Fikir
Giriş Tarihi : 29-11-2020 04:45   Güncelleme : 29-11-2020 04:45

Üç Tarz-I Şiir

İthaki Poetik’ten çıkan Mehmet Özkan Şüküran’ın ‘Aynada Yürüyen Sesler’, Naile Dire’nin ‘Türbülans’ ve ‘Oğulcan Kütük’ün ‘Oğlan Çıkmazı’; üç tarz-ı şiir, üçü de şiirin hep yeni oluşunun taptaze örnekleri.

Üç Tarz-I Şiir

İçlerinde en ağırbaşlısı Mehmet Özkan Şüküran ve kitabı ‘Aynada Yürüyen Sesler’ (İthaki). Yaşar Nabi ödüllü. Ödül alan kitabını okuyamadım.

Ağırbaşlı deyişimde biraz ‘yeni geleneksel’ diyebileceğim tarzda bir şiirle karşılaşmamın payı var. Yeni bir gelenek ya da geleneksel: Gözlediğim, şiiri ‘güzel ve haklı bir yerden’, Turgut Uyar’dan başlatan bir anlayış bu. Yaygın diyebilirim. Kaynağı büyük oranda Turgut Uyar, kökende onun şiirinin bilgisi duruyor. Adeta ‘anaşiir’ ya da ‘anadamar’ haline gelmiş olarak. Şair meşrebine, ilgisine göre yolda başka şairlere de uğruyor elbette.

Örneğin Şüküran, yer yer İsmet Özel’e de uğramış. Eleştirdiğim sanılmasın. Hangi şair başka şairlere uğramadan yazabilir ki? Bunlar saptamalar yalnızca. “Bir yerlere vaktinde gidememenin şarkısı” örneğin, “biliyorum, ölüler artık bana bir şehir üfleyemez” dizesi ya da ‘Kuşlara Küs Bir Ağaç’ şiiri, “sonra belki bir gün unutur herkes ölmeyi” dizesi.

Tetikte bir şiir değil, kendini öne sürmüyor hemen, demlenmeyi bekliyor. Söyleyişi sabır, yavaşlık ve zamandan örülmüş. Tartım özeni ve kıvam dikkati, daha ilk bakışta kendini gösteriyor. Sözcükleri parlatmayı, bazılarını öne çıkarmayı sevmiyor. Bu anlamda ‘eşitlikçi’ de bir şiir: “Mecaz değil, harfleri işlemek iyi bi’şey de”. Aynı zamanda “dilden başka düşecek bir yerin olmadığını” bilmek de öyle.

Kitabın adı ‘Türbülans’ (İthaki). İlk kitap için hakiki bir seçim. Naile Dire ‘sarsıntı’yı ve ‘irtifa kaybı’nı da hesaba katarak başladığı yolculukta iyi bir çıkış yakalamış. Tek başına iyi demek az, cesur da demeli. Adeta bir ‘gövde gösterisi’ biçiminde erkeklerarası karşılaşmalar olarak süren şiire, özellikle son 40 yıldır artan ve güçlenen kadın müdahalesinin sert, sıkı ve kararlı bir müdahalesi daha ‘Türbülans’: “darağacı, ürperti, sonsuz cürümü devletin/ sallanıyoruz tiranların üzerinde/ sallanmıyor dünya/ her yer yokuş yukarı her erkek sille/ her an ölüm türbülansı kılıfı yok katlin”.

Pervasız, meydan okuyan, diri, açık ve bu türden pek çok nitelemeyle anılacak bir şiir, sanki kadının doğal dili buymuş, bu olmalıymış gibi kopup gelen, sökün eden, süren, uç veren bir dil. Hem gündelik ve bu gündeliğin zaten şiir olduğunu söyleyen hem de bir tür karşısöylence içinde doğayla ve kadın doğasıyla iç içe, dilden dile konup, dolaşıp gelen bir dil: “be hey ben saplanıştan türedim bir taşa/ gürültülü ve ateşliyim işte bundan/ yine da sana karşı sütyensizim/ sana karşı çözülmüş düğmelerim iliklerinden/ ve sana karşı silahım yok doğrultayım/ bundan be hey ben alazlı asi/ atımı getirsinler geçeyim senden”.

İthaki Poetik’ten en yeni kitap Oğulcan Kütük’ün ‘Oğlan Çıkmazı’. İlk kitabı ‘Ecza Kışı’nı (2017) severek okumuştum. O da bu üç tarz-ı şiir yazısının en ‘tarz’ şairi. Bunu en deneyselcisi anlamında yazıyorum. İlk kitabındaki anlayışı daha da genişletmiş, açmış, şiir denen olanağın içinde ve dışına da çıkarak ‘eski köye yeni şiir’ getirmeye çalışmış.

Şüküran bir anlamda sözcüklerin nerdeyse hiç görünmeden şiir olmasına uğraşırken, Oğulcan onların daha da görünür olmasına çalışmış. Olmuş da. Renkli bir söyleyişe de ulaşmış. Sözcüklere de farklı özellikler yüklemiş, kimi ıslık çalıyor, kimi göz kırpıyor, kimi şiirin arasından kafasını uzatıyor, kimi de başka sözcükleri davet ediyor şiire.

Gergin değil, esnek bir dil, yüksek atlama, uzun atlama, 100 m, bayrak koşusu, sırıkla atlama... Oğulcan’ın sözcükleri yerinde duramıyor, koşuyor, hatta bazen oldukları şiirlerden başka şiirlere de selam verdikleri oluyor, “beni de alın koynunuza hatıralar” da şiir değil miydi?

‘Oğulcan Taksimi’ koymuş bir şiirinin adını, “çocuktum, hem göğün yedi katı hem altımızda gerilen fay/ size dokunmuştum, çocuktum ve yarım.../ ezber ettiğim dünya tam burada dönüyordu ama/ annemin allahı üstüne elini koydu”. Bu taksimden sonra yazdığı şiirlerde hep çeşitlemeler olacak. Oğulcan’ın şiirleri böyle bir izlenim veriyor. Daha da iyisi nerdeyse hiçbir şiiri bir ötekine benzemiyor. Bu hem şiir okuma zevkini artıran bir tutum hem de onun güzel yolculuğunun izleri.

Üç tarz-ı şiir, üçü de şiirin hep yeni oluşunun taptaze örnekleri.

Haydar ERGÜLEN – Hürriyet

Recep YAZGANRecep YAZGAN