanın, git işine der gibi!

Şeytanın sütünü içen soysuzlar yok olmadıkça yeryüzünden bitmeyecek kötülükler!

Biz de suç!

Unutuyoruz, çok çabuk unutuyoruz kötülükleri. Unutuldukça tekrarlanıyor ve biz ahlarımızı boşluğa haykırıyoruz. Yenidünya düzeni, insanı yok etmeye programlı sistemler, sisteme uşaklık etmek için yetiştirilen yenidünya insanı profilleri, yaşamları daralttıkça daraltıyor.

Madem en büyük insanlık sorunu olarak unutmayı aldık, hatırlayalım o vakit, aklın çığlığını susturmadan, aynı yerden canımız yanmadan, acı felaketler bizim de küçük kıyametimiz olmadan. Fikirler üretelim, ecelsiz ölümlerden korkup hayrete düşelim, düşelim ki düşünelim! İnsan mecbur kalmadıkça düşünmeyi aklına getirmez çünkü!

365 günde 2196 kadın tecavüze uğradı ve öldürüldü!

Hatırlar mısınız?

Nereden hatırlayacaksınız, o kadar uzunnn zaman geçti ki üzerinden.

Hani, bir anne acıdan çıkmayan sesiyle sormuştu hepimize bundan tam bir yıl önceydi!

-Hemen ölmüş müdür?

Bir anne, ölüm dilenmişti, can verdiği can için Yaratandan.

-Allah’ım ne olur hemen ölmüş olsun!

Ne zaman hatırlasam bu sözleri, vücudumda bir irkilme hissediyorum. Cansu’nun bileklerini kesen bıçağın soğukluğu geziniyor bedenimde.

Korku acıyla birleştiğinde insana neler söyletiyor. İnsanın insana yaşattığı zulümden kurtulmak için, hayatın en büyük acısı ölüme sığınmak değil de nedir bu?

Bak biz de birer sığınmacıyız! Her insan bir sığınmacı! Diğerlerinin merhametine, insanlığına sığınan sığınmacılarız.

Hayatın mantığı çok ironik işliyor değil mi? Ölüme sığınmak! Ya da sadece sığınmak! Sonuç aynıysa ne fark eder kelimelik ayrımcılıklar. Ne fark eder oralı, buralı olmak!

Tehlikelerden kaçarak güvenilir bir yere çekilmek. O an güvenilir yeri, ölüm görmek. Ya da tehlikelerden kaçarak bir ülkeye sığınmak, canını, namusunu korumak adına sığınmak! Karıştırmayalım olayları! Günlük siyaset konusu değil bu yazılanlar. Mülteci sorunu, çözümleri, uygulanan yanlış, doğru devlet, uluslararası politikalar da değil konu! Mülteci karşıtlığı ya da yandaşlığı da değil. Konu insan ve insanlık sorunu!

Bir kadına tecavüz ve cinayet konu!

Bir insanın yaşamı böylesi korkunç bir sonsa şimdi söylenecek her söz utançtır aslında. Dünya dönüyor, döndükçe hız alıyor kötülükler. İnsan insana ıstırapların en acısını yaşatıyor, ölüm bile kurtuluş olarak görülebiliyor bazı anlarda.

 Heyhat, bu nasıl bir dünya?

 Ölüm, yaşamın dip notuymuş, güya…

Ölüm, yaşamın dip notuysa bu korkunç ölümlerin altında ki kimin bu imza ?

Düştü insanlık, düştüm, düştük… Bu kaçıncı düşüştü sayamadık. Kendi kuyruğunu yakalamaya çalışan kediler gibi dönüp duruyorum, aklımın sokak aralarında. Hani her kötücül bir olayın ardından vicdanımızı temizleyecek bir suçlu arıyoruz ya, suçu atıp üzerimizden temize çıkabilecekmiş gibi!

Yaşananlar bir düş olsa, biri çıksa da uyan artık uyan dese. O kadar da değil, “Kâinatın en şerefli mahlûkunu” düşürdüğün duruma bak dese, suçlasa beni. Tek suçlu ben olsam yeter ki yaşanmamış olsa.  Ağız birliği edip aforoz etse beni insanlık, nasıl bu kadar gaddarlığı, vahşiliği, merhametsizliği yakıştırabiliyorsun insana, diye…

Nerelerden geldik buralara. Oysa sadece sığınmak demiştik.  Sıradan bir kelime bir an da nasıl da sıra dışı oluverdi değil mi?

Nereden geldik buralara? Vicdanımızı susturmanın en kestirme yolundan geldik aslında.

Cansu bizimdi. Emani, Suriyeli mülteci bir kadın!

Korkunç ıstırapları, çaresiz kabullenişleri, vakitsiz ölümlerin zemheri kesiği acılarını bak bizde yaşıyoruz… Yalpalayan bir ruh hali, bezgin kelimeler, sözlerin anlamını yitirdiği anlar.

 Karı koca, bir çocuk, doğmamış bir bebek. Onlarda sığınmışlardı, koca bir milletin merhametine!

Fark etmiyor kötüye, barış gelinine bile edilmedi mi tecavüz, öldürülmedi mi beyaz gelinliği ile bu ülkede!

Tarihe not düşüldü:8 Temmuz 2017

Korkudan titreyen bir beden. Dünyalık rezillikler…

Zifiri karanlıkta küçük bir kız bağırıyor;

Anneee… Sarıkız Çayı utanıyor, şeytanın dölü utanmıyor! Havada bir sopanın tok sesi duyuluyor, iki büklüm karnını korumaya çalışan kadının elleri kan içinde.

Sopa defalarca cılız, kanlı elin üzerine iniyor. Sonra başı taşla eziliyor. Defalarca defalarca… Taş, recmi reddediyor, ama günahkar olan duymuyor, durmuyor…

Kadının korkudan ve acıdan kesilen sesi fısıldıyor; Yapmayın hamileyim…

-Hamileyim!

-Gözü dönmüş adamın yüzüne bakıyor sonra. İnsandır diyor,

 Belki merhamete gelir, insandır, vaz geçer de biter bu kâbus!

Kentin kuytusunda, karanlık bir ormanın insansız ücra bir köşesinde, yapayalnız bir kadın Emani. Gözü Halaf’ı arıyor. En son beraber yattıkları yer döşeğinin bir ucunda kıvrılan ufacık vücuduna bakıp, içlenişini hatırlıyor, belki de. Sonrası kapıda ki tıkırtılar ve başuçlarında beliriveren bu iki adam. Gündüz gözüyle görse tanıyacak kim olduklarını. Bilecek düş mü kâbus mu? Ortalık zifiri karanlık. Gurbet toprağında mı, sıla toprağında mı belirsiz…

Hazin bir hayat hikâyesi ! Hazin, yeterli kelime mi bunu bile bilmiyorum. Aklıma ilk gelendi onu yazdım. Hayatların, hazin birer hikâyeye dönüşmesi, sadece kaderin yazgısı olabilir mi?

-Keşke hiç gelmeseydik buralara. Bir bağırsam bir duvar arkası duyarlardı sesimi. Şimdi o duvarlar yıkık! Yıkanlar suçlu! Gece gibi siyah gözlerinden akan gece siyahı yaşların sıcaklığına karışan anne haykırışları…

İlk nefes ile son nefes arası son söz, anne olsa gerek!

-Anneeee… Kötü adamlardan koru kendini derdin de kötülükle yüz yüze geldiğim de ne yapmam gerektiğini neden öğretmedin bana?

-Öğretemezdi küçük kız, yok çünkü… Nefs tezkiyesi yapmayı öğrenememişler, söz de Müslümanlar! Söz de bile olmayanlarda “Puslu Tarih Atlasında”

Yapmayın Allah hakkı için yapmayın. Hamileyim ben, hamile… Dokuz aylık, yarın, ertesi doğacak!

Allah’ım bana beş dakika ver! Aklımı toplamam için. Oturup bağıra bağıra ağlamam için. Susup, aklıma mukayyet olmayı telkin etmem, acıyı hissetmem için!

Acım arttıkça dilim keskinleşiyor. Dilimin ucunda ki hakaretlerin, meşrepsiz küfürlerin, en lanetli bedduaların bini bin para.

Kadına atılan o ilk tekmede kesilseydi bu toplum manyaklarının cezası en ağırından, hamile kadınının karnı, kadının kahkahası, saçının teli, eteğinin boyu çekiştirilmeseydi, ipotek konulmasaydı insan olma sıfatına en yukarılarda, bu kadar acımasız sonlarda yazılmayacaktı kadına!

Sustum, sövdüm, lanetledim... Onlar insansa ben neyim?

-Cevabı yoktu.

-Bir bilsen ruhum, içim, dışım nasıl ağrıyor.

Ölünce geçer mi bu ağrılar?

-Bir sopa, daha doğmamış bebeğin başını parçalıyor.

-Geçer mi bu utanç?

Nefsine tükürdüğümün hayvanları, hamileyim diyor, hamileyim! Sanki hamile olmasa kabul edilebilirmiş gibi!

Emani yırtılmış elbisesi, kan içinde bacakları, yüzü, gözü kan içinde, oradan yattığı yerden gözlerimin taaa içine bakıyor. Donmuş bakışları. Kıpırtısız vücudu. Soluksuz nefesiyle bakıyor.

Çağın yaşayabileceği en aşağılık, en vahşi olay olarak vurulsun Emani adı çağa!  

Aşağılıksınız!

Ağladım, bağıra bağıra. Sesim kısılıp, gözyaşlarım, söz yaşlarına dönüşene kadar.

Duvardan duvara çarptım insanlığı,

Durdum!

Geri getirir mi onları?

Sopa her karnına indiğinde, gözlerimi acıdan kıstım kısabildiğim kadar. Bir bebek çığlığı ölüm dilendi yaratandan. Bir küçük çocuk minik elleriyle kapadı gözlerini, annesine yapılanları görmemek için…

Ölüme, yaşama, insanlığa, inançlara ihanet değil de neydi bu?

Aynalara bakamıyorum!

Hiç, ettiniz insanlığı!

Hiç, ettiniz aklı, merhameti, vicdanı!

Hiç, ettiniz bir kadın, doğmamış bir bebekle bir çocuğun hayatını!

Geçer mi bu acı dedi ağızlar ilkin. Yaşanan değme acılar gibi geçti gitti. Geçtiği yerde hayat vardı çünkü sadece üçüncü sayfa olayıydı, okuduk bitti!

Geçti ve unuttunuz değil mi?

Ama ben de geçmedi. Uyuyamıyorum geceleri, kulaklarımda geceyi yırtıp geçen bir kadın çığlığı. Günlerdir odam da ışıksız yatamıyorum, oda kapısına sırtımı dönemiyorum… Karanlıktan, gecenin tekinsiz tıkırtılarından korkuyorum. Sokak kapısının vurulmasından, yabancılardan, tanıdıklardan korkuyorum.

Ne oldu, ne diyeceğiz şimdi?

İnsandır, beşer de şaşar da mı diyeceğiz?

Yoksa derin bir ohhh mu çekeceğiz? Bize olmadı diye… Söyleyin nasıl kabul edeceğiz? Bu kadar kolay unutulursa olanlar, bir daha ki olana kadar sessizce; “ Allah’ım lütfen kurban ben olmayayım” diye duamı edeceğiz?

Can acısı ölçülür mü?

Ölüyorum değil, geberiyorum acıdan!

Tutuştu kelimelerim yine.

Bu katilleri kim doğurdu, kim büyüttü? Yok mu anası, avradı, kızanı?

Siz de bırakın melankolik hallerinizi ey şairler, acılarda yanılıyorsunuz! Hüzün değil ki hissi, bu da bir ölüm biçimidir diye yutturamazsınız vahşeti!

Oysa eceliyle ölmeli her insan!

Gizli kalsın mı, neden?

Araba çarpmış ölmüş demekle aynı şey değil ki bu yaşananlar. Bu utanç, bizim günahımız!

-Bu utanç mı?

-Hangi utanç?

-Siz de haklısınız, o kadar çok ki hangisi bilemediniz!

Kim bilirlerden belkilere uzanan, umuda yolculuk etmişlerdi. Korkudan kaçtıklarına yakalandılar. Sil baştan hayatlar kurmaya çabalamanın bedelini çok ağır ödediler!

Emani, evet bir bedel ödedi!

Kimin, neyin bedeliydi bu? Doğru niyetler, yanlış adımlardı belki de bu acı sonu hazırlayan.

Kadın kımıltısız, kadın bir parça titrek et parçası, incelmiş göz kapakları, ruhsuz bedeni!

Midem bulanıyor, aklım dönüyor! Hiçbir yere hiçbir sıfata ait hissetmiyorum.

Anlamaya çalışıyorum bile diyemiyorum, anlamam imkânsız.

Emâni kelimesinin karşısında; Bir kimseye söz, işaret ve ya yazı ile mal ve can güvenliğinin emniyet altında olduğunu bildirme diyor sözlük. Nasıl bir takdiri ilahidir, ismin tecellisi?

Onlarında vardı ellerinde bir belgeleri!

Geçici Koruma Kimlik Belgesi!

Adı: Emâniydi!

Emanetti, emanete ihanet edildi!

Amasız, fakatsız cümleler gerek bize şimdi.

Ama çok mu güzelmiş?

Oldu o zaman hak etmiştir tecavüzü, tacizi, katledilmeyi… Öyle mi diyeceğiz?

Üç Suriyeli eksildi, gözümüz aydın olsun mu?

Akıl tutulması yaşıyorum duyduklarımdan.

Gerçeğin acılarını yazmak ne zormuş.

 Acının tarifi mi olur muş? Dediler.

- Olmaz ya, yaşanır o dedim! Alırsın eline bir bıçak, derini deşe deşe yaşarsın. Yetmez, açtığın yaralara tuz basarsın. Nefesin kesilir, bağıramazsın.

-Acının tarifi olur elbet, et dediler; Tüm sıradağlar üzerime yıkıldı dedim!

Kapat perdelerini gökyüzü! Kadın gözleri açık öldü.

Adem’e secde et denmişti.

Şeytan, O benden aşağılık etmem dedi!

Geldi, ispatladı, gitti!

Cennete girmeyi bir tek şeytan hak etti…

Hülya Bulut

Recep YAZGANRecep YAZGAN