Günde beş defa nefsimiz, nefesimiz, bedenimiz, bütün cihazlarımız, hislerimiz, aklımız, kalbimiz, ruhumuz ve bütün varlığımızla manen miraca çıkarız. Bununla birlikte Kur’an’da namazı emreden ayetlerin yirmi yedisinde zekât emri de beraberdir.
Ezeli kelamda tekrar ve ısrarla zekâtın emredilmesi namazdan sonra/birlikte en ehemmiyetli bir ibadet oluşundan kaynaklanır. Bu derece ehemmiyetli bir ibadetin bizim hayatımızdaki yeri nedir peki?!
Öyleyse zekât yalnız bir kısım zenginlere mahsus bir ibadet midir? Peki, sen zekât vermekten muaf mısın, ey nefis?
Mesela gözün, kulağın, beynin, kalbin gibi organlarına bir fiyat biçtin mi? Ya görme duyun, işitme hissin, akıl meleken, sayısız hislerin, görme hissin gözünden, akıl gücün de beyninden paha biçilmez derecede daha değerli... Bedenine yerleştirilen organlar ve cihazlar; ruhuna takılan hisler ve latifeler kıymetince öyle bir zenginliğin var ki kâinat sultanı manasında büyük bir itibar ve şerefe mazharsın.