Kültür
Giriş Tarihi : 22-09-2019 09:00   Güncelleme : 22-09-2019 08:41

“Bütün Değerlerin Değer Değişimi”

​Türkiye ekonomisi, servet hâlen devlet eliyle dağıtılıyor olmasına rağmen “liberal” başlığı taşıyan bir ekonomidir. Liberalizm de artık herkesin malûmu olduğu üzere, cemiyetin, servet sahibi kasaplara sömürülmek üzere kurbanlık koyun gibi teslim edilmesidir.

“Bütün Değerlerin Değer Değişimi”

Bütün değerlerin değer değiştirmesi, her medeniyetin en temel hususiyetidir. Kendisinden önceki kültürlerin bütün şekillerini yeniden biçimlendiren, onlara başka mânâlar atfeden, onları başka bir mânâda anlayan, değişik yollardan tatbik eden bir medeniyetin başlangıcıdır bu aynı zamanda... Nietzsche bu duruma “bütün değerlerin değer değişimi” der. Mütefekkir Kumandan Salih Mirzabeyoğlu’nun Ölüm odası B-Yedi başta olmak üzere eserlerinde el atılmadık ve yeniden “Mutlak Fikir” ışığında yeniden tanımlamadık kavram bırakmayışının ehemmiyeti de anlaşılıyordur herhâlde.

İngiliz devrimi, böyle bir kültür değişiminin global çapta işaret fişeği olmuştur. Bu değişimin peşinden gelen değerler değişiminde, ferdî ve içtimâî şahsiyet faktörü geri plana itilmiş ve onun yerine her fikrin gerçekleştirilebilmek için “para” şekline sokulması gerektiği bir dönem başlamıştır. Bütün değerlerin değerini belirleyen faktörün para olduğu Batı kültürü; ahlâk, devlet, iktisat, hukuk ve eğitim gibi değerleri de değiştirmiştir tabiî... Merkeze alınan unsur para olduğuna göre, ekonomi ile devam edelim.

***

Paranın merkeze alındığı zihniyet pek çok değişimi de peşinden getirdi. Oswald Spengler’in “ekonominin özel kuvvetleri” olarak tanımladığı büyük servet sahibleri, daha büyük kaynaklar elde edebilmek için evvelâ serbest yollar istediler. Sonra kanunları kendi menfaatlerine göre yapmak istediler. Bu amaç için de kendi yaptıkları bir araç olarak demokrasiyi dayattılar. Böylelikle de ahlâktan başlayarak ekonomi, devlet, hukuk ve son olarak da yetişen nesillerin sisteme kayıtsız şartsız entegrasyonu için eğitim sistemi, merkeze alınmış olan paraya göre şekillenmiş oldu. Bu kültürde devlet, sermayedarların menfaati istikâmetinde çıkan kanunların gardiyanlığını yapmakta ne kadar mükellef ve taraf ise; din ve ekonomi ile beraber cemiyetin fert tarafından istismar edilmesi noktasında o kadar tarafsız bir pozisyona itildi.

Liberalizm, bir açıdan bakacak olursak devlet ve ekonomi işlerinin birbirinden ayrılması. Tıpkı din ve devlet işlerini birbirinden ayıran lâiklik ve iktidarın mutlak bir şekilde para ile terbiye edilmesinin vesilesi olan demokrasi gibi... Merkezinde paranın olduğu bu yeni kültürde, devlet, varlık sebebinden uzaklaşmış ve fert ile cemiyet arasında muvazene kurmak iddiasından vazgeçerek, servet sahiblerinden, yani cemiyete karşı fertten yana bir pozisyona düşmüştür. Bu değişimin arkasında yatan faktör ise din, siyaset, ekonomi ve hukuk ile tüm bunların içine işlemiş işletici sıfat olan ahlâkın, gözle görülen sebeb ve neticeler vasıtasıyla geriye bir şey kalmadan hesablanabilen bir şey, yapısı oldukça mekanik ve tek tek her biri kendi kendisine yeterli bir şeymiş gibi ele alınması oldu. Herşeyin herşeyle alâkası olduğu hâlde, bunlar, birbirinden ayrı ayrı ele alınarak bütün zedelendi ve neticesinde geriye parça da kalmadı.

İçinde bulunduğumuz kültürde iktidar pozisyonu da değişime uğramıştır. Devlet ve bu müessesenin idarecileri iktidar pozisyonunu kaybederek kurulu düzenin bekçilerine dönüşmüştür. Asıl iktidar ise, paranın tahakkümünden kendisini kurtarıp parayı tahakkümü altına almasını bilen, servet sahiblerinin eline geçmiştir.

***

Cumhuriyetin ilânıyla beraber bize giydirilen de yukarıda bahsettiğimiz kültürdür. Devlet evvelâ kimliğinden arındırılmış, ardından da varlık sebebi olan fert ile cemiyet arasındaki muvazeneyi kurma bahsinde malum fertlerden yana tavır alarak aslında meşruiyetini de yitirmiştir. Bununla beraber, bizdeki sermayedarların toplam servetleri, global plandaki sermayedarların yanında deryada damla mesabesinde kaldığından, bu vaziyet Türkiye Cumhuriyeti’nin milletlerarası plandaki pozisyonunu da daha en başından tayin etmiştir.

Türkiye ekonomisi, servet hâlen devlet eliyle dağıtılıyor olmasına rağmen “liberal” başlığı taşıyan bir ekonomidir. Liberalizm de artık herkesin malûmu olduğu üzere, cemiyetin, servet sahibi kasaplara sömürülmek üzere kurbanlık koyun gibi teslim edilmesidir. Türkiye’deki liberalizm kasaplarının TÜSİAD isminde bir derneği bile var, biliyorsunuz.

***

Orta ve uzun vadeli hedefler, kalkınma planları, adaletin sağlanması, içtimâî ve ferdî ahlâkın iyileştirilmesi, bürokrasi ve iktidarın yolsuzluk kariyerinde zirveyi teşkil etmekten çıkıp devlet müessesesi hâline gelmesi ve diğer meselelerimizin çözümsüzlüğü; tüm bunlar içinde bulunduğumuz kültüre yabancı oluşumuzdan değil, bu kültür özü itibariyle kötü olduğundan kaynaklanmaktadır. Bizim yapmamız gereken ise, yılanın deri değiştirdiği gibi evvelâ bize ve globalizm vesilesiyle dünyaya dayatılan bütün değerlerin değerlerini değiştirmek gibi ıstırablı ve sancılı da olsa kararlı bir siyaset belirlemektir. Bu siyaset ise yapmış olduğumuz tariften de anlaşılacağı üzere hem gayeyi tayin ve hem de bu gayeye matuf bir şekilde ahlâk, ekonomi, adalet ve eğitim ile beraber geri kalan her şeyi düzenleyen vasıta olacak sistemin benimsenmesidir. Aksi bakımdan ele alacak olursak, bugün “millî ekonomi” diye konuşulan şeyin bile açıkça İngiliz destekleri üzerine kurulmuş bir ekonomi olduğunu hesab edersek, en hafif tabirle gülünç duruma düşeriz.

***

Roma döneminde yönetimin halkı düzen içinde tutmak için kullandığı metoda verilen isimdir “panem et circenses”. Bu latince tabir, ekmek ve sirk demektir. Bugün global anlamda hâkim olan kültürün gayesi ve vasıtası budur.  Oysa bugün bize ve insanlığa lâzım olan şey iktisadî bir dünya görüşü değil, bir dünya görüşü bütününün içinde kendine yer bulmuş olan iktisattır.

***

İnanılan din ve bu dinin ahlâkı başta olmak üzere; devlet, hukuk, iktisat, eğitim ve sair meselesiyle cemiyet bir bütündür, parçalar hâlinde ele alınamaz. Devletin vazifesi de müdahaleci bir tavırla bu bütünlüğün ahengini tutturmak ve muhafaza etmektir. Bu bütünlük sağlanmadan ve devlet müessesesi üzerine düşen –bahsettiğimiz- aslî misyonunu üstlenmeden; millî ekonomi, kalkınma, istihdam, üretim organizasyonu, gelir dengesi, büyüme, istikrar ve beklentilerden bahsetmek mümkün değildir. Bunların yerine kur, faiz ve borsa puanları gibi ekonomik sistemin sakatlığının neticesi olan meselelerle boğuşularak zaman kaybedilmek isteniyorsa, başkaca bir yol da yoktur!

Ömer Emre Akcebe 

Aylık Dergisi 153. (Haziran 2017)

adminadmin