Türkiye
Giriş Tarihi : 18-01-2015 12:45   Güncelleme : 18-01-2015 12:45

Kıvırma, Türkçe Söyle!

Yıllar öncesinde Türkiye’yi, daha yerinde bir ifadeyle, Türkiye’de olan biten her şeyin Müslümanlıkla alâkasını anlamak için Russell paradoksuna müracaat etmenin fayda vereceğini iddia etmiştim

Kıvırma, Türkçe Söyle!
Yıllar öncesinde Türkiye’yi, daha yerinde bir ifadeyle, Türkiye’de olan biten her şeyin Müslümanlıkla alâkasını anlamak için Russell paradoksuna müracaat etmenin fayda vereceğini iddia etmiştim.   Söz konusu paradoks fantastik tarzda şöyle ifade edilir: Bir şey ne ise o değildir ve ne değilse odur. Diyelim ki, söze Türkiye bir İslâm diyarıdır diye başlayacak oldunuz, size hemen birisi Türkiye’nin İslâm’dan vazgeçmeksizin Türkiye olma başarısına asla eremediğini kolayca ispat edebilecektir.   Aksi görüşü dillendirerek Türkiye’nin bir İslâm diyarı olmakla temayüz etmediği fikrini ileri sürmeğe kalkarsanız, size daha başında Türkiye olarak anılan ülkenin varlığını ancak İslâm dairesinde kalarak kazandığının ve akabinde ancak o daire içinde idame ettirebildiğinin mukni delilleri kolaylıkla takdim edilebilir.   Russell paradoksunu hesaba katmadığınız zaman modern dünyayı tesiri altında bırakan bütün yalanları yutmak zorundasınız.   Bu demektir ki, kendini gizlemeden modernlik sahasında var olamayan bir merkez (bir iktidar) insan yığınlarını muhatap alarak yaptığı her türlü neşriyatta sadece yanlışları dile getirmektedir. Yani bu tarz iletişimin tabiatı bünyesinde yanlış olmayan bir unsura yer vermeğe müsait değildir. O halde bir şeyi doğru bilmemizle, o şeyin gerçekten doğru olması arasındaki (hayatlara mal olan) mesafe nasıl kapatılabilir? İnsanların uğradığı bu iletişim sakatlığı giderilebilir mi? Hayır. Lisan vasıtasıyla insanın eline geçen imkân, güç ve takat lâ-yezâl değildir. Yine de insanların elinde bir şekilde hayatı koruma imkânı, duadan alınan güç ve kulluğu yerine getirme takati mevcuttur. Bir şekilde… Ne şekilde? İnsan münasebetlerinin sağlaması istikamet ve hedef birliği suretiyle yapılır. İstikametle ve hedefle temin edilmiş iştirak lisanla gelen bozukluğu bütünüyle yok edemese bile tamir edecektir. Ne tarafa yöneldik? Nereye varacağız? İnsan hayatına anlam katan bu iki sualden başkası olamaz. Hayvan veya robot… İnsan hayatı bu ikisiyle ikame olunamaz.   Biz Türkler “Söyle şunun Türkçesini!” dediğimiz zaman, lisanın toplum uzlaşmasını aşan bölgesindeki ifade gücüne gönderme yapmış oluruz. Bir şeyin Türkçesini söylemek aslını, esasını dile getirmektir. Kıvırma, Türkçe söyle! 11.01.2015 Pazar günü Paris’te gerçekleşen yürüyüş vesilesiyle Avrupa’nın NAZİ Almanya’sındaki yürüyüşlerden bu güne böylesine kalabalık nümayiş görmediği söylendi; ama hiç kimse bu son Paris yürüyüşünün bir zamanlar Almanya’da yapılmış yürüyüşleri ne sayıca ve ne de ruhça gölgede bıraktığını söylemedi, söyleyemedi.   Beynelmilel münasebetler tahtında Fransa ve destekçilerinin bir İslâm tehdidi altında kalmadığını anlamak için çocuk olmak bile yeter; ama şimdinin Fransa’sının kendini yeni bir Le Défi Américaine karşısında müdafaa mecburiyetinde bulduğunu anlamak için mutlaka çocukluktan kurtulmak gereklidir. Ne üç Kürt kadının Paris’te katledildiği, ne de İmam Humeyni’nin ve Kaddafi’nin çadırını Paris’e kurduğunu akıldan çıkarabiliriz. Besbelli ki, toz duman altında bırakılmış bir Suriye’de İsrail’e yarar neticenin alınmasında Fransa bağlantılarının kesilmesi muaccel hale gelmişti. Çocukluktan, çocukçalıktan kurtulmak için ağza “terör belâsı” lâfını almadan önce kullanılan ateşli silâhların ve her türlü patlayıcının menşeini akla getirmek elzemdir. Ölümle sonuçlanan çatışmaların biri ikisi değil hepsi bir ekonomik şirket faaliyetinin uzantısıdır. Globalleşme şirketlerin hükümetleri denetimleri altında tutmadığı bir alan bırakmamıştır. Böylece silahları şirketlerden satın alabilenler aynı zamanda hükmetme, hükümet teşkil etme mevkiine de ulaşmış olur. Çalışanların kazançları gasp edilmedikçe silâh ticareti yürümez. Dünyadaki her türlü kötülüğe rıza göstermedikçe bir çatışma ortamını beslemenizin imkânı yoktur. Çünkü ortada modernliğin hazırlayıp sunduğu çatışma ortamından başkası yoktur. Müşrikle mü’minin çatışma ortamı hatırlanamayacak kadar uzakta kalmıştır.   Mü’min dediğimizde ise değil dünyadaki her türlü kötülüğe rıza göstermek, dünyanın kendisine rıza gösterip onu makbul tutmak tavrından kendini uzak tutanı kast ederiz. Mü’min şerlerin en belâlısı olarak kendisine ehven-i şer bahanesiyle gösterilen ne ise onu bilir. İman ile küfrü aynı sepetten beşikte uyuklatma hevesi günümüzde hesap gününü devre dışı bıraktı. Böylece Müslümanlığın imandan arıtılmış kisvesi piyasanın muteber metaları arasına girdi. Nasıl oldu bu? Türkler kendilerini Türkçeyi terk edip beden dilleriyle konuşma mecburiyeti altında hissettiler. Lâfzen ortalığı meşgul edenin ve görünüşte hâkimiyet kuranın aslı yok etmediği inancı vatanı ve milleti temsil eden işaretlerde mündemiçti. 1950-60 arası Demokrat Parti ile Cumhuriyet Halk Partisi arasında dış politika mevzularında hiçbir görüş ayrılığı yoktu. 27 Mayıs 1960 sebebiyle darağacına giden üç devlet adamından biri Hariciye Vekili idi. Buradan 27 Mayıs’ın CHP’yi de alaşağı ettiğini istihraç edebilirsiniz. Nitekim 1957’de Roma’da imzalanan Ortak Pazar anlaşmasıyla irtibat 1963’den önce bilerek kurulmadı. 27 Mayıs 1960 sabahından önce Bab-ı Âli’de neşrolunan gazetelerde musahhih ve daha yukarısı seviyelerinde iş arayan Kur’an harfleriyle okuyabilir olma mecburiyeti altındaydı. Yani aktif olan Türkçe değil Türklerin beden diliydi.   Fertleri anladık; bir milletin beden dili olur mu? Carl Gustav Jung bilinçaltının yalnızca fertlerde değil, aynı zamanda toplumlarda da faal olabileceğine dikkatimizi çeker. Milletlerin beden dili de ilginç bir konuyu işaret etse gerek. Türkler acaba beden dilleriyle beynelmilel terörün ne kadarını işgal etme durumundadır? Böyle bir suali ancak Türklerin mevcudiyetini hissettiğimiz zaman cevaplandırabiliriz. İspat-ı vücut bahis konusu olmaksızın “vücut dili” de neyin nesi?   Batum, Selânik, Halep… Bu üç şehir İstanbul’da Meclis-i Mebusân’ın tatile girmeden aldığı son kararın, Misâk-ı Millî’nin dâhilindedir. Misâk-ı Millî sınırları Halep’in 20 (yirmi) kilometre güneyinden geçer. Şimdi Suriye ile olan ne türden olursa olsun hiçbir ilişki hiçbir Türk’ün salahiyeti dâhilinde değil. Türklerin bir vücudu, bir gövdesi, bir bedeni var iken elbet bir beden dilleri de vardı. Beynelmilel en büyük sermaye Türklere NATO’suz ve CENTO’suz bir gövdeyi çok gördüğünü elli beş sene önce 27 Mayıs 1960 sabahı ilân etti. Türkiye’nin henüz beden dili varken Birleşmiş Milletler ’de Cezayir’e karşı lehine oy kullandığı Fransa kendi beden diliyle Müttefikler tarafından kurtarılmağı yetmiş sene sonra dahi hak ettiğini göstererek boynunu en büyük sermayeye uzatmış oldu. Türkiye’nin bedeni olsaydı beden dilini de konuşturabilirdi. Ankara’yı bombalanmaktan konuşmak mı, yoksa ağzını sımsıkı kapamak, dişlerini sıkmak, dudaklarını hiç kıpırdatmamak mı muaf tutacak? Silâh sanayiinin bileceği bir iş bu.   İsmet Özel – İstiklal Marşı Derneği
adminadmin