Köşe Yazıları
Giriş Tarihi : 03-05-2021 10:47   Güncelleme : 03-05-2021 10:47

İslamcıların Statükoculuğu!

İslamcılardan kastımız, daha önceki yazılarımda değindiğim üzere 'batı buhranı' sonrası ortaya çıkan üç farklı batılılaşma yaklaşımlarından birisidir.

İslamcıların Statükoculuğu!

Batı'nın belli bir süreçte özellikle kiliseye rağmen kotardığı çoğulcu, demokratik, algı, anlayış ve uygulamaya dayalı yeni yöntem dünya görüşü ve bunun getirdiği sanayi-teknoljoi atılımıyla gelen refah ve üstünlük tezahürleri elbette İslam dünyasını çok etkileyip büyülemişti. Bizim entelijansiyamız genel çoğunlukla, tüm bunları, Batı'nın dine karşı kotardığından hareketle İslam dininin Batı gibi olmada bizi engellediği görüşündeydiler.

Bunlardan İslam dinine, gelenek, örf ve adetlerine bağlı bir cenah diğerlerinin bu zehabını yanlış buluyor; ama batılılaşmanın da gerekliliği görüşünü taşıyorlardı. Dinden uzaklaşmadan, dine karşıt tavır almadan batılılaşma, Batı gibi güçlü olmanın mümkünlüğünden yanaydılar. Bu gruptan bir kısmı sonraki aşamalarda bunu siyasal yolla gerçekleştirme eğilimine girdiler. İslamcılar olarak bahsettiğimiz bu yaklaşımdır.

Ancak Batı'nın gerçekleştirdiği bu süreç, Batı'nın bugünkü durumu, yine üst düzey seçkin konumda bulunan bir grubun öncellikle kiliseye sonrasında kraliyete karşı mücadelesi neticesidir. Bilindiği üzere Batı sınıfsal bir toplumdur. Din adamları, senyörler, serfler, krallar, asiller, burjuvalar, derebeyleri, baronlar bu sınıflardan bazıları.

Bugün hala özgürlük belgesi, demokratik uygulamaların kaynağı olarak dillendirilen meşhur 'Magna Carta', halk topluluğunun bir girişimi değildi. Derebeylerinin, yanında kilisenin kralla yetki paylaşımıydı aslında. Kralın sonsuz yetkilerini sınırlamaktı. Halk için değişen bir şey olmamıştı. Cumhuriyetin, demokrasinin, laiklik gibi kavramların ortaya çıktığı Fransız ihtilali bile esasen benzer ögeleri barındırır.

Batı'daki mücadele sınıfsal, sosyal prestij ve ekonomik değildi. Mücadeleyi verenler zaten tüm bunlara sahiptiler. Onlarınki yönetim, güç paylaşımı ve birazda yönetimde adil pay almaydı.

Batıda gelişen bu süreçler esasen sınıfsal bir toplumda belli bir ekonomik güce sahip olan üst düzey sınıfı temsil eden zümreler arasındaki hak, hukuk ve özgürlük mücadelesiydi.

Osmanlı toplumu Batı gibi sınıfsal bir toplum değildi. Belli ayrımlar mevcuttu ancak hanedan dışında Batı'daki gibi doğuştan kotarılmış bir sınıfsal uygulama yoktu. Halktan herhangi bir kimse eğitim ve yeteneğiyle en üst yönetim konumuna gelebiliyordu. Ki bu doğru bir uygulamaydı.

YAZININ TAMAMINI OKUMAK İÇİN TIKLAYINIZ

Recep YAZGANRecep YAZGAN