Röportaj
Giriş Tarihi : 02-10-2018 13:43   Güncelleme : 02-10-2018 13:43

Halife Abdülmecid Efendi'nin Cenazesi Bile Kabul Edilmedi!

Yavuz Bahadıroğlu ile sürgüne gönderilmiş Osmanlı’yı ve vasiyeti konuştuk…

Halife Abdülmecid Efendi'nin Cenazesi Bile Kabul Edilmedi!

Röportaj: Ümit Zeynep KAYABAŞ

Halife Abdülmecid Efendi'nin kızı Dürrüşehvar Sultan tarafından muhafaza edilmiş 12 ciltlik Hatıralar kitabını kaleme aldığı biliniyor.

Abdülmecid Efendi, 23 Ağustos 1944'de sürgünde bulunduğu Paris'te kalp krizinden öldü.

Kızı Dürrişehvar Sultan'ın Berar Prensesi sıfatıyla Cumhurbaşkanı İsmet İnönü nezdindeki çabalarına rağmen cenazesi Türkiye'ye kabul edilmedi.

Cenazesi Türkiye'ye kabul edilmeyince, Paris Camii'de 10 yıl bekletildi ve Camii mütevelli heyetinin cenazeyi daha fazla tutamayacaklarını bildirmesi üzerine Medine'ye nakledilerek Bâki Mezarlığı'na defnedildi.’’

KABRİ TÜRKİYE DIŞINDA OLAN TEK SULTAN

‘’Bir taraftan hacizle meşgul olan padişahın yakınları, diğer taraftan da padişahın nereye defnedileceğini araştırıyorlardı. Cenazeyi Türkiye'nin hiçbir şekilde kabul etmeyeceği belliydi. Ama ne yapılacaktı, bilinmiyordu. Nihayet yapılan araştırma ve yazışmalardan Suriye'nin Şam şehrinde Yavuz Sultan Selim'in yaptırmış olduğu caminin haziresine defnedilmesine karar verildi ve hemen resmi müracaatlar yapıldı. Suriye'de Sultan Abdülhamid Han'ın kızıyla evlendikten sonra ayrılan Ahmed Nami Bey devlet başkanı idi ve bu talebi kabul etti. Fakat Fransa işgalindeki bu topraklara defin için Paris'ten izin alınması gerekiyordu ve nihayet gerekli izinler alındı. Haczin kalkmasıyla padişahın naaşı bir arabayla istasyona getirildi ve Trieste'den gemiyle Beyrut'a ve oradan da trenle Şam'a nakledildi. Şam istasyonunda cenazeyi hanedanın eski damadı ve Suriye devlet başkanı Ahmed Nami Bey askerî merasimle karşıladı. Cenaze Yavuz Sultan Selim Camii'ne getirildi ve üzerine Kâbe-i Muazzama'nın örtüsü örtüldü. Ardından cami avlusunda açılan kabre defnedildi.’’

Acının yankısı, acı. Bir medeniyetin puslu kalmış yönü, içimizdeki ağırlık, kalbimizden taşan hakikat ile güçlenip ışığa doğru yürümek yani bir susuşun sesi olmak.

Osmanlı şuurunun en güzide örneği, unutmamak! Tarih, yaşatır ve bilinçlendirir…

Tarihe borcumuz var!

Yavuz Bahadıroğlu ile sürgüne gönderilmiş Osmanlı’yı, ve  vasiyeti  konuştuk…

Sürgüne gönderilmiş Osmanlı mensuplarını bugünün Türkiye sinden değerlendirmenizi istersek, bize neler söylemek istersiniz?

Hanedan sürgünü tarihimizin en hicranlı sayfalarından biridir.

Yüzlerce yıllık saltanat kültürüne, 1 Kasım 1922’de son verilmiş, yetmemiş, 3 Mart 1924’de de Hilafet makamı lâğvedilmiştir.

Bu da yetmemiş olacak ki, Osmanlı Devleti’ni kurup üç kıtaya hâkim kılan hanedanın küçük-büyük, genç yaşlı, kadın-erkek tüm mensupları için sürgün kararı çıkarılmıştır.

Toplam 155 kişi...

Osmanlı Hanedanı’nın tamamı, TBMM’nin, 3 Mart 1924’te kabul ettiği 431 sayılı kanunla apar-topar yurt dışına sürülmüştür.

Önem sırasına göre, şehzadelere 24 ilâ 72 saat, kadınlara bir hafta ile 10 gün arasında değişen süreler tanınmıştır.

İstanbul Valisi Haydar Bey ile Polis Müdürü, 4 Mart 1924 gecesi, Dolmabahçe Sarayına gelerek, Abdülmecid Efendi’ye durumu bildirmişler, kişi başına ikişer bin lira vermişler, arabalarla Sirkeci tren garına götürüp “Simplon” isimli trene bindirmişler ve yabancı diyarlara gönderilmişlerdir.

Hanedan mensuplarının Türk vatandaşlığı ellerinden alınmış, sadece ülkeye girmeleri değil, Türkiye üzerinden uçakla geçmeleri dahi yasaklanmıştır. Mal varlıklarına ise el konulmuştur.

Bu elîm sürgün, hanedan kadınları için 28, erkekler için 50 sene sürdü. Erkekler asker olarak yetiştirildikleri için başka iş bilmiyorlardı. Bulaşıkçılık, garsonluk, arabacılık yaparak hayatlarını sürdürmeye çalıştılar. Çoğu perişan oldu.

Sultan Abdülhamid’in torunu Osman Nami Osmanoğlu, sürgün hissiyatını şöyle dile getiriyor;

“…Gurbeti, vatansızlığı anlayamazsınız. Hepimizin evinde Türk toprağı vardı. Yıllarca başucumda Çamlıca toprağı ile yattım. Aç kaldım, hamallık yaptım, her işi yaptım. Keşke Türk topraklarında olsaydım da yine aç kalsaydım…”          

Bugünden, geçmişe bakmak oldukça tafsilatlı bir bakış açısı. Bunu daha uzun bir minvalde değerlendiririz.

Bildiğiniz gibi bazı Osmanlı hanedanlarının kabri, Fransa’nın Bobigny Müslüman mezarlığında ve   II. Abdülhamid'in oğlu Şehzade Ahmed Nureddin'in mezar taşı da bakımsızlıktan  yıkılmak üzere. Osmanlının manevi mirasının, yara penceresi olan bu manzarayı bir tarihçi gözü ile  nasıl değerlendiriyorsunuz?

Büyük ihmal. Türkiye, yurtdışındaki türbeleri ve mezarları TİKA vasıtasıyla onarıyor. Umarım buna da el atacak. Hanedana borcumuz var, haksızlık yaptık, bari bu şekilde telafi edelim.

Geç kalmış bir telafi olsa da bu onarım, Osmanlı kültürü için büyük önem arz etmekte.

Tarihin izlerini yaşatmak mesuliyeti, tarih şuurundan geçer. Bobigny mezarlığında olan Osmanlı hanedan kabirlerinin onarılması için, önerileriniz nelerdir.?

Söyledim, Türkiye Cumhuriyeti Devleti bu işe el atsın.

 Arşivlerden tespit edilen kabirler, tek tek onarılmalı. Bu duyarlı ve hassas çalışma bize çok şey kazandıracak.

 Eminim Fransa’da yaşayan vatandaşlarımız da yardımcı olur. Onarım ve bakım sonrası kabirlerin ziyaret edilmesi için, organizelerin olması gerekir.

Son Halife Abdülmecid, Paris te hayatını kaybetti. Vasiyeti: İstanbul'da babası Sultan Abdülaziz'in yanına defnedilmekti. Medine'ye götürülerek Cennet'ül Baki Mezarlığı'na defnedildi.  Abdülmecid’in vatandan ayrı kalışı ve vasiyetinin yerine getirilmeyişi ve bir medeniyetin son nefesinin bugüne yankılarını bize kısaca özetler misiniz?

Son halife Medine’de, son İmparator Vahdeddin Han ise Şamda’dır. Defnedildiklerinde o topraklar da vatan toprağıydı. Ancak ortada bir de vasiyet var: Son Halife İstanbul’a defnedilmek istemiş.

Hanedan isterse, sanırım bu vasiyet yerine getirilebilir. Mezarı İstanbul’a nakledilebilir.

Bunun için de bir çalışma başlatılmalı. Ve vasiyet yerine getirmeli…

adminadmin