Köşe Yazıları
Giriş Tarihi : 27-02-2021 07:28   Güncelleme : 27-02-2021 07:28

28 Şubat’ın Hatırlattıkları

Bir ülkenin Anayasası intikam Anayasa’sı olamaz. Yani bir Anayasa ki kim uyguluyorsa onu kendileri lehine çevrmekte, dolayısıyla kendileri gibi düşünüp yaşamayanlar veya başörtülüler bu anayasa ile zülme maruz kalmaktalar.

28 Şubat’ın Hatırlattıkları

Ondan sonra da Türkiye’nin yöneticileri yeni bir Anayasa tartışması açmaya ihtiyaç duymaktalar.

Zaten bugünlerde gündeme gelmesinin sebebi mevcut Anayasa’nın, özellikle 2021 Türkiye toplumunun fıtratına ters düşmesi, kültür ve yaşayışına zit olmasıdır.

Öğrencilik dönemimizde İş Hukuku dersini veren hocamız Prof. Dr. Selçuk Özçelik o zaman demişti ki;

“Arkadaşlar bu Anayasa bizim toplumumuzun yapısına uygun bir Anayasa değildir. Bundan öncekiler de bu Anayasadan farklı değillerdi.

Neden?  Çünkü bizim ülkemizin insanlarının kültürü farklı farklı olduğundan doğumun kültürü batıya, kuzeyin kültürü güneye uymaz. Dolayısıyla bu kanunlar da doğudakiler için ağır gelmekte, batıdakiler için ise hafif gelmektedir.”

Bundan dolayı ülkemizin sınırlarındaki toplumu adil bir şekilde idare edecek bir Anayasa bugüne kadar hazırlanamadı.

Neden?

Çünkü bütün toplum kesimlerini temsil eden, bilge insanlar bir araya gelerek, Anayasa hazırlamıyorlar. Hazırlayanlar da kendi durumlarını nazara alarak, yahutta bölgesinin olaylarını dikkate alarak Anayasa hazırlıyorlar.  O zaman kanunlar dikkate almadıkları yerlere ağır geliyor.

Bir bakalım 1960’ta ihtilal olmuştur.

1970’te ihtilal olmuştur.

1980 de ihtilal olmuştur, 1990 da ihtilal olmuştur adeta böyle ihtilaller her 10 yılda bir tekrarlamıştı.

1997’de de 28 Şubat muhtırası verilmiştir. Bunlar böyle devam ede gelmektedir.

Ne oluyor bu durumda, eğer kuvvet kanunda olmazsa, kanun kuvvetlerinin eline geçiyor.  O zaman da istediği gibi tasarruf edebiliyor.  Bu da adaletsizliğe, zulme, mazlumu ve zalimden ayırmamaya götürmektedir.

İşte bakınız eğer Türkiye’nin tamamını temsil edebilecek akil kişiler ve Türkiye’deki mevcut söz sahibi partilerin sözcüleri, akademisyenler ve daha artık bu sahada yetkili ve etkili kim varsa bir araya gelerek oturup, Ülkemize uygun bir anayasa hazırlamaları kaçınılmazdır.

Ama bir zaman sonra bu da toplumun yapısına uygun gelmeyecektir.  Çünkü kanunlarımız caydırıcı olmazsa, o zaman kanun uygulamanın bir anlamı olmaz.

Şimdi önümüzdeki günler 28 Şubat geliyor.  Ben de bu vesile ile 1960 ihtilaline kadar hatırladığım olayları tekrarladım.

O zaman askeri idare sıkıyönetim ilan etmişti.  Herkes kendinden korkar bir durumdaydı.  Güvenlik güçleri önüne gelenleri de derdest edip soruşturma yapmadan içeri atılmaktaydı. Artık hakim karşısına çıkana kadar kimsenin aklına gelmezse, vay onun haline...

Neticede 1970’te tekrar anarşi terör üremeye başladı. Artık insanlar arasında ayrımlar başladı ve hatta 70 ile 80 Li yıllar arasında öyle oldu ki ihtilaflar, ayrımlar, Sünni ve Alevi, komünist ve milliyetçi kavgasına dönüştü. Adeta ülke perişan bir haldeydi ve o zaman ülkenin başında bulunan idareciler diyorlardı ki; ne yapalım kanunlarımız caydırıcı değildir.  Onun için de suçun önüne geçemiyor.  Hangi imkanı vermedik de size terörü durdurun dedik.  Ya da siz hangi imkanı istediniz de vermedik. İşte terör durdurulamıyoruz diyen devletin başındakilerin bu ve buna benzer beyanları ve düşünceleri, ister istemez ihtilali tetikleyen bir olay oldu.  Ve 1980 ihtilali geldi ondan sonra 1982 Anayasa’sı askeri vesayetten ve baskıdan kurtulmak için, milletin büyük çoğunluğu tarafından kabul edilmiş oldu.

1960 Anayasasına göre farklı maddeleri nedir? Hukukçular bunu ortaya koyarlar ama maalesef o Anayasa’da işte görüyoruz, bugün bizim ihtiyaçlarımıza cevap veremiyor.

O günden bugüne 28 Şubat’ın bana hatırlattıklarından kısaca bir anımı söyleyeceğim. Maalesef biz ilim Üniversitesinde çalışıyoruz ama ne yazıkki ilimle meşgul olmak yerine, şekille, kılık ve  kıyafetle meşgul olmaya başlamıştık.

Süleyman Demirel Üniversitesinin kuruluşu devam ediyor. Biz büyük bir gayret içerisindeyiz.  Enstütülerin kuruluşu ve işler hale getirilmesi bizim üzerimize bırakılmış.  Ona gayret ederken, mastır ve doktora öğrencileri toplamaya çalışırken, bir de baktık bizim icraatımız nazara alınıp destek verilecek yerde, yaşantımız nazara alınmaya başlandı.

O zaman Hürriyet gazetesinde şöyle bir yazı çıkmıştı. Türkiye’de üniversitelerde öyle öğretim üyeleri var ki; kendileri beş vakit namaz kılıyorlar ve beş vakit namaz kılmayan öğrencilerini de derslerinden geçirmiyorlar.  Bunlardan bir tanesi de Süleyman Demirel Üniversitesi diyerek, direk adres gösteriyorlardı. Zaten o zaman beş vakit namazını kılan ne kadar vardı?

Bu esnada Enstütü Sekreterimiz başı örtülüydü.

Üniversitesi noktasında acaba biz eğitimi tabana nasıl yayalım ve insanları cehaletten nasıl kurtaralım. Dünyada kabul gören mesleklere nasıl yönlendirelim.  Bunların düşünülmesi yerine, falanca Enstitünün Sekreterinin başı örtülüymüş. Ne demek? Bu dönemde, bu devirde başörtüsü...

Derhal hesabını görün!

Neticede, baktım ki enstitü sekreterim ağlıyor.  Hocam ne yapacağım ben, çok sıkıntılı durumdayım.  Galiba başımı açacağım?

Neden dedim?

Emekliliğine de 2-3 ay var dedim.

Dediki işte benim örtüm senatoda konu edilmiş.

Dedim ki bu konu baş örtüsü ile ilgili, size ne? Senetonun  genel düşüncesi, sana herhangi bir şey söylenmeden, sen niye üzülüyorsun ki?

Bu sefer de, hocam size zarar gelebilir dedi.

Ben de bırak bana gelen zararı, ben onun hesabını veririm. Sen böyle düşüncelerle kendini rahatsız etme dedim.

Başörtüsü de senin tercihindir, ister örtersin, ister açarsın, ama onun bunun sözüyle veya bana zarar gelecek düşüncesiyle, başörtüsünü açma yoluna sakın gitmeyin dedim.

Elhamdulillah oda açmadı ve neticede emeklisi de geldi, başörtüsüyle emekli oldu.

Burada bir hakkı da yerine vermeden geçemiyeceğim.

O zaman zaten üniversitenin yönetimi malum, yani sol zihniyete sahip bir yönetimde ve neticede idareciler de ister istemez onlar gibi düşünceye sahip olanlar oluyordu.

Benim senatoda bulunmadığım, yukardaki konuşmanın yapıldığı gün, Enstitü yönetim kurulu üyemiz olan bir Dekan, sekreteri şiddetli bir şekilde müdafaa etmiş. Demiş ki modern bir örtüdür türban değildir. Bu senatonun konusu olması abestir demiş.

Ben de bu vesileyle kendine tebrik ettim.

28 Şubat muhtırasında mağdur ve muzdarip onlar olmuştur.

En yakınımdan başlayayım.

Benim kızım Anadolu imamhatip son sınıfta okuyordu.  7-8 kız arkadaşı ile birlikte sınıfın çalışkan öğrencilerindendi.

Bir dershane de bunların bu gayretlerinden dolayı, çocuklara özel sınıf açmıştı.

Ne var ki 28 Şubat gelince ben hatta o gün isparta’da değil Ankaradaydım.

Kızım ağlayarak beni aradığını gördüm.

Neden alıyorsun diye sorduğunda;

Baba bugün Anadolu İmamhatip lisesinden ayrılmazsak, yarın başımızı açacaklar.

Onun için bugün biz açık liseye geçiş yapıyoruz dediler.

Düşünme zamanı da yoktu.

Ben bir şey söyleyemedim, bu 7-8 arkadaşıyla birlikte ayrılıp, Açik Liseye geçtiler.

Açık Liseden birincilikle mezun oluyorlardı. Ama gel gör ki mezuniyete yakın bir günde, açık lisenin müdürü, evet açık lisenin müdürü ağlayarak beni arıyordu.

Müdür bey hayrola nedir bu haliniz dedim? Dediki hocam, sormayın bu öğrencilerimiz adına yani Anadolu İmamahatip lisesinden geçen öğrencilerimiz, maalesef Milli Eğitim Bakanlığından gelen bir yazıyla, 40 kredilik daha ders almaları gerekiyormuş.

Oysa bunlar şimdiden almış oldukları dersler, Fen Lisesi seviyesinde, bu bunlara nasıl reva görülüyor. Bu çocuklar bu ülkenin vatandaşı değil mi?

YAZININ TAMAMINI OKUMAK İÇİN TIKLAYINIZ

Recep YAZGANRecep YAZGAN