Analiz
Giriş Tarihi : 23-11-2019 09:10   Güncelleme : 23-11-2019 09:10

​Şamanizmden Deizme Evrilen Bir Türkçü: Nihal Atsız (2)

​Şamanizmden Deizme Evrilen Bir Türkçü: Nihal Atsız (2)

Şamanizmden deizme evrilen ve birbirine zıt fikirlere sahip şahsiyetleri öven, yâni sürekli değişen Atsız’ın İslâm dini ve büyüklerine hakaretlerini ve deizme, yer yer paganizme benzeyen din anlayışına dair görüşlerini hülâsa ederek aktarmak istiyoruz. Bu hususta en derli toplu ve sıhhatli kaynak, Yrd. Doç. Dr. Ferit Salim Sanlı’nın PDF yayınından okuduğumuz  “Türkçülük Akımında Din Olgusu Üzerine Aykırı Bir Yaklaşım: Hüseyin Nihal Atsız ve Fikirleri” adlı 2010 yılında Ankara Üniversitesi Türk İnkılâp Tarihi Enstitüsünde hazırlanmış yüksek lisans tezidir. Yanlış anlaşılmaya ve “iftira atıyor” zannına meydan vermemek için, 1930’lardan 1973 yılına kadar Atsız’a ait bu mevzudaki yazıların ve her cümlenin kaynağı adı geçen eserde mevcuttur.

Atsız: “Türklerin millî dini Şamanizmdir”

Atsız’a göre tanrı, “Bütün dünyayı ve beşeriyeti yaratan bir tanrı değil, Türk tanrısıdır. İşte Türklerin bu millî dinine Şamanizm diyoruz.” “Millî din” dediği şamanizmi Türklüğün inanç zemininden hiçbir zaman kaldırmamıştır. Sürekli fikir değiştiren tabiatının gereği olarak bâzan İslâm’la sentez yapar. İslâm’ı da seküler, hattâ pozitivizme ve deizme yakın bir bakışla “toplumun inançlarından” sayar. Bu bakış “Toplum dini” düşüncesinin savunucusu Durkheim’den mülhemdir. Tanrı, ne din kitaplarının anlattığı gibi insan şeklinde, ne de göklerin bir yerindeki tahtının üzerindedir. Onun nasıl olduğunu, ne olduğunu bilmeye imkân yoktur. Olsaydı din bilginleri asırlar boyunca birbirine girmezdi. Yedinci yüzyılda ortaya çıkan Müslümanlık, sosyoloji bakımından Araplar'ın millet haline geçme savaşıdır.(Ötüken, 17 Nisan 1964, Sayı:4/  Ferit Salim Sanlı, Türkçülük Akımında Din Olgusu Üzerine Aykırı Bir Yaklaşım: Hüseyin Nihal Atsız ve Fikirleri)

1950’li yıllarda “İslâm dini için “Milletimin dinidir; hürmet ederim” diyen Atsız’ın İslâm’ı esas değil, vasıta olarak görmektedir. Necip Fâzıl, onun bu ifadesini tenkit eder: “İslâm’a böyle bir iltifat, onu topyekûn reddetmekten beterdi. Kıymet, millete verilmiş ve İslâm tâbi mevkiine düşürülmüş oluyordu. Halbuki biz, Türk’ü Müslüman olduğu için sevecek ve Müslümanlığı nispetinde değerlendirecek bir milliyetçilik anlayışı peşindeydik. Eğer gaye Türklükse mutlaka bilmek lazımdır ki, Türk Müslüman olduktan sonra Türk’tür…”        

Atsız’a göre İslâmiyet Türkler sayesinde yaşadı ve yükseldi. İslamiyet Türkleri değil, Türkler İslâmiyeti yüceltti. Biz İslâm olmadan önce de büyüktük. Keramet İslâmiyet’te olsaydı her Müslüman millet yükselirdi. Türklerin İslâm’ı kabul etmesini “iktisadî” gerekçelere bağlar. Abbasi İmparatorluğunda “paralı asker” olmak için İslâm’ı seçmişlerdir. Buna rağmen “İslâm tüccarlarının” ve “din propagandacılarının” faaliyetinin “fazla tesirli” olmadığını ve Türklerin ilk kabul ettiği İslâmlığın “öz Müslümanlık değil”, “Şamanizm’le karışık bir Müslümanlığın hâsıl olduğunu” söyler. Türkler Müslüman olmasaymış dünyanın siyasî ve içtimaî şartlarının çok daha farklı olacakmış. Atsız bu düşüncelerini 1930’lı yıllarda söylüyor.
1960 sonrası İslâm muhalifi deist ve pozitivist birisidir

Atsız, 1960’lı yıllardan başlayıp vefatına kadar deizm ve pozitivizmin tesirindedir. İslâm dinini ve Müslümanlığı, kendi ifadesiyle “Sosyoloji bakımından Arapların millet hâline geçme savaşı” olarak târif eder. “Peygamber, bilgisizlik, ahlâksızlık ve pislik içinde yaşayan Araplara, ahlâk şuuru ve millî birlik düşüncesi aşılamaya çalışan üstün, kabiliyetli ve sempatik bir Arap önderidir.” Hz. Peygamberimizin Allah’ın Resulü olduğunu kabul etmez ve vahye inanmaz. Bu ifadeleri pozitivist Comte’undan iktibas eden M. Kemal kendi yazdırdığı “Medenî Bilgiler Kitabı” nda aynı şekilde kullanır.

Yazılarından anlaşıldığı üzere Atsız büsbütün deist inanca, hattâ pozitivizme kaymıştır. Din sadece bir ruh ihtiyacıdır. Ona göre, Hazreti peygamberimiz, “Çevresindeki ahlâkî bozukluklara çâre aramak adına insanlardan uzakta yaşamış ve mağaralara çekilmiştir. Arap putçuluğuna karşı çıkmak adına eski Mısırlılardan Yahudilere geçen tek tanrı düşüncesini dikte ettirmiştir. Dolayısıyla eski Sümer ve Mısır masalları olan bu masallara ve bu medeniyetlerden gelen düşünceleri ilahî hakikat olarak sunmaya lüzum yoktur. Yahudi krallarını peygamber diye Türk milletine telkin ederek millî mefahiri unutturulmuştur. Levh-i Mahfuz’daki, yâni korunmuş levhadaki bilgiler İsrailiyyat’ın hayat ve ahlâk sistemidir.” (Ötüken dergisi, 1970, sayı: 11 / Sanlı’nın ad geçen tezi)   

Pozitivizm düşüncesinden hareketle M. Kemal’in 1931’de Lise Tarih kitaplarına soktuğu metnin tıpkısı olan aşağıdaki ifadeler Atsız’ındır. Atsız’da Türkçülük arayanlar ibretle okusunlar:

“Tanrı insan idrakinin dışındadır ve peygamberler de insandır. Muhammed’ de peygamber olmadan önce Kureyş putlarına kurban kesmiştir.  Kur’ân, Muhammed’in talimatıdır. Kur’ân’ın birçok yerinde yemin ve and verilmesinin Tanrıya ait olmadığını, yeminin insanlar tarafından edileceğini, üstün bir varlık olan Tanrının yemin etmeyeceğini, yeminlerin bizzat Muhammed’in gönlünden ve beyninden doğduğunu ve yemin üslûbunun İslâm öncesi Arap döneminde kullanılan adapla aynı olduğunu söylüyor. Kur’ân, “Âlemlerin sahibi olan Tanrıya hamdederim” diye başlamaktadır ve Tanrının kendi kendine hamdetmeyeceğine göre Kur’ân’ın Muhammed’in talimatı olduğu açıktır.(Ötüken dergisi, 1970, Sayı: 11 /  Sanlı’nın adı geçen tezi) 

Atsız’a göre kumar, içki ve her türlü fuhşiyatla yozlaşmış, karılarını değiştiren ve kız çocuklarını gömecek kadar vahşet gösteren bir toplumda Muhammed'in başka türlü davranmasına imkân yoktu. Onlara korkunç cehennem azapları gösterecek ve dünyada doğrulukla yaşayanlara da öte âlemde köşkler, kevserler, yiyecekler, güzel huri kızları vaad edecekti. Yobazlar soy soy insanların bir tek Âdem’le Havva’dan türediklerine, Âdem’in 1050 yıl yaşadığına, Havva'nın her yıl biri erkek biri kız olmak üzere ikiz evlat doğurduğuna ve bu kardeşleri birbiriyle evlendirdiklerine inanırlar. Bir Sümer masalından çıkan tufan ve Nuh'un gemisi onlarca tarihi bir hakikattir. Hangi Teknik Üniversitesinden mezun olduğu belli olmayan Nuh'un yaptığı o pazarcı kayığına her cins hayvandan birer çiftin girip sığması ve 40 tufan gününde birbirine yemeden uslu uslu oturması da gerçektir vesaire... Şimdi bu kafadaki adamla bir fikir tartışması yapmaktaki trajediyi düşünün. Bilimdeki türlü ilerlemeler geliştikçe kâinatın din kitaplarında yazıldığı gibi altı günde yaratılmadığı, bu oluşumun milyarlarca yüzyılda meydana geldiği, hele insanların 6000 yıl önce yaratılan muhayyel bir Âdem’le hayâli bir Havva'dan türemedikleri ispat olunmakta ve ilim artık, kısa ömürlü de olsa canlı hücre yaratacak seviyeye ulaşmış bulunmaktadır. İslam düşüncesinde sömürgecilik vardır. (Ötüken 1970, Sayı: 11/ Sanlı’nın adı geçen tezi ) 

Atsız’ın İslâm büyüklerine hakaretleri

Sözde fetihçi olan Atsız o kadar değişmiştir ki, 1960 sonrasında, İ’la-yı Kelimetullah ve İslâm birliğini fikrini kötülüyor:  “Ülkeler fethetmek, bu ülkeyi haraca bağlamak sömürmekten başka bir şey olmadığı gibi bütün beşeriyet de tek ümmet değildir.”  İslâmî kavramlarla ve tasavvuf büyükleriyle alay eder. “Hallacı- Mansur Tanrılığını iddia eden çılgınların en tanınmışıdır. Ne dindarın cennetinden, ne tasavvufun hayâlinden Tanrıyla buluşma gibi olağanüstü zevkler bizde yoktur” diyen Atsız, Mevlâna’yı “Moğollara dalkavukluk” etmekle suçlar. “Ney ve dümbelekle dans eder, zevk ve keyif ehlidir. Şemsi Tebrizi hazretlerinin nasıl ve neden kaybolduğunu, şimdi göğün kaçıncı katında ikâmet buyurduğunu, Cenab-ı Mevlâna'nın Şemsi Tebrizi Hazretlerine, tıpkı sevilen bir kadına hitap eder tarzda şiirler yazmasının hikmetini ve küçük oğlanı mezesiyle birlikte çağırmanın ne demek olduğunu anlatsalar...” diye alay eder. (Ötüken 1969, Sayı: 64 / Sanlı’nın adı geçen tezi)

Atatürkçü rejimin baskın olduğu 1970’lerde, sözde “tâvizden nefret eden” Atsız, Atatürkçülükten tâviz verenlere veryansın ediyor: “Şimdi soralım: Atatürk Türkiye'si, Atatürk milliyetçiliği diye her gün leylek gibi laklak eden çeneler jübilesini yapmak için koskoca Türk tarihinde bula bula sapık düşünceli, hasta ruhlu Yunus Emre’yi mi buldular?  (Ötüken 1971, Sayı: 10 / Sanlı’nın adı geçen tezi)

Atsız’ın inanç yapısını şimdi de oğlu Yağmur Atsız’dan dinleyelim: “Atsız Müslüman olarak tanımlanamazdı. Onun bu mevzudaki konumunu bence en iyi ‘lá-dînî’ olarak tavsîf etmek yerinde olur. Evet, ‘Semávî Dinler’le pek başı hoş değildi ama ‘tanrıtanımaz/ateist’ de değildi. Káinátı yaratan bir güce inansa da bu gücün káinátı yaratdıkdan sonra ‘olaylar’a müdáhale ettiğine inanmazdı. Atsız'ın hayatının sonuna doğru, herhalde ‘hidâyete ererek’ Müslümanlığa dönüşü palavradır. Bir kere bu, Atsız'ın karakterine aykırıdır. Onu zerre kadar tanıyanlar bilir ki farz-ı muhâl aklından geçmiş bulunsaydı bile sırf “yaklaşan ölümü hissetti de korkup döneklik etti” dedirtmemek için böyle bir şey yapmazdı.” (Yağmur Atsız, Aksiyon - Mart 2008)
Atsız’a göre, şamanizm ile karışık olan İslâmiyet “Araplar arasında çıkmış olan”  İslâm’dan farklıdır. Arap İslâm’ının müeyyidelerinden farklı olarak “Türk tasavvufu”  sâyesinde şamanizmle karışık bir İslâm vücuda getirmiş ve böylelikle İslâm’a bağlanmışlar. Türk tasavvufuna Ahmet Yesevi’yi misal gösterir. Yerine göre över, bâzan da “Hikmet’lerindeki öğüt kılıklı manzumelerin Türkleri cehennem ve kıyamet günü korkuttuğu” nu söyler. Hülâsa ifadeyle, Türkler İslâm’a girmekle Türklüklerinde “yabancılaşma” ve “menfî” tesirler oluşmuş, “büyük sarsıntılar” ve “büyük buhranlar” yaşamıştır. Oğuz Kağan’ın Müslüman bir evliya olarak gösterilmesine karşıdır.  Ona göre “Şamanî Oğuz Kağan” dır. 

Zihin ve dimağı kesintisiz olarak med-cezir hâlindedir Atsız’ın. Menderes döneminde yazdığı yazıların çok azında “Allah” ve “Allah düşüncesi” ifadelerini kullanır. 1960 sonrasında ise pozitivist Comte’u aynen taklit ederek “Allah düşüncesinin” insanların ve Hz. Peygamber Efendimiz ile diğer Arap Peygamberlerin muhayyilesinden çıktığını ve “tanrının bilinemez olduğu” nu yazar. Hasta bir zihin yapısı onu bir kararda durdurmuyor, büsbütün deist olmuştur. 1934 yılında Orkun dergisinde “Dilimize önce Allah girerek Tanrı” yı kovdu” ifadesi ona aittir.

Atsız’ın Türkçüğü de millet târifi de ârızalıdır. Türk olmak için Türk kanından gelmek şarttır. Milleti meydana getiren unsurlar içinde “din” yoktur. İslâm dışı Türkçülükte son derece şedittir ki, “Selâmlaşma” biçimine ve “selamünaleyküm”  ifadesine dahi karşıdır. Selâmlaşma mutlaka Türkçe olmalıdır.

Atsız: “Türkçülük ülküsü dindir”

Atsız zamana ve yerine göre “din” vakıasını “ülkü” süne hizmet eden bir vasıta olarak görür. “Din ülküyü yaymaya faydalı oluyorsa” bir değer olarak kabul edilebilir. Ruh ve fikirlerinde istikrar olmayan Atsız, 1930’larda söylediği “din bir mefkûre olma kuvvetini kaybetmiştir” sözünü 1960 sonrasında Ötüken dergisinde de sürdürüyor.

“Türkçülük” ülküsünü  “din” olarak görür. “Bir milletin fertleri kan, fedakârlık ve kahramanlık gibi unsurlar sayesinde heyecan yaşar. Ülkülere kanla, kılıçla, dövüşle, milli kinle varılır… Ülkü bir dindir. Kahramanlar ve şehitler ister.” “Ülkü” kavramının Cumhuriyetin ilk yıllarında seküler mâna taşıdığını ve kullananın gayesine göre içinin doldurulduğunu belirtelim. 1930'larda Türkçe katliamını başlatan Kemalistler “öztürkçecilik” adı altında “mefkure” ye karşılık olarak “ülkü” kelimesini müfredata sokarlar. M. Kemal’in bizzat verdiği tâlimatla 1933'te Halk Evlerinin yayın organına “Ülkü” adı verilir. Atsız “Atsız Mecmua” daki yazılarında mefkûre kelimesini kullanırken, Orhun dergisinde  “ülkü”  kelimesini kullanmaya başlar.

Atsız’ın dini bâtıl Türkçülüktür

Atsız göre dilde yabancılaşma Türklerin çok din değiştirmesindendir. Türklerin tarihte, Manihaizm, Budizm ve İslâmiyet dinine girerken dillerini koruyabildiklerini, ancak Türkçenin edebiyat dilinin bu medeniyetlerden dolayı oldukça bozulduğunu, Türklerin İslâm’ı kabul ettiği dönemde bu tehlikeyi anlatabilecek kimselerin bulunmadığını, İslâm medeniyet dairesine giren Türklerin, Arapça ve Acemce’nin istilasına uğradığını,  “Allah” ve “Muhammed” lafızlarının girdiğini ve zikredilen kelimeleri bu dillerden gelen yabancı menşeli klişelerin takip ettiğini söyler. Mani dininin ve Çin medeniyetinin olumsuz tesirlerine uğrasa da, İslâm’ın olumsuz tesiri diğerlerinden çok daha fazla olmuş ve Türkler millî kültürlerini ihmal etmeleri yüzünden birçok belâya maruz kalmıştır. Din değiştirmek medeniyet değiştirmektir. İslâm sadece din yoluyla değil, medeniyetin unsurları olan dil, kültür yoluyla da girmiştir. Hıristiyan, Şamanist, Musevî Türkleri ve Şiî Alevî Türkmenleri Türk olarak kabul eder. Harf inkılâbı, dinde Türkçülük ve Türkçe ezan bâzı reformlara övgüler düzen ve halka doğru yeni ve asil bir hareketin başladığını söyleyen Atsız’ın ârızalı zihin yapısı şu ifadelerinde belirgindir: “Sultanlar kaçıyor, halifeler boğuluyor, halkı bir ejder gibi asırlardan beri istismar eden tekkelerin, tarikatların, beyni kefenli softaların vücutları kaldırılmasa da nüfuzları kırılıyor ve zararları azaltılıyor.” (Sanlı’nın adı geçen tezi)

Atsız hem deist hem sosyal darvinisttir

Atsız’a göre bütün insanların kardeş olması, ihtirasın ve kavganın ortadan kalkması tabiatın kanuna terstir. Bu düşünce, medeniyette ilerlemiş milletlerin savaşta mağlup edemedikleri “geri” kalmış milletlere yaptığı bir propagandadır. Bu düşünceleriyle Atsız sosyal darvinisttir. 20. Asrın başında Avrupa’da tezahür eden militarizm, ırkçı milliyetçilik gibi faşist ideolojilerde sosyal darvinist tavır gayet belirgindir. Türkiye’de sosyal darvinizm Jön Türklerin poiztivist ve deist taraftarı ve ırkçı milliyetçi fikirlerle yayılmıştır. Atsız’ın fikirlerinin sosyal darvinizmin ırkçı tarafıyla benzerlikler taşıdığı su götürmez bir gerçek:

“Biyoloji ilmine göre, bütün canlıların gayesinin, kendi soylarının bütün dünyayı bürümesi olduğunu” söyleyen Atsız, “bütün hayvanların ve bitkilerin cinslerinin bütün dünyayı kaplayamıyorsa bunun sebebinin aynı gayeyi taşıyan diğer cinslerin direncinden kaynaklandığını” iddia eder: “Türlerin, aynı gaye için yaptıkları bu faaliyet ve karşı karşıya kaldıkları bu dirençten hayat kavgası doğmakta, zayıflar ezilmekte ve güçlüler çoğalmaktadır.” (Orkun, sayı:7, Kasım 1950) fikirleri, Darvin’in “doğal seleksiyon” nazariyesi ile benzeşiyor. (Atilla Doğan, Osmanlı Aydınları ve Sosyal Darwinizm, Bilgi Üniversitesi Yayınları, 2006)

Atsız’ın “yaşamak için kavga kanunun”, sosyal darvinizm’in “yaşamak için mücadele” kavramı tıpa tıp aynıdır. Sürekli taarruz eden ve savaşan askerlik anlayışını vatanseverliğin ve Türkçülüğün temel bir vasfı olarak görmesi sosyal darvinizm’den mülhemdir.  “Ülküler Taarruzidir” yazısında ve “Kahramanlık” şiirinde sosyal darvinist bakış hayli belirgin: “Kahramanlık; saldırıp bir daha dönmemektir / (…) Yırtıcılar az yaşar... Uzun sürmez doğanlık... / Her ışığın ardında gizlidir bir karanlık / Adsız sansız olsa da, en büyük kahramanlık / Göz kırpmadan saldırıp bir daha dönmemektir…”

Atsız, “şehit” ve “gâzi” kelimelerini İslâmî mânasıyla kullanmıyor. Vatan için savaşan askerleri överken kendi ifadesiyle Tanrıya meydan okur: “Burada her şey bir savaştır. Tabiata karşı, düşmana karşı ve hatta Tanrı’ya karşı günümüz bir gâzadır… Bu yurt baştanbaşa şehitler ve gâziler diyarıdır. Bu vatan bir boydan bir boya tunç heykeller otağıdır… Bu ebedi heykeli artık, dünyanın nizamını kurmuş olan Tanrı bile deviremez.”

Tanrıdan kastı Allah (c.c.) değildir. Birçok yazısında pagan dönemi Tanrı inancını överken, bir başka yazısında mahiyeti belli olmayan Tanrı inancına meydan okumaktadır.

Ahmet DOĞAN

adminadmin