Samsun Haber
Giriş Tarihi : 27-05-2023 16:35   Güncelleme : 27-05-2023 16:35

OMÜ Tıp Fakültesi eski Başhekimi Prof. Dr. Mustafa Bekir Selçuk Necip Fazıl’ı anlattı

OMÜ Tıp Fakültesi eski Başhekimi Prof. Dr. Mustafa Bekir Selçuk, Üstad Necip Fazıl Kısakürek’in vefatının 40. Sene-i devriyesi vesilesiyle tertip edilen programda Necip Fazıl’ın hayatı ve edebi kişiliği hakkında bir konuşma yaptı.

OMÜ Tıp Fakültesi eski Başhekimi Prof. Dr. Mustafa Bekir Selçuk Necip Fazıl’ı anlattı

 

Prof. Dr. Mustafa Bekir Selçuk’un Atakum Kitap Kafe’de düzenlenen programdaki konuşması:

“Ahmet Necip’te şairlik doğuştan gelen bir istidattır. O, bunu şöyle açıklar; “Şairliğim oniki yaşında başladı. Bahanesi tuhaftır: Annem hastanedeydi. Ziyaretine gitmiştim. Beyaz yatak örtüsünde, siyah kaplı, küçük ve eski bir defter…Bitişikte yatan veremli genç kızın şiirleri varmış defterde…Haberi veren annem, bir an gözlerimin içini tarayıp; -- Senin şair olmanı ne kadar isterdim!

Annemin dileği bana, içimde besleyip de oniki yaşıma kadar farkında olmadığım bir şey gibi göründü. Varlık hikmetimin ta kendisi… Gözlerim, hastane odasının penceresine, savrulan kar ve uluyan rüzgara karşı, içimden kararımı verdim:

--- Şair olacağım! Ve oldum.

“İSLAMİYETİN BÜTÜN İNSANLIĞI NASIL KUŞATACAĞINA DAİR BİR TAHASSÜS VE TAHAYYÜL” ADLI YAZISINI ÇOK SEVEN VE YAZIYI SINIFTA OKUYAN DİN DERSİ ÖĞRETMENİ A. HAMDİ AKSEKİ,                                                            

TARİH HOCASI YAHYA KEMAL, (N.FAZIL, Y. KEMAL’DEN “BOYUNA BURNUNU KARIŞTIRAN KONTROLSÜZ HALİ, DALGIN VE EŞYADAN HABERSİZ TAVRI…” ŞEKLİNDE BAHSEDER.

BİR DİĞER HOCASI HAMDULLLAH SUPHİ’DİR.

EDEBİYAT HOCASI İBRAHİM AŞKİ BEY, ÇOK OKUYAN TALEBESİNE OKUMASI İÇİN İKİ TASAVVUF KİTABI VERİR. BÖYLECE TASAVVUFLA İLK TEMAS BAŞLAR.

MEKTEPTE LAKABI ŞAİRDİR, BİR DE KOCA KAFA.. “KÜÇÜK YAŞLARDA DA KAFAM BUYDU; VÜCUDUM ONA YETİŞTİ..”

“KENDİSİNDEN İKİ SINIF İLERDEKİ NAZIM HİKMET DE ŞAİR… AMA LAKABI YOK”

BU OKULDAYKEN ŞİİRLE İLGİLENMEYE BAŞLAYAN AHMET NECİP, TEK NÜSHA BİÇİMİNDE VE ELLE YAZILMIŞ OLAN “NİHAL” İSMİNDE HAFTALIK BİR DERGİ ÇIKARARAK İLK YAYINCILIK FAALİYETİNE BAŞLAR. OKULDA İYİ DERECEDE İNGİLİZCE ÖĞRENEREK ÜNLÜ İNGİLİZ YAZARLARIN ESERLERİNİ ORİJİNAL DİLİNDE OKUMA İMKANINI BULUR. AHMET NECİP OLAN ADININ “NECİP FAZIL” OMASI BU OKULDA GERÇEKLEŞİR.

ÜSTÜN OLMA DUYGUSU, EGO;

“ATLARKEN, ZİPLARKEN, KOŞARKEN, TALİM EDERKEN, VAZİFE GÖRÜRKEN, CEVAP VERİRKEN, DİNLERKEN, KONUŞURKEN, DAİMA İÇİMDE BİR HİS; BİRİNCİ VE ÜSTÜN YARATILMIŞ OLMAK, MURADLARIMA YAKIN BULUNMAK HİSSİ.. BAŞARMAK İÇİN YARATILDIM DUYGUSU.. AMMA GURUR DEĞİL..”

MEKTEBİN HAZIRLIK SINIFINDAN SONRA ÜÇ HARP SINIFINI BİTİREN NF, TAM DİPLOMA BEKLERKEN, BİRDENBİRE İLAVE EDİLEN 4. SINIFA O KADAR CANI SIKILIYOR Kİ BU SINIFI OKUMAMAYA KARAR VERİYOR VE YIL SONU SINAVLARINDA KAĞIDI BOŞ VEREREK OKULDAN KAYIDI SİLİNİYOR. DAHA SONRA, KENDİSİNE HAZIRLIK +3 SINIF OKUDUĞUNA DAİR BİR BELGE VERİYORLAR.

VE... 17 YAŞINDA DARÜLFÜNUN FELSEFE BÖLÜMÜ.

ŞİİRLE UĞRAŞAN BU 17 YAŞINDAKİ DELİKANLI, YENİ MECMUA’DA ŞİİRLERİNİN YAYINLANMASI İÇİN MECMUA YÖNETİMİNDE BULUNAN Y.KADRİ’YE (Y.KADRİ ÜZERİMDE İYİ BİR TESİR BIRAKMIŞTI. ONDA BAHRİYE MEKTEBİNDEN HOCAM VE SONRALARI AHBABIM Y.KEMAL’İN DALGIN VE UNUTKAN, YAHUT YILIŞIK VE LAUBALİ YÜZÜNDEN ESER YOKTU..) GİDER VE BİR-İKİ

 

4.

HAFTA SONRA ŞİİRLER, EN GENCİ 35-40 YAŞINDAKİ ÜSTADLARIN (Y. KADRİ, A. HAŞİM, Y. KEMAL, H. EDİP, R. HALİT, F. KÖPRÜLÜ) YAZILARI ARASINDA YAYINLANIR.

“İLK ŞİİRLERİMDEN BİRİ BİR GAZETENİN EDEBİ İLAVESİNDE ÇIKTI. HEYECANIM BÜYÜK… İSMİMİ MATBAA HARFLERİYLE ŞİİRİMİN ALTINDA GÖRÜNCE, SANDIM Kİ DÜNYA-ALEM O ANDA GAZETEYE EĞİLMİŞ BENİ OKUMAKTA… ELİMDE GAZETE, ÇARŞIDAN EVE DOĞRU YÜRÜRKEN, NARGİLESİNİ ÇEKEN KASAP, ESNEYEN BAKKAL, SIRITAN MANAV VE ŞUNUN BUNUN, YANIMA KOŞUP;

TEBRİK EDERİZ NF BEY! İŞTE ŞÖHRETE KAVUŞTUNUZ! DEMEMELERİNDEN ADETA HAYRETTEYİM.”

 Bir benliği bir secdeye versem/ Vermek, yine benden, yine benden./ Sevgilime kul oldum,       Güzelliği seçeli/ Varlıkta yoksul oldum, / Benliğimden geçeli

ARUZ-HECE VEZNİ ARASINDA BOCALAYAN NF, YİNE DE TEMEL OLARAK HECEDEN YANA..

Benim de yerim bu el oldu YAHU/Gençlik bahçesinde sel oldu YAHU/Çünkü ta derinden bağrımı yaran,/O başımın tacı el oldu YAHU/ Saçları boynumda dalgalandı da/Beni boğmak içil tel oldu YAHU/Ateşte yaktıktan sonra nefesi/Külümü savurdu, yel oldu YAHU/Ben bu halden ibret almadan göçtüm/Ondan ibret alan, el oldu YAHU!

O, BU ŞİİRLERİNİ DAHA SONRA HİÇ BEĞENMEYECEK VE “17-18 YAŞLARININ GAYET ACEMİ VE İPTİDAİ ŞİİR ÇABALAYIŞI…”DİYECEKTİR.

“YAHU” REDİFLİ ŞİİR İÇİN ÜSTAD; “MEZAR KİTABESİ” ADINI TAŞIYAN BU ŞİİR İÇİN, BİR GÜN A. HAŞİM’İN “YENİ MECMUA” İDAREHANESİNDE, FEVZİ LÜTFİ’NİN YANINDA BANA SÖYLEDİĞİ SÖZÜ UNUTAMAM: -- ÇOCUK!  BU SESİ NEREDE BULDUN SEN?

SONRA VERDİĞİ RÜTBEYİ KISKANMIŞ OLACAK Kİ, İLAVE ETTİ. – KENDİNİ BİR ŞEY SANMA! Y. KADRİ’NİN SENİ TUTTUĞUNA BAKMA! TESİRİ ALTINDASIN DA ONDAN…SANATKAR, TESİRİ ALTINDA KALANI SEVER… BU SÖZ O ZAMAN BANA ÇOK DOKUNDU..”

KENDİSİNİN DAHA SONRA BEĞENMEDİĞİ BU ŞİİRLERİ NEDENİYLE NF’A, YENİ MECMUA’NIN PİŞMİŞ ÜSTADLARI HAYRET VE HAYRANLIKLA BAKARKEN, KENDİ HALET-İ RUHİYESİNİ BAKIN NASIL ANLATIR. “BANA GELİNCE, NEFS ZEBUNLUĞU BAKIMINDAN ONLARDAN BETERDİM. BELİRTMİŞ OLDUĞUM GİBİ NEŞREDİLMİŞ İLK ŞİİRİMDEN BAŞLAYARAK, DÜNYADA ARTIK BENİ TANIMAYAN TEK KİŞİ KALMADIĞINI, KAHVELERDE, SOKAKLARDA, SOLANLARDA HEP BENİ KONUŞTUKLARINI SANIYORDUM. HERKES CÜCE, BENSE DEV..”

ÜNİVERSİTEDEN AHMET KUTSİ TECER İLE A. HAMDİ TANPINAR NF’ın ARKADAŞLARI. A.K. TECER, O’NUN BEĞENİSİNİ KAZANMIŞ ENDER ŞAHSİYETLERDEN BİRİSİDİR.

VE…  19 YAŞINDAYKEN (1923) PEYAMİ SAFA İLE TANIŞIR; BU ANI ŞÖYLE ANLATIR;

BEYLERBEYİ CADDESİNDE, ELLERİ ARKASINDA, BENİM GİBİ KOCA KAFALI, ÜSTELİK CILIZ VÜCUTLU, HEP DÜŞÜNCELİ, SPOR CAKETLİ VE GRİ PANTOLONLU, İHTİYARLA ÇOCUK BULAMACI BİR GENÇ… ONUN İÇİN MUHARRİR, ROMANCI DEMİŞLERDİ. BİR GÜN BOĞAZİÇİ VAPURUNDA H. ALİ YÜCEL ONU BANA TAKDİM ETTİ.

-        PEYAMİ SAFA BEY… VE ARAMIZDA HEMEN BÜYÜK BİR DOSTLUK TUTUŞTU. İKİNCİ DÜNYA HARBİNE KADAR SÜREN , DERKEN SİYASİ GÖRÜŞ AYRILIĞINDAN GÖLGELENEN, HELE BENİM MÜRŞİD EŞİĞİNDEN İÇERİ GÖZ ATIŞIMDAN SONRA BÜSBÜTÜN TAVSAYAN; TÜRKİYE’NİN EN BÜYÜK ŞAİRİ BİLİNİRKEN MÜSLÜMANLIKTAN BAŞKA GAYE TANIMAYIŞIM MEYDANA ÇIKINCA,

5.                                                                  

-        BENDEN TEKER TEKER EL ÇEKENLERLE BİR HİZADA PÖRSÜYEN, TEKRAR CANLANAN VE AYNI GAYEDE BULUŞUYORMUŞUZ HİSSİNİ VEREN; YİNE, ÇATLAYIP KURUYAN VE ÖYLECE KALAN MAHZUN BİR DOSTLUK…AMA GENÇLİĞİMİN EN SICAK DOSTLUKLARINDAN BİRİ.

VE.. PARİS… 1924’DE MAARİF VEKALETİNİN LİSE VE ÜNİVERSİTE MEZUNLARINDAN AVRUPA ÜNİVERSİTELERİNDE TAHSİLE GİDECEKLER İÇİN AÇTIĞI İMTİHANI KAZANARAK GİTTİĞİ PARİS,  BORMİDA İSİMLİ SALAPURYA (10-15 TONLUK YÜK TAŞIMACILIĞINDA KULLANILAN TEKNE) BÜYÜĞÜ BİR VAPURLA, YANINDA İÇİNDE ÇAMAŞIR VE YENİCE PAKETLERİNDEN BAŞKA BİR ŞEY OLMAYAN UFAK BİR ÇANTA VE BİRKAÇ YÜZ FRANKLA BİRLİKTE MARSİLYA’YA HAREKET. YOLCULAR ARASINDA SUAT HAYRİ ÜRGÜPLÜ, BURHAN ÜMİT TOPRAK, CEMİL SENA (KAİNATIN İLAHİ VAHYE MUHATAP EFENDİSİNE FELSEFE İSNAT EDECEK KADAR ANLAYIŞSIZ VE NASİPSİZ FELSEFECİ).

VE.. FIRTINALİ BİR DENİZ ÜZERİNDE 7 GÜN SONRA MARSİLYA VE SONRA PARİS..

 “İHTİLAÇ (ÇIRPINMA), RAŞE (TİTREME), TAKALLÜS (KASILMA), HAFAKAN ÜFLEYİCİ VE SEMANIN BÜTÜN YILDIZLARINI MASKELEYEN IŞIKLARI VE CANAVAR DİZİSİ HALİNDEKİ BİNALARIYLA, BİR ŞEYİ, BÜYÜK BİR ŞEYİ PEÇELEYİCİ KABUS ŞEHRİ PARİS. KADINI, KUMARI, İÇKİSİ; BOHEM HAYATI, ŞÜPHECİ FELSEFESİ, SAR’A NÖBETLERİ İÇİNDE SANATI; ÇÖZMEYE ÇALIŞTIKÇA DOLAŞAN VE BÜSBÜTÜN DÜĞÜMLENEN MESELELERİYLE  KABUS ŞEHRİ DEDİĞİ VE HAYATINDA ÇOK ÖNEMLİ BİR YERİ OLAN..PARİS..”  PARİS’TE MÜTHİŞ BİR İLLET YAKALAMIŞTIR; KUMAR… BİR LOKANTADA BİR TÜRKTEN NAZARİYESİNİ ÖĞRENDİĞİ POKERE TUTKUNDUR ARTIK. BU GÜNLERİ ŞÖYLE AÇIKLAR;

“PARİS HAYATIM BÜYUNCA HANGİ SEMTTE, HANGİ OTEL VE PANSİYONDA OTURDUMSA BURHAN ÜMİT BERABERİMDE.. BIYIK BIRAKSAM BIYIK BIRAKIR, KESSEM KESER, ÖYLE Kİ, BIYIĞIMIN SOL TARAFINI KESİP SAĞINI BIRAKSAM O DA ÖYLE YAPAR…”

… ve KUMAR;  “İŞTE FELAKETİM!.. KENDİMDEN KAÇMAK VE İÇİMDEKİ SABİT FİKİRLERİ UYUTMAK İÇİN BENDE İLAÇ HALİNE GELEN GEBERTİCİ ZEHİR.. BENİ ÇÜRÜTEN, ŞAHSİYETİMİ LİF LİF YOLAN, DIŞ HAYATA VE CÜCELERE KARŞI MÜDAFAALARIMI TEK TEK DÜŞÜREN BU ZEHİR, ŞEYTANIN İÇİME GİRMEK İÇİN RUH KALEMDE AÇTIĞI EN KORKUNÇ GEDİKTİ. PARİS’TEN GETİRDİĞİM VE İLK GENÇLİK, OLGUNLUK, HATTA İHTİYARLIK ÇAĞINA KADAR KENDİMİ SU VE EKMEK İHTİYACINDAN FAZLA KAPTIRDIĞIM ARADA BİR BÜYÜK DAVRANIŞLAR VE DÖVÜNMELERLE ARKA ÇEVİRİP TEKRAR AĞINA TUTULTUĞUM BU ZEHİR, (AŞİL)İN TOPUĞUNDAKİ ZAYIF NOKTA HAYALİNE TAŞ ÇIKARTACAK ÇAPTA, ÜSTÜNE ŞEYTANIN ELİ DEĞER DEĞMEZ TESLİM OLUVERDİĞİM BİR UKDE YAŞIYORDU RUHUMDA..” DEDİĞİ KUMAR… Rasim Özdenören bu durumu şöyle açıklar; “İhtiyarlık yaşlarına kadar, tövbe üstüne tövbe etmesine rağmen hiçbir zaman vazgeçemediği bu tutkusuyla, o gerçek bir kumarbazdır. Fakat bu tutkuya, inançlarına ters düşen ve şahsiyetini lif lif yolan bu tutkuya, niçin benliğini böylesine kaptırıp koyvermişti? Bunun niçini yoktur. Dışarıdan gösterilebilecek her sebep yetersiz, eksik veya yanlış kalacaktır. Bunun niçinini doğrudan doğruya kumarbazın kişiliğinde aramalıyız:”

KALDIKLARI OTELİN BULUNDUĞU BULVAR ÜZERİNDEKİ TÜRKETİ (ESKİ YUNAN MİTOLOJİSİNDE BİR İSİM) İSİMLİ, GENELDE TÜRKLERİN UĞRADIĞI BİR KAHVEHANE. ALİ FUAT BAŞGİL DE MÜDAVİMLERDEN..

ARKADAŞLARI, BOŞLUKLARINI VE TESELLİLERİNİ İÇKİ VE KADINDA ARARKEN, O , BUNLARDAN HİÇBİRİNDE ISTIRABININ MERHEMİNİ BULAMAZ VE KUMARDA, ONUN DEYİMİYLE “YÜREK KIZIYLA İSPATI DOKUZLUSUNDA, KARAR KILAR.

GENÇ ŞAİRİ (O 1934’E KADAR HEP GENÇ ŞAİR, 1934-43 ARASI KOMÜNİST AĞZINDAN MİSTİK ŞAİR, 1943’TEN BU YANA FİKRET ADİL’İN TABİRİYLE SABIK ŞAİR’DİR)

6.

“BÜTÜN BİR MEVSİM, PARİS’TE GÜNDÜZ IŞIĞI GÖRMEDİM. PARİS’TE GÜNDÜZ NASILDIR, HABERİM OLMADI. GÜN DOĞARKEN YATIYOR, GECENİN BAŞLANGIAINDA DA HAFAKANLARLA YATAĞIMDAN FIRLAYIP KLÜBE KOŞUYORDUM.”  BÜTÜN GÜN YİYİP İÇTİĞİ, SABAHLARI OTELİN KAHVALTISI.. BİR DE GECELERİ KLÜPTE BEDAVA TARAFINDAN VERİLEN ÇEREZLER..

PARASI OLMADIĞI ZAMAN YİNE KLÜPTE HERHANGİ BİR OYUNCUNUN ARKASINA GEÇİP KENDİSİNİ ONUN YERİNE KOYUYOR, ONUN KAZANCIYLA SEVİNİYOR, KAYBIYLA ÜZÜLÜYOR…

BİR GÜN.. BERLİN’DE OTURUP DA PARİS’E TEFTİŞE GELEN TALEBE MÜFETTİŞİNİN KENDİSİNİ ARADIĞINI BİLDİRİRLER. GÜNDÜZ OLMASINA RAĞMEN UYANIR, BURHAN’DAN METRO PARASINI ALIR VE DOĞRU MÜFETTİŞİN OTELİNE GİDER. MÜFETTİŞ ONA; VEKALET, SÜRDÜĞÜNÜZ HAYAT BAKIMINDAN TAHSİSATINIZI KESİYOR, DER VE DEVAMLA; İŞTE SON AYLIĞINIZ VE MEMLEKETE DÖNÜŞ PARANIZ!..HİÇBİR ŞEY SORMADAN, HİÇBİR MÜDAFAAYA KALKIŞMADAN PARAYI ALIR. CEBİNDE ARTIK İKİ BİN FRANK KADAR PARA VARDIR… VE HAYAL KURAR.                                                                                   

BUNUNLA KUMAR SERMAYESİ YAPACAK, TAHSİLİNİ DEVAM ETTİRECEK, PARİS’TEKİ FİKİR VE SANAT MUHİTLERİNİ FETHEDECEK VE BİR GÜN KOCA METROPOLİSİ SATIN ALABİLECEK BİR SERVET KAZANACAK!..

Burhan Ümit, ağlamaklı bir şekilde; “Bırak şu kumarı kuzum; derslerine sarıl!.. Yeni ihtiraslar ara kendine!... Şu öldürücü illeti silk at üzerinden!... Kendine acımıyor musun?

Kendime acımak için böyle yapıyorum./Öyleyse?/Eğer benim o dipsiz uçuruma düşmemdeki sırrı bilseydin yakamı bırakırdın!/Neymiş o sır? Söylemedi, sırrını dile getirmekten kaçındı.

VE DOĞRUCA KUMARA VE TEK SEFERDE KAYIP.  VE GÖZLERİ KALDIRIMLARDA, “KALDIRIMLAR” ŞİİRİNİ İÇİNDE BİRİKTİRE BİRİKTİRE, SAATLERCE YAYAN VE OTELE VARIŞ, ODASINA ÇIKAR, AYNANIN KARŞISINA GEÇER, UÇLARI SİMSİYAH TIRNAKLARIYLA YANAKLARINI KANATIRCASINA TARAYARAK AĞLAMAYA BAŞLAR; VE “ALLAHIM BENİ KENDİ KENDİMDEN KURTAR”…

TRENLE MARSİLYA’YA HAREKET. SABAH ERKEN SAATLERDE İNDİĞİ MARSİLYA’DA DOĞRUDAN VAPUR’A GİDER, FAKAT İSTANBUL VAPURU HAREKET SAATİ ÜÇ GÜN SONRADIR, BİLETİNE BAKMAMIŞTIR. YANINDA ÇOK AZ PARASI KALMIŞTIR, PARASINA GÖRE ÇOK PİS BİR OTEL BULUR, YERLEŞİR. PAZARDAN ALINMA KURU YEMEKLERLE İDARE EDER.

OTELDE OTURURKEN, ŞEYTANIN KULAĞINA FISILDADIĞINI İŞİTİR GİBİ; “İNSAN BU HALE GELİNCE MUTLAKA KUMARDA KAZANIR. SENİN ŞU ANDAKİ ŞARTLARINA GÖRE ŞANSIN BÜYÜK. NE YAP YAP, BİR ÇARE ARA! ŞANS BÖYLE ANLARI GÖZLER.”

ÜRPERDİ. FISILTI DEVAMLA; “ACENTAYA GİDER, KAMARA BİLETİNİ GÜVERTEYLE DEĞİŞTİREBİLİR, FARKI OLAN PARAYI ALABİLİRSİN! OLMADI.. KONSOLOSLUK DA VAR… ÇARENE BAK, BİRAZ PARA BUL! DURMA!..”

GECELİĞİNİ PEŞİN ÖDEDİĞİ OTELDEN ÇIKAR, KUMPANYAYA GİDER VE ŞEYTANIN DEDİĞİNİ KOLAYCA YERİNE GETİRİR. ARTIK BİRKAÇ YÜZ FRANKLA MARSİLYA”YI HOPLATACAK.. NE KADAR MUTLU!.. SONRA KLÜP, KUMAR VE KAYBEDİŞ. ERTESİ GÜN OTELDE KALACAK PARASI BİLE YOK.

KONSOLOSLUĞA GİDER, KONSOLOS ZİYARETİN NEDENİNİ ANLAR VE YARDIM EDEMEYECEĞİNİ SÖYLER. O GECE AÇ BİR ŞEKİLDE SOKAKTA YATAR. SABAH UYANIR, SAHİLDE BİR KAYIKTAN DÖKÜLEN KEÇİ BOYNUZLARIYLA KARNINI İYİCE DOYURUR. BİRAZ İLERDE AT YARIŞLARININ OLDUĞU ALANA GİDER, ALAN TIKLIM TIKLIM DOLUDUR. ORADA KONSOLOSU GÖRÜR VE ISRARLA PARA İSTER, KURTULAMAYACAĞINI ANLAYAN KONSOLOS, AKŞAMA DOĞRU KONSOLOSLUĞA GEL

7.

Görüşelim der ve akşam makbuz ve imza karşılığı 1000 frank alır. O da kumar vergisine yatırılır.

Daha sonraları, bu kendisini yiyip bitiren, tedavisi güç bir hastalık olan, tatminsizliğini kumarla gidereceğini, huzursuzluğunu onunla dindireceğini sandığı bohem yaşantısını; Rehinlik Maymun, Maça Kızının İntikamı, Hasta Kumarbazın Ölümü, Hasta Kumarbazın Not Defterinden..hikayelerinde, bu hayatın değişik görüntüleriyle anlatır (Cemil Çiftçi, Mavera, s.70).

1934 YILINA KADAR YAŞAMI

VE NİHAYET BİR YIL KADAR KALDIĞI PARİS’TEN İSTANBUL’A DÖNÜŞ.. RIHTIMDA YOLCULARI KARŞILAYANLAR…”GARİP ŞEY! HERKES ŞAPKALI… O SENE ŞAPKA KANUNUNUN ÇIKARILDIĞINI BİLİYORDU AMA BÖYLE BİR MANZARA BEKLEMİYORDU. ŞAPKALAR BAŞLARDA BİR İNGİLİZİN HİNDU KAVUĞU GİYMESİ GİBİ DURUYOR. İÇTEN TEPEYE ÇIKMA BİRŞEY DEĞİL DE TEPEDEN KAFAYA OTURMA.. DEVELERE DE GİYDİRSENİZ BÖYLE OLUR…”

CİCİ ANNESİNDEN MİRAS ARTIĞI OLARAK 500 LİRA ALIR. ANNESİ HASTADIR, HEYBELİADA’DA İSTİRAHATTE OLDUĞUNU ÖĞRENİR, DAYISI İLE ARASI AÇIK OLDUĞUNDAN HENÜZ ZİYARET ETMEDİĞİ İÇİN ADAYA GİTME CESARETİNİ GÖSTEREMEZ, OYSA ANNESİNİ ÇOK SEVER VE ONA ACIDIĞINI SÖYLER.. BİR KAHVEHANEYE GİDER, POKER OYNAR VE O PARAYI DA KAYBEDER.

GÜNLERCE AÇ-SEFİL BİR ŞEKİLDE ANNESİNİN AKSARAY TARAFLARINDA, “BURADA BARIN VE ARTIK BİR BALTAYA SAP OL” DİYEREK TUTTUĞU  METRUK BİR EVDE KALIR. GENÇ ŞAİR, BİR TANIDIĞI RAST GELİR DE ONU YEMEĞE GÖTÜRÜRSE GİDER, OLMAZSA HİÇ UMURSAMAZ, PARİSTEN KALMA, AÇLIĞI TAHAMMÜL İDMANI SAYESİNDE AKŞAM EDER.

İlk şiir kitabı “ÖRÜMCEK AĞINI”  bu arada bastırdı (1925).

Bir gün, Karaköy’de “Felemenk Bahr-i Sefit Bankası” isimli Hollanda Bankası’nda çalışan arkadaşı Salih Zeki’yi görmeye gider ve arkadaşının girişimiyle aylığı 50 lira karşılığında aynı bankada işe girer.

Peyami Safa başta olmak üzere dönemin ünlü yazarları ile beraber olduğu bir akşam, içki ve kadın üzerine yapılan konuşmalardan hoşlanmayarak toplantıyı terk eder ve klube gider, fakat parası yoktur, kumar oynamaz. Kumarhane sahibi “niçin oynamıyorsun? Yoksa paran mı yok, doğru ya.. ayın 28’i. Sen yine de para bulmaya bak, yarın büyük oyun, büyük şans, büyük ümit var.” Bunun üzerine ertesi gün bankaya varır, avans ister.. Vermezler… Çaresi yok mu? Diye sorar. Sırf alay olsun diye “istifa edersen 29 günlük hakkını alırsın.. 3-4 dakika sonra istifa mektubu, parayı alır.. ve sonuç, malum..

Bir hafta sonra, başvurusu kabul olunan OSMANLI BANKASINDA çalışmak üzere ADANA CEYHAN’a  seyahat. 80 lira aylıkla işe başlama.. Tek ümidi şudur işe başlarken;  BELKİ ANADOLU, İLLETİME DEVA OLUR..

Ceyhan’da da huzur bulamaz, İSTANBUL’A NAKLİNİ İSTER (1927). İstanbul ve kısa bir süre sonra GİRESUN’A TAYİNİ ÇIKAR. Oraya oğlunun mürüvvetini görmek ve ekmeğini yemek isteyen annesini de anneannesiyle beraber götürür. Bir yaz mevsimi kaldıktan sonra önce annesini göndermiş sonra da kendisi İSTANBUL’A DÖNMÜŞTÜR. Ve bankadan ayrılır. Giresun’da da üstelik fındık tüccarlarıyla kumar..Bankaya haber vermeksizin evinde iki gün iki gece uyuya kalmış, dehşetle uyanmıştır. Aynaya her bakışında suratına tükürmek için saçlarını sıfır numaraya kestirir. Yakın dostu Mustafa Şekip Ona; “Kadına dal, istersen gece gündüz içkiye.. Fakat şu, her türlü kıymet ve sıhhatinin düşmanı kumarı bırak!..”

“BEYZA HANIMEFENDİ..” Eşref Şefik, Fikret Adil, Mesut Cemil, Peyami Safa, Elif Naci…

8.

Bir ara Cumhuriyet Gazete’sinin Peyami Safa idaresindeki edebiyat sahifesinde yazılar yazmaya başlar… İkinci şiir kitabı “KALDIRIMLAR”I yayınlar (1928). Kitap büyük ilgi ve hayranlık toplar.

Ve Ankara… Uzun süre (9 yıl) çalışacağı ve müfettişliğe kadar İŞ BANKASI UMUM MUHASEBE ŞEFİ OLARAK tayin. 1929). Ankara’da sıklıkla uğradığı yerler; YAKUP KADRİ VE FALİH RIFKI’NIN EVLERİ VE Ulustaki İSTANBUL PASTANESİ.

Ve.. YılL 1931, Taksim Kışlası 5. Alayında ASKERLİK (1931-33)..

Askerlik bittikten sonra tekrar Ankara ve İş Bankası’ndaki görev… Üçüncü şiir kitabı “BEN VE ÖTESİ”NİN yayınlanmasından sonra ününün zirvesine ulaştı.. Ankara’da BEHÇET KEMAL VE CAHİT SITKI ile tanışmaları ve diyalogları..(Babıali s.158-162). Ankara’da iken cebinde birkaç yüz lirayla izine ve görevli olarak İstanbul’a gider ve Beyoğlu lokalinde sabaha kadar bohem hayatı..

Ankara genç şairi öylesine bunaltır ki bir Anadolu şehrine tayinini ister. İsteği kabul edilir, bankanın Trabzon Şubesine tayin edilir. Birkaç ay kalacağı Trabzon’da günlerce yağan yağmur nedeniyle üşüten ve ateşler içinde yatan genç şair, bu durumdan etkilenerek “Bu yağmur” şiirini yazar.

Birkaç ay sonra tekrar İstanbul, Sonra Edirne ve yine İstanbul.. Aynı bankada…

 1934-43 YILLARI ARASI YAŞAMI

MÜRŞİDİNE GİDEN YOL..

İSTANBUL’DA DAHA ÖNCEKİ ZAMANLARDA ÇALIŞTIĞI ZAMANLARDA BANKADAN ÇIKIP VAPURLA ÜSKÜDAR’A GİDERKEN, KARŞISINDA, DAHA SONRALARI BİR DAHA GÖREMEYECEĞİ VE BU NEDENLE HIZIR TAVIRLI OLARAK NİTELEDİĞİ, “ŞİŞMANCA, ABLAK YÜZLÜ, KAFASI PERGELLE ÇİZİLMİŞ GİBİ YUSYUVARLAK.. PEMBE VE DOLGUN YANAKLARI OLAN”  VE DEVAMLI KENDİSİNE BAKAN BİR ADAM OTURUR..ÜSKÜDAR’A KADAR BÖYLE…

Neden sonra adam; birbirimizi selamlayalım mı? Diye sorar ve Müslüman’ca selam verir. Aynı kelimelerle karşılığını alır. Sonra ismini, cismini, mesleğini bildirmeden konuşur. “Sanki o ismiyle cismiyle mücerret manada Abdullah’dı, Allah’ın kulu…Hepimiz gibi..”diye düşünür.

Din, İslamiyet.. Dine bağlılık günden güne zayıflıyor. Herkes gaflette.. Ecel de her an tepemizde.. Ölüm anının dehşeti.. Bir Günahkara ait korkunç ölüm sahnesi..gibi şeyler anlatır adam. Anlattıklarından hiç sıkılmaz NF. Ama bir netice bekler. “Anlattıkları bir kabuk, cevher onun içinde, acaba nedir o” diye düşünür.

“ Genç adam! Aklını başına devşir! Bütün havailikleri bırak! Hemen ibadete başla! Dinin bütün emirlerini yerine getir! mi demek istiyor”…Çocukluğunda okumuş olduğu bir iki kitaptan alıntılarla tasavvuf bahsini açar ve sonunda;

Zamanımızda irşada ehliyetli bir kimse var mı? Böyle birisini tanıyor musunuz? Diye sorar. Adam güler ve bir müddet daha sohbetten sonra, “böyle bir zatın olduğu ve Cuma günleri Beyoğlu Ağa Camiinde ders verdiğini” söyler. İsmi ABDÜLHAKİM EFENDİ HAZRETLERİ diye ilave eder.

O sıralarda, bir gün.. Beyoğlu’nda Ağa Camiine birkaç yüz metre mesafede bir apartmandayım. Yanında, zevk anlayışında ve estetik idrakte beraber olduğu, mizaçlarının birbirini tutan taraflarının da olduğu ressam ABİDİN DİNO.. Onun için “sonunda işi tam Müslümanlık ve ruhçulukta tamamlayacak ben, komünizma ve maddecilikte bitirecek olan da o, kaderin ileride aramıza katacağı korkunç mesafeden habersiz, sarmaş-dolaş haldeyiz” der.

9.

Bu gün ne kuzum? – Cuma/Ne dedin? Cuma mı?/ Ne olacak?/ Ne olacağını bırak da saate bak!/12’ye geliyor. Tamam namaza pek az vakit var… Haydi davran, sana üstün haberciyi göstereceğim! Ve Abidin Dino’ya vapurda geçen hadiseyi anlatır. Müthiş ilgilenir ve,

-        Ya bizden polis diye şüphe ederse,

-        Yanılıyorsun, diye haykırır; eğer aradığımız üstün haberciyse bir bakışta bizi anlar. Değilse zaten bize lüzum yok… İstediği kadar şüphe etsin (s.85).

Hocaefendinin dersi bittikten sonra, NF, “affınızı rica ederiz efendim; ellerinizden öpmek saadetine erebilir miyiz?” Hoca uzun süre kendisini süzdükten sonra; “Biz Eyüpsultan Gümüşsuyu’nda Kaşgari Murtaza Efendi Camii’nde bulunuyoruz” der ve ilave eder, “ne zaman isterseniz buyurun”. NF, kabul edildikleri için sevinçle hocaefendinin elini öper.  Bu anı daha sonra “Bana yakan gözlerle bir kere baktınız/Ruhuma büyük temel çivisi çaktınız” şeklinde mısraa dökecektir.

Aradan haftalar geçer ve bir gün Abidin ile hocanın evine giderler.. Hoca ile tanışırlar ve biraz tasavvuf üzerine sohbetten sonra ayrılırlar, ikisi de Hocaefendiden çok etkilenmişlerdir.

Efendi hazretlerinin yanına gidip gelmeler.. Manevi buhran, metafizik kıvranışlar, rüyalar.. Bunları yepyeni bir kuruluşa doğru temelinden sarsılış olarak yorumlar ve “Efendi hazretlerinin tez nazarıdır ki beni bu hale getirmişti” der.

Birkaç ay içinde sadece kemiklerinin ağırlığına kadar düşmüş ve üzerinde hiçbir et sikleti kalmamış olarak kapısına varır.. Feryadı şudur..

--- Beni kurtarınız!

--- “Sık sık gelin, buyurdular; sohbet sizi açar, inşallah feraha kavuşursunuz!” Başka ne bir emir, ne bir öğüt, ne bir tedbir, ne bir tatbik…

Tüm bu sohbetleri takiben ciddi bir fikir ve zihniyet dönüşümü yaşayan NF, şeyhi ile tanışmasını kendisine milat kabul eder ve eserlerinde özellikle de şiirlerinde bu tanışmadan sonra dini (tasavvufi) düşüncenin izleri görülmeye başlar.

Bu arada mürşidi ile buluşmalar… HİKMETLİ SÖZLER..

“Kur’an şifadır; fakat şifa, suyun geldiği boruya tabi..Pis borudan şifa gelmez”. (üfürükçüleri ve üfürükçülüğü sanat edinenleri düşünün!)

“Cemiyetteki  ruh hastalıkları iman eksikliğinden doğuyor..”/“Her halleriyle derhal namaza başlamamı hissettirir oldular”/“Devamlı olarak evlenmem gerektiğine işaret ettiler”./“Başına ne geldiyse annene ettiğin kötü muameleden bil”…

“Bütün bunlar oluyor, görülüyor, düşünülüyor ya.. Beni hala adam olmuş, hiç değilse dış hiza çizgisine girebilmiş sanmayın! Kırk yaşına kadar tesellim; -- Kırkından sonra kendimi topyekün Allah’a vereceğim… Kırkından sonra tesellim; -- Ellisinden sonra inşallah!.. Teselli, hep teselli, kuru teselli; şeytan tesellisi…

Efendimin başka bir münasebetle sözleri;

--- Allah herkese bir türlü tesellisini verir.”

10.

Bir gün efendisi ile otururken; “kendime içimden, harfi harfine şunları söylemeğe başladım: -- Sen ne adi, ne pespaye insansın! Efendinin yanına geliyor, birkaç saat kalıyor ve kar gibi beyazlaşıp uçarak, bulutların üstüne basarak gidiyorsun! Kapıdan çıkar çıkmaz yine eski insan!..O bembeyaz halinle zift fıçılarına balıklama dalıyorsun! Sonra yine gel, yine temizlen, yine git, yine kirlen!..Sen adam olmazsın! Sen; gösterilen doğru yolda kendi iradenle tek adım atmak şerefini kazanamazsın!”

Rasim Özdenören bu durumu şöyle açıklar; “Yeminler ve tövbeler eder fakat her defasında yeminini bozmak zorunda kalır. Hali acaiptir. Acaba bozduğu her tövbeden sonra yeniden tövbe kapısına sığınırken duyduğu “zillet” vaktiyle kendisini “dev” sanmasının bir kefareti midir? Nefs terbiyesi için ona böyle  bir yol mu uygun görülmüştür? Çünkü nefsinin her yenik düşüşünde o, mürşidine biraz daha sıkı bağlanmakta ve çareyi başka hiçbir yerde aramaksızın teslimiyetinin şiddetini biraz daha arttırmaktadır...”  Sonuçta NFK, bu nefis terbiyesi için şu hükmü verir; “Ferhad’ın sevgilisine kavuşmak için deldiği dağ, benim devirmek borcunda olduğum nefse göre bir kum tanesi…

“Tam bu noktada, daha yüksek bir iç seslenişiyle kendi kendime haykırdım:  -- Bizim gibi sefilleri kendi halimize bırakmamalı.. Bizi, tam tabiriyle, tasarruf etmeli… Büyük veli, bizi bir nazariyle tasarruf edip bütün dış alakalarımızdan söküp koparmalı, kurtarmalı ve ayağının dibine serip ”işte hepsi bu kadar” demeli… Bizi tasarruf etmeli, beni tasarruf etmeli…”

VE NAMAZ

Ramazana bir, bir buçuk ay var. Efendisi sorar; “Namaza ne vakit başlayacaksın?” “Ramazanda başlayacağım efendim.” “Hayır; 14 Şaban günü (Berat gecesi) başla!”

“Galiba evlenişim zamanlarında, bana soracaklardır: -- “Nasıl gidiyor namazların?” “Vakitlerinde yetiştiremiyorum efendim, fakat akşamları evde, yatsı namazının edasıyla beraber bütün günü kaza ediyorum.” Efendisi, bir kere daha memnuniyetsiz bir sükutla susacaklardır..”

Ve Necip Fazıl’dan hüküm, “KALEMİME, FETİH VE İNKİŞAF ONUNLA GELDİ.

“Muhakkak olan şuydu ki, ben kendilerini tanımadan dik bir kaya üzerinde gururla dünyaya karşı dikilmiş uyuz bir keçi iken, tanıdıktan sonra; yere inen ve geçtiği yol boyunca süt koyuveren memeleri şiş, patlayasıya şiş bir koyun olmuştum. Otuz yaşına kadar tıknefes yaşayan ve bir iki şiir kitabından başka bir şey veremeyen ben, ondan sonra piyes, fikir, tetkik, dava, tez; kırk elli ciltlik bir çapa doğru yükselecektim.”

“Ver cüceye onun olsun şairlik/Şimdi gözüm büyük sanatkarlıkta”

Bu dönemdeki ilk önemli eseri, “İslamcılık ve Türklük vurgusunun ön planda olduğu” TOHUM adlı tiyatro oyunudur (1935). Eser Muhsin Ertuğrul tarafından İstanbul Şehir Tiyatrolarında sahnelenir. Sanat çevrelerinden büyük ilgi gören eser halkın ilgisini çekmez. 1936’da kültür-sanat dergisi olan AĞAÇ MECMUASI’nı  çıkarır, Ahmet Hamdi Tanpınar ve Cahit Sıtkı Tarancı dergiye katkı sağlar. İş Bankası tarafından finanse edilen derginin yayın hayatı 16 sayı sürer. 1937’de BİR ADAM YARATMAK adlı tiyatro eseri Muhsin Ertuğrul’un bizzat kendisi tarafından sahneye konur ve büyük ilgi uyandırır.

1938 yılında yeni bir milli marş yazılması için “Ulus gazetesinin” açtığı yarışma ile ilgili kendisine yapılan teklifi benimseyerek “Büyük Doğu Marşı”nı yazdı..Yarışma öncesi şu şartı koşar;

 “Akif’in ruhuna ve eserine hürmetim var.. Fakat içinde hiçbir has isim geçmemek ve kendi anlayışıma göre yazmak şartıyla, milletimden aldığım heyecanı böyle bir marş içinde billurlaştırmak isterim. Razı mısınız? Öyleyse durdurun müsabakayı..” 

Mürşidi ile tanıştıktan sonra yaşadığı dönüşüm dönemini anlatan “ÇİLE” şiirini yayımladı (1939).

1940’da Türk Dil Kurumu hesabına, Namık Kemal’i şairliği, oyun yazarlığı, romancılığı, fikir adamlığı konularında eleştiren “Namık Kemal” isimli eserini kaleme aldı.

---“ Evlen, evlen, evlen! Efendimin namaz emrinden sonra daimi ihtarları.. --- Evime ne zaman şeref vereceksiniz? --- Sen evlenmeden gelmem!.” Bir gün dayanamaz ve  --- Efendim, ben münasibini bulamıyorum, Siz bana muhitinizden, yakınlarınızdan birini bulun ve emredin… İsterse bir hizmetçiniz olsun, hemen evleneyim! --- Yok. Olmaz, sen bulacaksın ve kendi muhitinden bulacaksın!..” (O ve Ben, s.184).

1941 yılında Fatma Neslihan Balaban ile evlendi, Bu evlilikten Mehmet , Ömer, Ayşe, Osman ve Zeynep isimli  beş çocuğu oldu.

Bir gün bir doktor bana dedi ki; -- Efendinin büyüklüğüne delil aramaya ne hacet! Senin gibi birini bu hale getirmesi yetmez mi?..

1942 yılında yeniden askerlik için Erzurum’a gönderilir, askerde iken siyasi bir yazı kaleme alması üzerine ilk kez hapis cezası alır. Cezasını Sultanahmet Cezaevi’nde çeker.

Ve.. Nihayet 1983 Kasım ayında Ankara Hacı Bayram Camii yakınındaki biraderinin oğlu Faruk Işık’ın evinde ondokuz gün hasta yattıktan sonra vefat.. Naaşın İstanbul’a nakli ilaçlama zorunluluğu nedeniyle olmuyor, Kırşehir’e..olmuyor ve Nihayet Bağlum..

1943-1949 YILLARI ARASINDAKİ YAŞAMI

Eylül 1943’de BÜYÜK DOĞU dergisinin ilk sayısını çıkarır. Bu ilk sayısında, düzenlediği bir ankette, devrin eli kalem tutan entelektüellerine yönelttiği ilk soru “ALLAH’A İNANIYOR MUSUN?” olur. O dönemde çıkarılan tek muhalefet yanlısı, muhafazakar dergi olup ilk sayılarında dönemin ünlü isimlerinin yazıları çıkar. Daha sonra ise NFK, çok sayıda değişik takma isimlerle neredeyse dergiyi tek başına sürükler. Dergi 3 ay sonra Aralık ayında “dini neşriyat yapmak ve rejimi beğenmemek” gerekçesiyle kapatılır ve NF, Güzel Sanatlar Akademisi Yüksek Mimari bölümündeki görevinden alınır. 1944 yılı Şubat’ta tekrar yayıma başlayan dergi , Mayıs ayında “rejime itaatsizliği teşvik” suçlamasıyla Bakanlar Kurulu kararıyla kapatılır. Gerekçe “Allah’a itaat etmeyene itaat edilmez” hadisinin tek parti yönetimini işaret ettiğine inanılmasıydı. NF, Eğirdir’e sürülür.

Bu arada hükümet başkanı Recep Peker, dönemin tek güçlü muhalefeti olan Büyük Doğu hareketini susturmak için NF’ı makamına çağırarak onu durdurmayı dener. Susmaya tazminat olarak, demetlenmiş Merkez Bankası banknotları ihsas ettirilir.Teklifin diğer seçeneğinde karanlık, uzun bir zindan yoludur (Osman Bayraktar, Mavera, Temmuz/Ağustos/Eylül, 1983). Tabii ki ret.

Mahkemeler de ayrı bir tebliğ mekanı, telkin yeri ve agoradır artık. Müdafaalara bakınca; kimin yargılayan, kimin yargılanan olduğuna karar vermekte tereddüt ediyor insan:

“İslami nizamı propaganda ettiğimizi söylüyorlar! Şüphe mi var? Biz yalnız bu işi yapmıyor, bu işi yapmak için yaşıyoruz. Fakat propaganda kelimesine iştirak edemeyiz. B hasis ve sefil kelime, İslamın ulviyet ve üstünlüğünü tespit etmek gibi bir fiile alem olamaz:” (Mavera, Temmuz/Ağustos/Eylül, s.57)

2 Kasım 1945’te dergi yeniden çıkmaya başladı, dergide artık daha çok dini yazılara yer veriliyordu ve NFK, genellikle “ADIDEĞMEZ” mahlasıyla yazılar kaleme alıyordu. 1978 Haziran ayına kadar dergi genelde haftalık, bazen günlük ve bir kere de aylık olarak yayın hayatını sürdürdü. Bu zaman zarfında dergi 16-17 kez ya kapatıldı veya ara vermek zorunda bırakıldı. Necip Fazıl sık sık tutuklandı ve mahkum oldu. 1948 yılındaki mahkumiyet kararını takiben geçimini sağlamak için evindeki tüm eşyalarını satmak zorunda kaldı.

Büyük Doğu dergisinin çıkmadığı zamanlar, Yeni İstanbul, Son Posta, Babıali’de Sabah, Bugün, Mille Gazete, Sabah, Hergün ve Tercüman gibi değişik gazetelerde günlük yazılar yazdı.

“Büyük Doğu, gerçekten halk için bir mektep, entelektüel için üniversite olmuştur”. (Erdem Bayazıt, Mavera)

28 Haziran 1949’da BÜYÜK DOĞU CEMİYETİ’ni kurdu. İlk şubesi Kayseri’de açıldı. Kayseri’deki açılıştan İstanbul’a döndüğünde bir yazısı nedeniyle “Türklüğe hakaret davası”nda verilmiş beraat kararının temyizden dönmesi sonucu eşi ile birlikte hapse girdi. 1950 seçimlerini takiben çıkarılan af yasasıyla tahliye oldu. 1 Eylül 1950 de Büyük Doğu’yu yeniden çıkarmaya başladı. Menderes’e partiyi İslam ekseninde geliştirmesini öneren açık mektuplar yazdı. O yıl Büyük Doğu Cemiyeti’nin 6 il veya ilçede şubelerini açtı.

22 Mart 1951’de Beyoğlu’nda bir kumarhaneye yapılan baskında yakalanan NF, gözaltına alındı ve bu olayın Demokrat Parti’nin bir komplosu olduğunu ileri sürdü.

26 Mayıs 1951 tarihinde ani bir kararla BD Cemiyetini feshetti.

15 Haziran 1951’de, kurmayı düşündüğü Büyük Doğu Partisi’nin ana nizamnamesini dergide yayımladı. Parti nizamnamesinde Milli Şef’e karşılık “Başyüce” vardı, ayrıca programa göre, faiz, dans, heykel, zina, fuhuş, kumar, içki, her türlü keyif verici maddenin yasak olduğu, suçluların kısas yöntemi ile cezalandırılacağı bir ülke öngörülüyordu.

Mayıs 1952’de “MALATYA HADİSESİ” mg. Vatan Gazetesi sahibi ve başyazarı A. Emin Yalman Malatya’da bir suikast sonucu yaralanmıştı. NF, Yalman’ı yaralayan Hüseyin Üzmez’i azmettirmekle suçlandı. 9 ay 12 günlük daha önceki hapis cezasını çekerken Malatya’ya sevkedildi. Bu cezasını tamamladıktan sonra bir süre daha tutuklu kaldı ve Malatya davasından suçsuz bulununca 16 Aralık 1953’te serbest kaldı.

Bu sırada kendisine politikayı bırakmasını öğütleyenlere; “o kadar yol almış ve bugüne dek öyle ufuklara varmış bulunuyorsun ki, artık bir an için duraklaman ve susman bile sana göre küfre yakın bir şey sayılabilir. Sen artık sükutu bile küfre denk hale getirmiş bir şahıssın, yoluna devam etmekten başka çaren yok.” der.

1957’de 8 ay 4 gün hapis..1960 darbesini takiben 6 Haziran’da evinden alınarak 4.5 ay Balmumcu Garnizonunda tutuklu kaldı. Basın affı nedeniyle tahliye edilse de Atatürk’e hakaret suçu iddiasıyla önceki bir yazısı nedeniyle tekrar tutuklandı ve verilen 1 yıl 65 gün cezasını Toptaşı Cezaevi’nde tamamladı.

Serbest kaldıktan sonra çeşitli gazetelerde yazarlığa başladı, Anadolu’da konferanslar verdi.

1965’de BÜYÜK DOĞU FİKİR KULÜBÜ’nü kurdu.

1973’de Hacca gitti. O yıl oğlu Mehmet’e BÜYÜK DOĞU YAYINEVİ’ni kurdurttu.

25 Kasım 1975’te MTTB tarafından MÜCADELESİNİN 40. YILI NEDENİYLE bir “JÜBİLE” tertiplendi.

26 Mayıs 1980’de Türk Edebiyat Vakfı tarafından “ŞAİRLER SULTANI” ve 1982 yılında yayımlanın “Batı Tefekkürü ve İslam Tasavvufu” isimli eseri münasebetiyle “YILIN FİKİR VE SANAT ADAMI” seçildi. “İman ve İslam Atlası” adlı eserini yazmak için 1981 yılında Erenköy’deki evine kapandı. Yeni parti kurma çalışmalarında bulunan Turgut Özal’ı sık sık evinde kabul etti.

Atatürk aleyhinde işlenen suçlar hakkındaki kanuna aykırı fiilinden dolayı 8 Temmuz 1981 tarihinde Atatürk’ün manevi şahsına hakaret suçundan hüküm giydi. Karar Yargıtay’ca onandı. Davaya konu olan “Vatan Haini Değil, Büyük Vatan Dostu Sultan Vahidüddin” adlı eseri bilirkişi tarafından suçsuz bulunmasına rağmen “Atatürk’e hakaret etmeye meyilli olmak gerekçesiyle” mahkum edildi.

25 Mayıs 1983 tarihinde evinde vefat etti. 

Vasiyeti; “Son gün olmasın, dostum, çelengim, top arabam../Alıp götürsün beni tam dört inanmış adam.” . 

Eyüp Sultan Mezarlığı’nda toprağa verildi.

Egosu yüksek olmasına karşın, O kendisi ve sanatını övenler karşısında hiçbir zaman gururlanmayacak, amiyane tabiriyle havalara girmeyecektir, Bilakis; “Siz bugün Türk sanat tahtında heybetle oturan bir şiir kralısınız” diyen Cahit Sıtkı’nın bu sözlerinden (mektup) hoşnut olmayacak ve “işkembeciler kralı, şişmanlar kralı” tarzında bu bayağı yakıştırmanın kendisine bir adilik hissi verdiğini belirtecektir.

“Ben bir dava adamıyım, davamı muvaffak kılmak için gerekirse kanalizasyon ameleliği yapmaktan bile çekinmem” diyen N. Fazıl’ı hidayet öncesi “bir mısraı bir millete şeref vermeye yeter” diyecek kadar abideleştiren devrim yobazlarının, hidayet sonrası topyekun yokluğa mahkum etme çabalarına karşı (sanatına kıyan adam..) O, hayatının son nefesine kadar pazarlıksız ve muvazaasız Allah ve Resulü davasının azat kabul etmez kölesi olmaktan daha yüksek bir makam tanımamış ve daha büyük bir saadet duymamıştır.

Recep YAZGANRecep YAZGAN