Köşe Yazıları
Giriş Tarihi : 17-04-2021 10:15   Güncelleme : 17-04-2021 10:18

Niçin generaller değil de emekli amiraller ihanet bildirisini imzaladılar!

Kanal İstanbul Projesi İslam düşmanlarını fevkalade rahatsız etmişe benziyor. Nasıl ki 3. Köprü ve İstanbul Havaalanına karşı çıktılar aynı şekilde bu çok önemli projeyi önlemek için ellerinden gelen her şeyi yapmaya başladılar.

Niçin generaller değil de emekli amiraller ihanet bildirisini imzaladılar!

104 Amiralin büyük bir hadsizlikle Möntrö hükümlerini bahane ederek hükümete ayar vermeye kalkmasını bir de bu gözle değerlendirmek gerekiyor. Çünkü Kanal İstanbul projesi sayesinde Lozan ve Montrö’de kısıtlanmış olan egemenlik haklarımızı tamamen kullanmış olacağız.

Bu konunun çok geniş boyutları var. Kamuoyunda hiç tartışılmamış bazı yönlerini ele almak gerekiyor. Özellikle Süveyş Kanalının kaza nedeni ile 6 gün boyunca kapatılması ile bazı benzerliklerden yola çıkarak önemli uyarılarda bulunmak istiyorum.

Bize düşman ülkelerin İstanbul veya Çanakkale Boğazlarında bir sabotaj veya kaza sonucu gemilerin geçişine kapatılması durumunda başımıza gelecek tehlikeleri düşünelim. Zira böyle bir tehlike her zaman söz konusudur ve saldırgan devlet tarafından çok az bir masraf ile gerçekleştirilebilir.

Her şeyden önce şu acı gerçeği bir defa daha tekrar etmekte yarar vardır. Montrö Anlaşmasına göre ticaret gemilerinin Türk Boğazlarından serbestçe geçme hakkı vardır ve kılavuz kaptan alma zorunluluğu yoktur. Vakti zamanında Sovyetler Birliği’nin desteği sayesinde Lozan Anlaşmasının bazı maddelerini lehimize değiştirmiş olsak dahi Montrö anlaşması ülkemizin Türk Boğazlarındaki egemenlik haklarını kısıtlamaya devam etmektedir.   

İşin acı tarafı ise daima batılı emperyalist devletlerin ağzı ile konuşan general, amiral, gazeteci ve bilim adamı kimlikli çok sayıda erdemsiz ve onursuz kişiye rastlıyoruz. 104 Emekli amiralin yayınlamış oldukları ihanet bildirisi bunlardan sadece bir tanesidir.

Bu açıdan düşündüğümüz zaman Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın Montrö anlaşmasını değiştirme imkânı olduğuna dair demeçleri çok önemlidir. Ülkemizin çıkar ve menfaatlerine aykırı her anlaşma yeniden ele alınmalı ve ülkemizin lehine olacak şekilde yeniden düzenlenmelidir. Bu duruma vatan hainlerinden başka hiçbir kişinin söz söylemeye hakkı yoktur.

Eğer akılcı davranıp uluslar arası kamuoyuna ülkemizin imajını zedeleyici bir durum yaşatmak istemiyor isek yapacak çok önemli işlerimiz vardır. Nitekim Boğazlar Tüzüğü ve Gemi Trafik Sistemini (VTS) yürürlüğe sokarak başta Uluslararası Denizcilik Örgütü (IMO) ve saygın denizcilik otoritelerinin desteğini almış durumdayız.

Başlangıçta Rusya ve yandaşı devletlerin büyük baskısına rağmen Türk Boğazlarında meydana gelen kaza sayıları azalmış ve güvenli seyir imkânı geliştirilmiştir. Şu anda karşı çıkan devletler de dâhil olmak üzere yapılan uygulamalardan herkes memnundur.

Fakat bu durum yani yapılan düzenlemeler ve teknolojik yatırımlar yeterli değildir. Hala Montrö’nün dayattığı “serbest ve ücretsiz” geçiş devam etmektedir. Süveyş kanalında meydana gelen kaza veya sabotaj durumuna karşı “nasıl bir çözüm bulabiliriz?”sorusu boşlukta kalmaktadır.

Evet, çözüm basittir. Kanal İstanbul sayesinde alternatif bir suyolu inşa edilerek Türk Boğazlarının herhangi bir nedenle isteğimiz dışında kapatılması önlenebilecektir. Ayrıca emniyetli seyir imkânı ve beklemeden geçiş sayesinde önemli sayılabilecek ücret alınabilecektir.

Meseleyi sırf güvenlik ve ekonomik nedenlerle izah etmek çok yanlıştır. Bunlardan daha önemlisi Türk Boğazları vatanın bir parçasıdır ve buradaki egemenlik haklarımızın pekiştirilmesi gereklidir.

Kanal İstanbul sayesinde Montrö Anlaşması çöpe atılacak bütün gemilerden geçiş ücreti alınabileceği gibi ülke güvenliği de önemli bir ölçüde sağlanacaktır. Boğazlarda meydana gelebilecek sabotaj riski azaltılarak ülkemizin can damarı sayılabilecek bu geçişler daima açık kalabilecektir.

Kanal İstanbul’u bir siyasi malzeme olarak değil ülke menfaatlerimiz ve egemenlik haklarımız açısından tartışmalıyız. Bu önemli denizcilik yatırımını kısır siyasi çekişmelere kurban etmemeliyiz.

Kanal İstanbul’u reddetmek yerine hep birlikte “daha iyisini nasıl yapabiliriz” sorusunu cevaplandırmamız gerekiyor. Örneğin Kanal İstanbul’dan başka Sakarya nehri havzasından yararlanarak Karadeniz’i İzmit Körfezine bağlamak için kafa yormalıyız.

Kanal İstanbul’dan başka Saroz körfezinde açılacak bir kanalı tartışmalıyız. Çok az bir masraf ile güvenli seyir geçişi ve ülkemiz için gelir getirecek yolları araştırmak bu vatanda yaşayan her insanın bir görevi olmalıdır.

Şimdi yeniden şu ihanet bildirisine dönecek olursak söylenmesi gereken hususlar vardır.

Eskiden darbe heveslileri “genç subaylar rahatsız” diyerek darbe şakşakçısı medya aracılığı ile mesaj verirlerdi. Şimdi ise emekli amiraller bunu yaptığına göre artık bütün darbecilerin mezara yaklaştığını ve bu dönemin kapanmakta olduğunu görebiliriz.

Evet, çalıştığı sektörde uzman her vatandaş, bilimsel temellere dayalı her türlü tezi savunabilir, karşı olduğu bir politikayı eleştirebilir, ürettiği bir tezlerle karşı olduğu politikaların değişmesi için karar alma mekanizmalarına meşru yol ve yöntemlerle etki etmek için de çalışabilir.

Ülkemizde bu tür çalışmalar için kurulmuş birçok fikir kuruluşu, enstitü ve sivil toplum kuruluşu vardır. Fakat hâl böyleyken, birilerinin çıkıp vesayet dönemlerini anımsatan bir dil ve yöntemle gece yarısı bildirisi yayınlaması çok çirkindir. Devlet politikalarını eleştirme ve karar alma mekanizmalarına etki etmenin yolu, üniformanın şerefini istismar ederek kemiyet oluşturup toplumsal düzene parmak sallamak değildir.

Özellikle Deniz Harp Okulundan mezun kişilerin yani amirallerin böyle bir saldırıda bulunması bu okul hakkında sorgulama yapmamızı gerektirmektedir.

Üzülerek söylemem gerekir ki bu okul yani Bahriye Mektebi Osmanlı zamanından beri Sabetaycıların meskeni olmuştur. 1930 yılında Heybeliada’da bulunan tek cami bu okulda bulunuyordu. Fakat acımasızca bu sanat eserleri ile dolu camiyi, Sabetaycı amiraller yıktılar.

Buna karşılık her yıl 22 Mart Günü “Kuzu Gecesi”  adı verilen Sabetaycıların iğrenç ritüelleri daima devam etti. Kuzu gecesinde eğlenceler tertip edilip sanatçılar okulda ağırlanarak binlerce lira masraflar yapılırdı ve halen de yapılıyor.

Buna karşılık her Müslüman’ın Cuma günü kılmakla yükümlü olduğu Cuma namazı için bir tane cami dahi Bahriye Mektebinde ve Hava Harp okulunda yoktur. Bu konuda 25 yıldan fazla bir zamandan beri büyük çaba gösteriyordum. Lakin başarısız kaldığımı üzülerek söylemek zorundayım.

Hâlbuki devlet büyükleri ve siyasetçilerle defalarca bizzat konuştum. Yüze yakın makale yayınlayıp çeşitli gazete ve dergilerde neşrettim. Yetmedi Milli Savunma Üniversitesi Rektörüne çıkıp konuyu dile getirdim. Deniz Harp Okulu Komutanlarına durumun önemini anlatarak yardımlarını istedim.

Bana verilen cevaplarda itiraz etmek yerine daima çok haklı olduğumu söylediler. Zamana ihtiyaçları olduğunu söyleyerek müsaade istediler. Fakat aradan yıllar geçti Sabetaycı amirallerin zorlamaları benden daha güçlü çıktı. Maalesef hala tek bir çivi çakılmış değildir.

Şimdi kalkıp cami yapılmadığı fakat bunun yerine kuzu günü ritüelleri yapıldığı için neden çok sert tepki gösterdiğimi kimse söylememelidir. Zira Kuzu Günü adı altında tertip edilen törenlerin çok çirkin bir yönü vardır. Umursamaz ve anlayışsız tavırlar yüzünden mecbur kaldım bunu ifşa etmeye…

Sabetaycılar, bu gecede hayvanlaşarak birbirlerinin namuslarını yok ederler.  “Mum söndü ayini” adını verdikleri bu iğrenç törenlerde doğan çocukları kutsal sayarlar. İşin acı tarafı bu Müslüman memlekette 22 Mart günlerinde bizlere de kendi kutsal ritüellerini yaptırmaya çalışırlar.

Buna mukabil Cuma namazını kılmaya ise müsaade etmezler. Çünkü ortada bir tane cami yoktur. Resmen Müslüman memleketinde salyangoz satmakla kalmayıp bize de yedirmektedirler.

Şimdi neden bu ihanet bildirisinin generaller tarafından değil de amiraller tarafından yayınlandığını anlayabildiniz mi? Çünkü 15 yıl Deniz Kuvvetlerinde görev yaptığım için bunları herkesten daha iyi tanıyorum.

YAZININ DEVAMINI OKUMAK İÇİN TIKLAYINIZ

Recep YAZGANRecep YAZGAN