Kültür
Giriş Tarihi : 15-12-2019 13:30   Güncelleme : 15-12-2019 13:55

Tanrılarında Var Olmayanı Kullarında Vehmetmek

Batı Medeniyeti’nin evrensel değerler sloganı altında tüm insanlığa dayattığı normlar, evrensel olmaktan ziyade, kâinatı yeniden yaratmaya soyunan bir zihniyetin seküler devlet anlayışı istikametinde ürettiği yeni-hukukî ve siyasî kavramların içine yerleştirdiği yalanlar bütününden ibarettir.

Tanrılarında Var Olmayanı Kullarında Vehmetmek

Bu kadar güzel ve şerefli bir varlık olarak yaratılmış olmasına rağmen, bu ödüle yaraşır bir vakar, zarafet ve asaletin ihtişamı içinde yaratanına yönelmek ve onda kaybolmak varken, uşak olmaya özenen insan gerçekten utanılacak bir şeydir... Kendini güzel bulur ama yaratandaki güzelliği göremez, “kim bu yüzü çizen sanatkâr ressam” diyemez, kendini çok sevse de, en az tanıdığının yine kendisi olduğunu bilemez!

“Arabın aceme, acemin araba üstünlüğü yoktur, üstünlük ancak takva iledir,” ölçüsü ve bunun kalben tasdiki, insana insanlığını kazandıracak bir teyiddir. Eğer kendi nefsinde bu hakikati teyid edemiyor, kirli geçmişine bakmadan, yanlış inancını yasa haline getirip sırf beyaz ve Avrupalı olduğun için kendi ırkını üstün görüyor ve kendi dünyandan başka dünyalar da olabileceğini bir türlü kabullenemiyorsan; hor görmeyeceğin hiçbir ırk, zaaf olarak algılamayacağın hiçbir insanî haslet, istismar etmekten imtina edeceğin hiçbir söz ve davranış yoktur! Şayet hâlin buysa, inandığın Tanrı da âlemlerin Rabb’i olmaktan çıkar, belli bir milletin hamisi haline gelir ki; ayrıcalıklı bir millet olduğun inancı içinde her türlü hukuksuzluğu meşru hâle getirmen, tüm işgâl, zulüm ve katliamlarını bir iftihar vesilesi olarak görmen hiç de zor olmayacaktır.

Çünkü hadiseye yaklaşan şuurun kendisine şuurunun olmaması ve insanî hasletlere dair algıyı teknolojik donanımın belirlemesi tehlikelidir; acıyı da günahı da benimsemekten uzak bir ruhsuzluğa çanak tutar... Yasal olan ahlâkî olanın, çıkar ilkenin önüne geçer, insana ve topluma ait meselelere sadece kendinizin tamir edebileceği bir makine gözüyle bakmaya başlarsınız... Bu hâl, kısa ömürlü ve arızî olmayan hastalıklı bir hâldir; ahlâkî çöküşe delâlet eder, ahlâkî çöküş de tüm üst sistemin çöküşü demektir.

Dolayısıyla, Batı Medeniyeti’nin evrensel değerler sloganı altında tüm insanlığa dayattığı normlar, evrensel olmaktan ziyade, kâinatı yeniden yaratmaya soyunan bir zihniyetin seküler devlet anlayışı istikametinde ürettiği yeni-hukukî ve siyasî kavramların içine yerleştirdiği yalanlar bütününden ibarettir; paganizme tutkun, tek Tanrı inancından nefret eden ve insanı bir tüketim malzemesi olarak gören vahşiler sürüsüne verilmiş tavizlerdir. Batı’nın keyfî vandalizmine çanak tutmakta yarışan ve Batı’nın ağzından çıkan her sözü Tanrı kelâmı mesabesinde görüp her şart altında doğrulamaya çalışan, geçmişi olmadığı için geleceği de olmayan ruhen ezik yalakaların tapındığı kültür, bu yalanlar bütünüdür. Dahası, gerçekliğin mitlerle, Yahudi ve Hıristiyan mistisizminin Helenizmle hemhâl edildiği bu yalanlar bütününün içine doğan insanı, insana insanlığını kazandıracak vasıflarıyla tebarüz etmiş bir tek Tanrı’sı ve azizi olmamasına rağmen, Antik Yunan ve Roma Tanrıları’ nın izini halen, Pagan dünyanın ilâhlarına dönüştürdüğü Hıristiyan azizleri üzerinden sürmektedir. Dolayısıyla, Tanrıları’nda var olmayan bir yüceliği, rahmeti ve merhameti, bunlara tapınan kullarında vehm etmek abesle iştigâldir.

Nitekim, dünya tarihin görmediği bir zenginlik ve para bolluğu içinde, ama açları değil, “toklar”ı doyuramadığımız için fakirlik, gelir dağılımındaki eşitsizlik had safhada... Bir yudum suya, bir lokma ekmeğe muhtaç milyonlarca insan var. Ve bunu bile bulamadığı için bu insanlar açlıktan, susuzluktan ölüyor... Ne kadar çok tüketirsen o kadar medenisin anlayışının “lağım künkü”ne dönüştürdüğü bünyeler ise, içler acısı bu durumdan hiçbir rahatsızlık duymuyor, hiçbir vicdani sorumluluk hmiyorlar. Hmeleri de mümkün değil, çünkü artık ortada ödülü yahut cezayı kabul edecek bir bünye yok... İhtiraslarının sınırsızlığıyla meflûç hâle gelmiş bünyelerin tek derdi var: Özü itibariyle sakat bir iktisadî sistemi ne pahasına olursa olsun devam ettirmek, urlaşmış-ruhu öldüren para yığınlarına biraz daha para katmak. Oysa Doğu’nun, özellikle İslâm dünyasının bugüne kadar olmamak içi direndiği ruh, bu ruhtur. Ve bu kapitalist ruh, Doğu’nun insanında bir Avrupalı gibi şahsî mülkiyet duygusunun olmamasını, buna rağmen kendini fakir hmemesini, toplumuna ve devletine duyduğu güven duygusunu yitirmemesini hiç anlayamamıştır. Dolayısıyla yeryüzünü bir ganimet alanı, insanı ise bir sarf malzemesi olarak gören anlayışın, dünyanın başka bir yerinde değil de sadece Avrupa topraklarında ortaya çıkmış olması, devlet ve sermaye gücünün emperyalist emeller istikametinde sadece bu topraklarda bir araya gelmesi tesadüfî bir hadise değildir. Batı bilimi etrafında gelişen her tür değişimi peşinen bir iyiye gidiş kabul ederek, güçlü olanın haklı da olduğuna hükmeden Darwinci prensiple kendi varlığını meşru kılmaya çalışan; insanı düşünemediği gibi, tabiatı da tüketen anlayış bu temel üzerinde yükselir.

Ne yazık ki, doğru düşünce olmadan doğru düşünce faaliyeti de olamayacağını, bunlardan birincisinden mahrum olmanın ikincisinden de yetersizlik anlamına geldiğini bir türlü anlamayan yahut sistemi tümüyle dönüştürmenin imkânsızlığını gördüğü için anlamak istemeyen Batı’nın duyumcul kültürü, insanı düşünmemiş; varlıkların birbirleri üzerindeki etkisini, maddenin biçime, biçimin hareket ve keyfiyete direnmesini hesaba katmadan tabiata yaptığı rastgele müdahaleler yapıcı değil, yıkıcı olmuştur. Bunun ağır bedelini de, aslî prensipleri itibariyle sakat bir sistemi ne pahasına olursa olsun devam ettirmek isteyen küresel aklın sun’i olarak gündeme getirdiği sorulara cevap, sorunlara çözüm aramakla geçiren ve istenilen “çekim havuzları”na kolayca yönlendirilen tüm insanlık ödemek zorunda kalmıştır... Hatalarını görüp bunlardan dönmediği, içten içe çürümüş bir kültüre tapınmaktan vazgeçmediği sürece de ödemeye devam edecektir...

“Her şeyden önce kelâm vardı” doğrusu bağlamında söylersek; doğru düşünceye sahip olabilmeniz için, öncelikle doğru kelimeye sahip olmanız gerekir... Yanlış kelimelerden hareketle doğru düşünce üretip doğru bir muhakeme yürütemezsiniz. Doğru kelimeye nitelik kazandıracak olan da, niteliksiz bir biçimde içimize aldığımız nefese hâlini giydirecek olan duygulardır. Eğer kalbinizdeki duygular samimi ve sahihse iyi söz derhal sihrini gösterecek, eşyaya düzen gelecek, iç âleminizde her şey yerli yerine oturacaktır. Aksi takdirde, İlâhî yardımdan mahrum kalacak, eşya size hakikatini vermeyecek, düşünen şuurun kendisine şuurunun olmayışı sebebiyle, yanlışın kendi doğrularını doğurduğu bir süreçte her şey ters işleyecek ve krizler hiç bitmeyecektir. Nitekim kapitalist tarih de genişleme ve refah dönemlerinden çok, uzun kriz dönemleriyle karakterizedir.

Mevlüt KOÇ 

Aylık Dergisi 182. Sayı

adminadmin