Röportaj
Giriş Tarihi : 04-11-2019 08:59   Güncelleme : 04-11-2019 08:59

Prof. Dr. Bahattin Akşit: Orta Asya’da SSCB Duvarı Vardı, Ortadoğu’da İse Biz “ırkçı” duvarlar ördük!

Prof. Dr. Bahattin Akşit: Orta Asya’da SSCB Duvarı Vardı, Ortadoğu’da İse Biz “ırkçı” duvarlar ördük!

Prof. Dr. Bahattin Akşit ülkemizin önde gelen sosyologlarından olup, kişiliği, hocalığı ve entelektüelliği ile temayüz etmiş kıymetli bilim insanlarındandır. Kendisinden bir dönem yüksek lisans dersi alma şerefine nail olup, dersin hakkını veremediğimden de kendimi acayip mahcup hissettiğim hocamdaki ders anlatma aşkını, sınıftaki performansını resimlerle karikatürize edilen Einstein’e benzetirdim. Yani hocam affetsin lakin ders anlatırken ki tipi de Einstein’e benziyordu (burada hocamın geniş gönlüne sığınarak latife yaptım). Ah hocam nasıl bir lisans okuduğumu bilmeden verdiğiniz kitapları o gün için anlamam hayli zordu siz dersi zevkli hale getiriyordunuz lakin temelimde olan sıkıntı çabalamama yetmiyordu…

Röportajın üzerinden geçen zaman bazı bilgileri eskitmiş olsa da değerli bir entelektüelle sohbet tadında ki bu söyleşiden kıymetli okurlarımızın keyif alacağını ümit ediyorum.

Bir sosyologla ne konuşulur? Ebetteki temeli toplum olan her konu sosyolojiye girer biz de biraz oradan, biraz buradan, biraz Ortadoğu’dan biraz Orta Asya’dan biraz dinden, biraz ilişkilerden konuştuk… Hocama attığım gündelik siyaset toplarını o, taca atmayı tercih etti…

Bilal Dursun YILMAZ: Türkiye Cumhuriyeti veya geçmişte Osmanlı devleti olarak; biz Ortadoğu, Orta Asya ve dünyanın geri kalanıyla bilimsel, diplomatik ve stratejik olarak ne kadar ilgilendik? Bu konuda geri kaldıysak neden?

Prof. Dr. Bahattin AKŞİT: Bu bence önemli bir soru. Ben bu sorunun diplomatik ve stratejik olarak tümüne cevap veremem ama Sosyal Bilimler olarak ne kadar ilgilendik sorusu benim üzerinde düşündüğüm bir konudur. Benim gözlemlerim Türkiye Sosyal Bilimcilerinin uzun yıllar sadece Türkiye’yi çalıştıklarıdır. Bugün yeni yeni öğrencilerimiz, akademisyenlerimiz, araştırmacılarımız Ortadoğu ve Orta Asya’ya yönelmeye başladı. Hatta Latin Amerika üzerine araştırma yapan araştırmacılarımız bile ortaya çıkmaya başladı. Ben 1968–72 yılları arası yurt dışına gittim. Chicago Üniversitesi’nde sosyoloji masteri ve doktorası yaptım. Aklımda hep Türkiye’deki sorunlar vardı. Doktora tezimi yazmak üzere Anadolu’nun ortalarında bir kentte araştırma yapmak istiyordum. Yozgat mı, Çorum mu olsun derken Çorum’u seçmeye karar verdim.

Bu araştırmalarınızı yukarıda bahsettiğimiz; mesela Latin Amerika’da ya da Orta Asya’da bir şehir üzerine niçin yapmadınız?

Çorum üzerine yaptığım araştırmalarımda Türkiye açısından nereye vardım, onu tartışırız. Niçin Türkiye dışındaki bir ülkede doktora tez araştırması yapmadığımı anlatmak üzere şunları belirteyim. Birincisi, 1970’lerde Orta Asya’ya gelme imkânım yoktu. Ama mesela Latin Amerika’ya veya Ortadoğu’ya gidebilirdim. Niçin gitmedim?1970’lerde çok fazla Türkiye yönelimliydik. Türkiye’den başka hiçbir yeri gözümüz görmüyordu. 1990’larda Sovyetler Birliğinin dağılmasından sonra durum değişmeye başladı. Ancak o zaman bile Türkiye dışına ve özellikle Orta Asya’ya yönelmek kolay değildi. Bu durumu bir anekdot üzerinden anlatayım. 1989 veya 1990’daydı. Türkiye Siyaset Bilimleri Derneği’nin Eskişehir’de bir kongresi oldu. Bizim ODTÜ Uluslararası İlişkiler Bölümü’nden birisi Orta Asya üzerine bir sunuş yaptı. Yani burayla yeniden ilgilenmemiz gerektiği, araştırmalar yapmamız gerektiği filan gibi konulara değindi. Eski kuşaktan tanıdığım siyaset bilimcisi bir arkadaş kalkıp “Böyle bir şeyden havf ederim. Çünkü Enver Paşa’nın 20.yüzyılın başlarındaki macerasını ve onun nereye gittiğini, Sarıkamış’ın sonlarını biliyoruz. Bu öylesine macera olur ki Türkiye Cumhuriyeti için Orta Asya’ya doğru yönelmek korkutucudur. Orası üzerine araştırmalar yapmak orayı çalışmak, sosyal bilimler ve siyaset bilimleri açısından bile çekince ile yaklaşılacak bir konudur. Türkiye Cumhuriyeti’nin bu konuda stratejiler geliştirmesi yönünde düşünmek bile korkutucudur benim için” dedi. Bizden önceki kuşak Orta Asya ve Ortadoğu konularında çok temkinliydiler, biz de bundan etkilendik.

Bugün “Keşke” mi diyorsunuz yoksa o dönemin gereği buydu, bugün böyle yani o günkü şartlarda burayla ilgilenmek stratejik olarak zararlı ya da stratejik bir hata mı olurdu?

Bence herhalde “Keşke…” dedirtecek boyutta. O bahsini ettiğimiz kongre bitti. Ortadoğu Teknik Üniversitesi’nden kongreye giden arkadaşlarla birlikte (Prof. Dr. Sencer Ayata,  Prof. Dr. Ayşe Güneş Ayata, Prof. Dr. Feride Acar ve ben) geri dönüyoruz dedim ki: Böyle bir şey olamaz, yani artık bu “havfımızı”, korkumuzu üzerimizden atmamız lazım. Orta Asya, Türk Sosyal Bilimcileri açısından o kadar çok yeni imkân sunuyor ki… Bir Fransız bilim adamını, Alexandre Benningsen’i, 1970–72 arasında bir tarihte Chicago Üniversitesi’nde iken dinlemiştim. Orta Asya’daki Türklük, etnisite, ve İslamiyet üzerine çalışıyordu. Ama Türk Sosyal Bilimcileri çalışmıyordu. Belki de Türkiye de Orta Asya ile siyasal olarak ilgilenildi. Türk milliyetçileri açısından Turan veya Turancılık bağlamında Orta Asya ilgi alanıydı. Ama sosyal bilimciler açısından pek fazla ilgi alanı olmadı.

Siyasetçilerin açıkça ilgilenmesi, “Turan” fikri falan belki de sosyal, kültürel, ekonomik vs. açılardan ilgilenmeyi engelledi?

Bir korku oluşturuyordu. Aman orası tehlikeli alan diye düşünülüyordu. Gerçi hemen şunu söylemek gerekir; Zeki Velidi Togan bizden önceki kuşaktan olup hayatı boyunca Orta Asya tarihi üzerine çalışmış, araştırmış ve yazmıştır. Başkurt Cumhuriyeti’nin ilk cumhurbaşkanı olup daha sonra kaçmak durumun­da kalan birisi olarak Orta Asya ile her bakımdan ilgilenmişti. Onun gibi Orta Asya kökenli Türkiye Cumhuriyeti vatandaşları bölge ile ilgilendi ancak genel eğilim onları pek fazla dinlemedi, onların yazdıklarını okumadı. Buranın, Orta Asya’nın tarihi, kültürü, edebiyatı hakkında araştırma yapıp yazan başkaları da oldu ancak bir elin parmaklarının sayısını aşamadı sayıları. Kaldı ki bu alanda bir sosyolog olarak yetişirken ben bu isimleri bilmiyordum. Osmanlı tarihi üze­rine ders aldım, Ortadoğu üzerine aldım, Batı bilimi, tarihi, kültürü vs. üzerine dersler aldım. Orta Asya ilgi alanımız dışında kaldı. Ama Orta Asya tarihi üzerine 1989–90’daki duvarın yıkılması ve Sovyetler Birliğinin dağılmasından sonra ilgilenmeye başladık. Ben ODTÜ’de Sosyal Bilimler Enstitüsü müdürüy­ken Avrasya araştırmaları yüksel lisans programını açtık bu alanda çalışan genç araştırmacılar ile birlikte. Ondan önce de sosyoloji bölümünden benim danış­manı olduğum bir öğrencim, şimdi meslektaşım, Mustafa Şen 1995-96’da sosyoloji doktora tezi araştırması için Kırgızistan ve Kazakistan’a doğru yönel­di. Buradaki Türk girişimciler, onların yatırımları, sorunları, kurumsallaşması konusunda bir araştırma yapmak üzere yola çıktı. Birlikte bir proje yazdık, ODTÜ Araştırma Fonu bu projeyi destekledi ve Mustafa Şen buraya geldi ve hem Kırgızistan hem Kazakistan’da iki ay kaldı. Araştırma yaptı. Buradaki girişimciler ile uzun uzun konuştu, anket yaptı, görüşmeler yaptı. Sonunda çok güzel tez yazdı. Vizyon dergisinin okuyucuları arasında Mustafa’nın konuştuğu girişimlerin olmuş olması kuvvetle muhtemeldir.

Tekrar başa dönerek şunu sormak istiyorum evet Orta Asya için geç kaldık. Belki bizi rahatlatacak gerekçelerimiz de vardı peki siz “Bizim yeteri kadar Ortadoğu uzmanımız, Ortadoğu üzerine yapılmış çalışmalarımız da yok” dediniz bunu neye bağlıyorsunuz?

Orta Asya açısından geç kalınma, Sovyetler duvarının olması. Sovyetler Birliği ile Batı dünyası bir şekilde ilişkiler oluşturdu. Batı Sovyet dünyasında olup biteni merak ediyordu, bir şekilde “Sovyetoloji” veya “Marksoloji” gibi alanlar kurarak burasını anlamaya çalıştılar. Türkiye’de benzer çalışmaların olup olmadığını ben bilmiyorum. Bir zamanlar Rusça öğrenmeye kalkanların şüpheyle karşılandığını biliyorum.  İlginç bu ama yine de bir kere Batı bilim insanları da Sovyetler Birliğini Ortadoğu’yu çalıştıkları kadar çalışmadılar. Antropologlar, sosyologlar buralara gelip rahat araştırma yapamıyorlardı. Onlar nasıl yapıyorlardı, var olan başka kaynaklardan dolambaçlı yollardan çalışıyorlardı. Sovyetler Birliğinde çalışma yapmak kendini riske atmaktı. Fakat ben bunun tek neden olduğunu düşünmüyorum. Şimdi ise bu röportaj başlamadan önce dediniz ki, Ortadoğu uzmanlarımız çok, Ortadoğu konusunda da uzmanım diyenler çok. Ama gerçekten Ortadoğu’yu çalışan sosyal bilimciler çok az. Burada Sovyetlerin engeli vardı, orada da bizim diktiğimiz duvar vardı. Bizim diktiğimiz duvar ne biliyor musun? Biz Türkiye Cumhuriyeti olarak dedik ki: Araplar, Ortadoğu, Türkiye’yi arkadan vurdular. Batı ile Emperyalizm ile işbirliği yaptılar.  Onlar güvenilmezler.

Bu konu benim de şahsi bir yaram biz neden bugün Araplarla bu kadar mesafeliyiz? En yakın komşularımızla ilgilenmemiz en uzak ülkelere oranla daha az. Bu bence büyük hata  (röportajın yapıldığı dönem Arap baharı henüz ortaya çıkmamıştı).Tarihi ve stratejik konumu itibariyle Ortadoğu politikalarında etkin olmamız gerekirken tam tersi bütün komşu­larımızla yakın zamana kadar ciddi sorunlarımız vardı,  hâlâ da devam ediyor diyebiliriz… Hele “pis Araplar” diye çağırdığımız Arap şeyhleri/prensleri İspanya sahillerinde aveneleriyle yapmış oldukları bir seyahat tatili Türkiye’nin geçmişteki bir yıllık turizm bütçesine denk gelmekteydi ve temiz Avrupalılar “pis(!) Arapları” ülkelerinde ağırlamaktan hiç gocunmadılar, bu konuda neler söyleyebilirsiniz?

Bence ciddî hata yaptık. Siyaset bilimleri kongresinde nasıl Sovyetler Birliğine açılmanın veya eski Sovyetlerin yıkılıp dağılmasıyla birlikte Orta Asya’ya açılmaktan nasıl “havf” ederim demiş isek, Ortadoğu için de daha öncesinde “havf” ettik. Bir kere dediğiniz gibi Arapları aşağı gördük. Araplar konusunda resmen ırkçı görüşlerimiz olduğu düşüncesindeyim. Hakikaten şunu söyleyebilirim; Türkiye’de zenciler veya Afrikalılar insan olarak Amerika’da veya Avrupa’da gördükleri şeyi görmezler. Ama Araplar konusunda öyle değil, Araplar konusunda arkadan vurdular diye bir ideoloji gelişti: Birinci konu: Arkadan vurdular teması. Yemen’de, Irak’ta Osmanlı’nın savaşarak geri çekildiği dönemlerde, 19.yüzyıl sonu 20.yüzyıl başında, Balkanlarda olduğu gibi Batı’nın emperyalizmi oralara giriyor. Osmanlı İmparatorluğunu Oradan söküp çıkarmaya çalışırken işte Araplar da onlarla işbirliği yapıyorlar. Tamam, belki de tarihi bir gerçeklik payı var bu görüşlün. Buna ek olarak ikinci bir çekince konumuz veya duvarımız var: Türkiye Cumhuriyeti laiklik temeli üzerine kurulmuştur ve Ortadoğu’ya hitap eden halifeliğin kaldırılması ve laik bir cumhuriyetin kurulması, bu kurucu fikir Türkiye Cumhuriyeti kimliğinin ayrılmaz bir parçası. Bunu da anlıyorum, doğru bir şey, bu konularda hiçbir çekincem, itirazım yok. Öyle olmalıydı, fakat kimliğimizi oluşturmak, korumak ve onun Ortadoğu kimliği, Arap kimliği, İslam kimliği tarafından eritil­memesi, laik bir Türkiye Cumhuriyeti’nin oluşması çok önemli. Ama şu da çok önemli, biz o coğrafyadayız ve o tarihin bir parçasıyız, o kültürün bir parçasıyız dolayısıyla bizim 1920’lerden 1930’lardan başlayıp Ortadoğu’nun, her ülkesini, İran’ı, ayrıntıya kadar çalışan bütün bu ülkeleri çalışan bölümlerimiz olmalıydı. Bir ideoloji korkusu var. Acaba Ortadoğu ülkeleri bizi yutar mı? Bizim Türkiye Cumhuriyeti kimliğiyle oluşturulan laik, Batıya açık kimliğimiz geri plana gider mi, tekrar İslamiyet’in önde olduğu ve geçmişin önde olduğu bir kimlik geri gelir ve cumhuriyetçi-laik kimliğimizi baskısı altına alır mı?  Böyle bir korku…

Orta Asya’da Türkiye Cumhuriyeti mi, cemaatler mi, yoksa diğer gruplar mı var?

Üzerinde çalıştığım bir konu. Dünyanın bütün ülkelerinde TC’ni temsil eden elçilikler var, bu elçiliklerin içinde Din İşleri Müşavirliği var. Bu bütün Avrupa ülkelerinde, Almanya’da, Orta Asya ülkelerinde, Ortadoğu ülkelerinde var. Hakikaten göz kamaştırıcı bir örgütlenme. Biz Kazakistan ve Kırgızistan açısından çalıştık, meslektaşım Mustafa Şen ile ve şunu gördük: Her yıl her iki ülkede de Diyanet İşleri Başkanlığı’nın yoğun çalışmaları var. Türkiye’de görmeye alıştığımız türden camiler yaptırmışız ve buralara imamlar gönde­riyoruz. Bu camilerin bazılarına giderek görüşmeler yaptık. Kırgızistan’da kaç tane var bilmiyorum ama Kazakistan’da sanıyorum 20- 25 civarında imam görevli olarak üç yıllığına Kazakistan’ın değişik bölgelerinde TC Diyanet İşleri Başkanlığı’nın yaptırdığı Türk usulü camilerde görev yapıyor. 2. Kitaplar getiriliyor. Türkiye’de satılmış kitapların dergilerin yerel dillere çevrilerek dağıtılması var 3. Bölgenin değişik yerlerinden seçilmiş öğrencilerin Türkiye’ye götürülüp eğitilmesi meselesi var. Burada dinsel alanın kuruluşu daha başından uluslararası etkilenmeyle başlamış. Bugün bölgeye baktığımızda.

Prof. Dr. Bahattin AKŞİT

Şubat 1946’da Denizli’de doğdu. İlk ve ota öğrenimini burada yaptı. 1964'de girdiği ODTÜ'de Sosyoloji bölümünü okudu, aynı üniversitenin asistanı olarak 1968'de göreve başladı. Akademik kariyerine Amerika’da Department of Sociology, University of Chicago'da (1971–1975) devam etti. 1985'te Doçent, 1991'de Profesör olarak ODTÜ’de akademik yaşamını sürdürdü. Akşit'in ulusal ve uluslararası birçok yayında makalesi yayınlandı. Ortak ve şahsi olarak birçok esere imza atan Akşit, akademik hayatında çeşitli alanlarda yöneticilik yaptı. 2005–2006 ve 2006–2007 eğitim yılında Kırgızistan- Türkiye Manas Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitü Müdürü olarak görev yaparken kendisiyle yukarıdaki röportaj yapıldı.

Röportaj: Bilal Dursun Yılmaz

adminadmin