Köşe Yazıları
Giriş Tarihi : 28-09-2016 12:43   Güncelleme : 28-09-2016 12:43

Kar Romanı Tahlili

Ka için, yaşam bitmiş, hayatta tutunacak bir dal kalmamış, yalnızlığın pençesine düşmüştü.

Kar Romanı Tahlili

Almanya’dan bu yalnızlıktan kurtulmak, sevdiği hayalini kurduğu kadını yani İpek’i bulmak onunla evlenmek için gelmişti Türkiye’ye.

‘’Dünyanın bittiği yer’’ olarak nitelendirdiği Kars’a yani, İpek’in yanına gitmeye karar verdi.

İpek artık onun için, yaşam kaynağı, hayata yeniden tutulma sebebi, ümidi olarak görüyordu…

İpek ile üniversite yıllarında tanışıyordu.

Evlenmiş boşanmış, bir dul kadındı İpek.

Kalbinin sesini dinleyip, neredeyse hiç tanımadığı İpek’e âşık olmuştu.

Hiç tanımadığı bir kadına insan nasıl âşık olabilir?

Ka, olmuştu. Belki de deliler gibicesine.

Taptığı, inandığı kadındı.

Herkes yaşamı boyunca birilerine âşık olabilir ancak, insan sadece bir kere sevebilir.

Belki de İpek, o bir kere sevebileceği kadındı… 

O’nu ilk gördüğünde gözlerini kaçırdı, korktu belki de, ne olduğunu anlamadan.

İpek onun için her şeydi.

Sevdi, seviştiler ne olduğunu anlamadan, bilmeden.

Ka, şiir yazamıyordu Almanya’dayken, yazamamasının nedenini ne olduğunu da bilmiyordu.

İçine yönelmeyi, Allah’a inanmayı ve huzuru aramaya başladı yavaş yavaş… 

İçindeki bu tuhaf arayış bir yerlere sürükledi.

Zamanla cereyan eden olaylar silsilesi içinde, farkında olmadan yavaş yavaş Allah’a inanmaya başladı.

Bu inanmanın getirdiği huzur ve İpek’in varlığı ile yeniden şiir yazmaya başladı.

Yazdığı şiirler, kudretli, sanki bir ses; ilahi bir ses tarafından yazdırılıyordu ve bunun da farkına varmaya başladı.

Artık tüm yaşamı boyunca istediği gibi şiir yazmaya, büyük bir şair olmaya başlamıştı.

Kim bilebilir belki de bu iki olay yani, Allah’a inanmaya başlaması ve istediği gibi şiir yazmaya başlaması İpek’e olan aşkını, sevgisini sorgulamaya başlatmıştı.

Hiç tanımadığım bir kadını nasıl sevebilir?

Nasıl aşık olabilirim?

Artık O’nun giydiği elbiseler, kestiği ekmek dilimleri bile, ben nasıl böyle bir kadına âşık olabilirim sorusunu uyandırdı kafasında.

İpek’te yavaş yavaş farkına varmaya başlamıştı.

Eskisi gibi değil, eskisi gibi bakmıyor, gözlerini ondan kaçırıyor, sevgisini belli edemediğini anlıyor ve düşünüyordu. 

Hatta Ka, daha ileri bir boyuta kadar gidip, İpek’in kardeşi Kadife’ye âşık olabilir miydi?

Sevebilir miydi?

Diye düşünmeye başlamıştı ablası kadar olmasa da, Kadife’yi.

İnsan sevgisinden emin olmadan bir kadına seni deliler gibi seviyorum, aşığım sana, benimle evlen nasıl diyebilir?

Düşünüyorum, zihnim almıyor.

Sanki bir çocuk gibi aldığı yeni oyuncakla oynamış ve bir müddet sonra hevesi geçmişti.

Kars’ kışın kar yüzünden yolları kapanan ve dışarıdan hiç kimsenin gelemediği, ıssız bir kasaba gibi, kendi esrarengiziyle doluydu.

Kar ve Kars, Ka için, masumiyeti, yaşama yeniden tutunuşu ifade ediyordu.

Kar küçüklüğünde gibi masumiyeti, saflığı, ifade ediyordu. 

Kars ise, yaşama yeniden tutunuşu ifade ediyordu ilk başlarda İpek olduğu için.

Ancak yavaş yavaş İpek’in orada olmasında dolayı değil de, sanki başka bir neden, içindeki huzur verici sesi anlamaya başlaması yaşama yeniden dönüşü, yalnızlıktan kurtuluşu ifade etmeye başladı Ka’ya.

Kars, dincileriyle, laikleriyle, intiharlarıyla dolu esrarengiz bir şehirdi.

İfadesi belki de çok güç ama artık Ka içindeki yalnızlıktan kurtulmaya başlamış ve ilahi bir kudret artık kulağına bir şeyler fısıldamaya başlamıştı.

Ka, ilk başlarda İpek’e yeniden bir umut verdi, tıpkı, İpek’in, Ka’ya verdiği umut gibi… 

Ancak Ka, İpek’i gerçekten seviyor muydu bundan tam emin değildi. 

İpek, çocukken aradığı mutluluğu, ailesinin belki de tam olarak göstermediği, gösteremediği sevgiyi kapatmak için görüyordu.

Hatta annesinin kaybedişi ve annesinin sevgisini doldurmak için de İpek’i sevmiş olabilir.

Ka’nın annesinin kaybedişi farkında da olmasa da kalbinde büyük bir boşluk oluşturmuş olabilir.

Annesini toprağa verirken, kalbinin yarısını da toprağa gömmüş olabilir.

Ka’nın Almanya’dan Türkiye’ye iki kez gelmiştir.

İlki annesinin vefatı üzerine, ikincisi İpek ile evlenmek istemesi üzerine yurda tekrar geri dönmesi.

Bu bağlamda da ortaya çıkarabileceğim sonuç, Ka’nın sevgi boşluğunu İpek’in doldurmasını ümit ederek gelmesi ve İpek’e âşık olması ve evlenmek istemesi…

Kars, karların yolları kapaması üzerine dışarıdan hiç kimsenin gelmemesi ve şehirden de hiç kimsenin çıkmaması gibi bir garip şehirdi.

Âdete lanetlenmiş ya da batı filmlerinde gördüğümüz hiç kimsenin uğramadığı terk edilmiş kasaba edası ile kendi dertleriyle uğraşan bir şehir gibi.

Bu kitapta Ka’nın arkadaşı yani kitabın yazarı Orhan Pamuk’un İpek ile ilk karşılaşması tıpkı Ka’nın İpek için hissettiklerinin benzerini yaşaması bana bir ihanet gibi geliyor.

Çünkü Ka, Pamuk’un en yakın arkadaşı ve kardeşi gibiydi.

İnsan hiç ölen arkadaşının veyahut kardeşinin sevdiği, âşık olduğu hatta taptığı kadın olarak bile diyebileceğimiz birine âşık olabilir mi?

Eğer âşık olabilirse bunu ne kadar gönül rahatlığıyla yapabilir?

Bu sorular ister istemez kafamızda uyanıyor.

Aynı Ka’nın hayal ettiği gibi İpek’e Frankurt’a beraber gitmek istediğini söylemesi gibi, Orhan Pamuk’un, İpek’i İstanbul’a gelmesi ve beraber yaşaması demeyi hayal etmesi gibi bir düşünceyi aklından geçirmesi ve İpek’in güzelliği karşısında çarpılmış gibi olması ne kadar doğrudur?

Bu bir ihanettir!

Arkadaşının bıraktığı ve belki de hayatta kalan son ailesi diyebileceğimiz birisine âşık olduğunu hissetmesi ve bunu rakıyı içtikten sonra İpek’e söylemesi ne kadar doğrudur.

Biliyoruz ki, sarhoş insan yalan söylemez ve bilinçaltında yatanları olduğu gibi dışarıya vurur, saf bir çocuk edası ile.

Orhan Pamuk’un İpek’i sevdiğini söylemesi ve İpek’in bunu kabul etmemesi iki Orhan Pamuk’un arkadaşının hatıralarına sadık kalmaması ve İpek’in de sevdiği adama olan sadakatini gözler önüne seriyor.

Belki de Pamuk, tıpkı Necip’in Fazıl’a, Kadife’ye olan sevgisini anlatması ve bir müddet sonra, Fazıl’ın Teslime yerine Kadife’ye âşık olması gibi bir durum var ortada.

Pamuk’ta, Ka’dan İpek’e olan aşkını yazdığı altmışa yakın mektuptan etkilenerek ve farkına varmadan âşık olması gibi.

Necip – Fazıl ve Kadife arasındaki diyaloglar,  KA – İpek – Orhan arasındaki diyaloglar benzer bir tablo.

İki grubunda arkadaşlarını yitirmesi ve arkadaşlarından sevdikleri kadınlar hakkında okudukları, dinledikleri duygu dolu sözler ve neticesinde âşık olmaları arada yalnızca tek bir fark var, Fazıl, Kadife ile evlenip, mutlu bir yuva olmaları ve çocukları olmaları, Orhan, İpek’e duyguları hakkında açılması ve biraz bahsetmesi neticede İpek’in reddetmesi gibi bir fark var. 

Bu son hikâyenin yaşanması okuyucuya sanki kitap yeniden başlıyor hissi uyandırıyor.

Kitap hakkında küçük bir değerlendirme:

Kar romanı, Tanzimat ve Çağdaş Türk Edebiyatlarının ortaya karışımı gibi.

Okuyucuya yazar arada sırada bilgi veriyor ve romanın akışına karışıyor, bu Tanzimat edebiyatının özelliği.

Yazar öyle betimlemeler yapıyor ki, sanki sinemada izliyorsunuz gibi gözünüzün önünde canlanıyor, yer yer farkında olmadan kalbinizin ritmi hızlanıyor ve başkahramanın yerinde olduğunuzu hissediyorsunuz.

Sosyolojik ve psikolojik tahlilleri de mükemmel diyebileceğimiz bir seviyede (şahsım adıma)  kahramanların psikolojik durumlarını çok net şekilde gözler önüne seriyor ve Kars’ın sosyolojik yapısını en ince ayrıntısına varıncaya kadar aktarıyor bu da Çağdaş Türk Edebiyatı’nın özelliklerini yansıtıyor.

Roman 28 Şubat sürecine değiniyor.

Laik -  Anti-laik hakkında bahsediyor ve bu dönemi gözler önüne seriyor.

Yer yer Aziz Nesin’den üstü kapalı bir biçimde bahsediyor ve yine üstü kapalı şekilde Uğur Mumcu’dan bahsediyor.

Son tahlilde, emeğine, yüreğine, kalemine sağlık Orhan Pamuk…

Sefa COŞKUN

adminadmin