Analiz
Giriş Tarihi : 07-02-2018 11:20   Güncelleme : 07-02-2018 11:20

Afrin Operasyonu Ve İran’ın Tutumu

PKK/YPG terör örgütüne yönelik olarak çok sayıda Türk savaş uçağının katıldığı hava operasyonu ile 20 Ocak’ta resmen başlayan Zeytin Dalı isimli Afrin Harekâtı aslında uzun zamandır Türk yetkililer tarafından çeşitli platformlarda dile getiriliyordu.

Afrin Operasyonu Ve İran’ın Tutumu

Bununla birlikte operasyondan iki hafta önce Rusya’nın Suriye’deki Hmeymim hava üssüne havan topları ve insansız hava araçlarıyla düzenlenen saldırıların hemen ardından rejim güçlerinin İdlip’te kapsamlı bir operasyon başlatması kafaların karışmasına neden olmuştu. Aslında İdlip bölgesi Astana Süreci ile belirlenen çatışmasızlık bölgeleri içinde yer alıyor ancak bölgede Nusra Cephesi ile irtibatlı olduğu belirtilen Heyet-i Tahrir’uş Şam (HTŞ) gibi örgütlerin de etkin olması, bu gruplara karşı uygulanacak politikalar hususunda muğlaklık yaratıyor. Nitekim İdlip’teki HTŞ varlığı zaman zaman ABD tarafından da dile getiriliyor ve Türkiye’nin Suriye içinde etkin olduğu en önemli coğrafyaya yönelik farklı politikaları meşrulaştırmak için kullanılıyor.

Rusların askeri varlığına yönelik çok sayıda silahlı insansız hava aracının eş zamanlı kullanıldığı komplike saldırının Astana Süreciyle Türkiye’nin gözetimine bırakılan bölge üzerinden gerçekleşmesi başlangıçta soru işaretlerine neden olduysa da bizzat Rusya Devlet Başkanı Putin’in olayların arkasında hangi gücün olduğunu bildiğini ve bunun Türkiye olmadığını açıklaması iki ülke arasında yeni bir kriz çıkmasını engelledi. Dolayısıyla söz konusu saldırı Rusya’nın askeri varlığına bir taciz girişimi olduğu kadar Türkiye ile Astana Sürecinde yer alan ülkelerin iş birliğine yönelik bir provokasyon da olabilir. Rusya’nın Zeytin Dalı Operasyonu esnasında kontrolü altındaki Suriye hava sahasını Türk jetlerine açması gibi adımlar iki ülke arasındaki güven ilişkisinin giderek arttığını göstermektedir. Nitekim Rusya’nın operasyon hususunda da Türkiye’nin kaygılarına daha anlayışla yaklaştığı ve olaylardan ‘YPG’yi pervasızca silahlandıran ABD’yi sorumlu tuttuğu görülmektedir.

Suriye iç savaşı, sahada aktif şekilde operasyon yapamayan güçlerin müzakere masasında da etkin olamadıklarını ve en temel güvenlik endişelerinin müttefiklerince dahi ciddiye alınmadığını göstermiştir.

Türkiye’nin jeopolitik olarak büyük öneme sahip Afrin’i terörist unsurlardan arındırmak için operasyona başlaması, daha da önemlisi ikinci hedef olarak ABD askerlerinin, DEAŞ tehdidini gerekçe göstererek görev yaptığı Münbiç’i belirlemesi, Türkiye’nin güney sınırlarında “Kuzey Ordusu” adı altında yeni bir oluşuma gideceğini açıklayan ABD ile ciddi bir kriz yaşanabileceğini gösteriyor. ABD ayrıca –daha sonra gerek Tillerson gerekse de Pentagon tarafından tadil edilse de– “Kuzey Ordusu”na bağlı olarak görev yapacak ve Türkiye, Irak hatta Ürdün sınırını korumak için 30 bin kişilik bir sınır muhafaza birliğinin kurulacağını da açıklamıştı. Söz konusu gücün Suriye’nin kuzey, doğu ve güney sınırlarıyla geçişleri kontrol edecek ve Suriye’nin Lübnan (ve İsrail) hariç komşularıyla olan kara irtibatını büyük ölçüde kesebilecek bir güç olması planlanıyordu.

AFRİN OPERASYONUNUN GEREKÇELERİ

Gelinen bu noktada Türkiye açısından Afrin operasyonunun birçok gerekçesi bulunmaktadır. Bunlardan ilki ve en önemlisi bölgenin Türkiye’nin güvenliğine yönelik oluşturduğu doğrudan tehdittir. Bu bölgeden giriş yapan çok sayıda PKK teröristinin Amanos dağlarını üs haline çevirmeye çalıştıkları biliniyor. Hatta geçtiğimiz aylarda görüldüğü üzere terör örgütü Fethiye’ye kadar olan iç alanlara kadar sızacak kadar pervasızlaşmış durumdadır. Dolayısıyla örgütün önceliğinin Suriye olmaktan çıktığında ya da bağlı olduğu odaklardan izin veya emir aldığında Türkiye’nin PKK mücadelesi çok farklı coğrafyalara ya da biçimlere taşınabilir.

Afrin ile ilgili diğer bir husus şehrin coğrafi konumu ile ilgilidir. Eğer örgüt önümüzdeki günlerde İdlip’teki karmaşadan faydalanarak Akdeniz’e ulaşacak bir koridor kurmaya kalkışırsa bunu sağlayabileceği tek üs bölgesi Afrin olacaktır. Nitekim örgütün daha önce benzer fırsatçılığı Türkiye’nin Fırat Kalkanı Harekatı (FKH) esnasında oluşan kaostan faydalanarak Münbiç’i ele geçirmesinde görülmüştü.

İran yönetimi krizin başından beri Suriye’de tek belirleyici güç olmadığının farkındadır ve gelinen noktadan sonra ülkenin tamamını rejimin kontrol etmesinin gerçekçi olmadığının da bilincindedir.

Operasyonun zamanlamasıyla ilgili olarak YPG’ye arka çıkan sahadaki ABD askeri yetkililerine Washington’daki diplomatların da eklenmesi Ankara açısından bardağı taşıran damla olmuştur. Türkiye gelinen noktada Trump yönetimini ikna etmek için daha fazla zaman kaybetmenin anlamsız olduğuna inanıyor. Öte yandan Türkiye birçok konuda olduğu gibi Suriye krizinde de elini kolunu bağlayan ve 2016 Temmuz’unda zirve yapan iç yapısal krizleri geride bıraktığını ve artık sahada güçlü olduğunu göstermek istiyor. Zira Suriye iç savaşı sahada aktif şekilde operasyon yapamayan güçlerin müzakere masasında da etkin olamadıklarını ve en temel güvenlik endişelerinin müttefiklerince dahi ciddiye alınmadığını göstermiştir. Dolayısıyla Türkiye gerek ülke iç güvenliğine yönelik tehditleri bertaraf etmek gerekse Suriye krizinin ileriki aşamalarında masada daha güçlü var olabilmek için çoktandır ertelenen Afrin operasyonunu başlatmış durumdadır.

OPERASYONUN İRAN-TÜRKİYE YAKINLAŞMASINA ETKİSİ

Şüphesiz bölgedeki sıcak gelişmelerle yakından ilgili olan bir ülke de İran. Her ne kadar adı son haftalarda daha çok ülke içinde meydana gelen ve hızlı bir şekilde çeşitli şehirlere ve kasabalara yayılan protesto gösterileriyle gündeme gelse de İran hala Suriye ile ilgili gelişmeleri yakından takip ediyor ve komutası altındaki Şii milisler ile sahadaki etkinliğini sürdürüyor. Türkiye’nin 2016 başında Astana Süreci ile birlikte Suriye politikalarında güncelleme yapması Tahran’ı memnun etmiş, o dönemden beri iki ülke başta Irak referandumu ve Katar ablukası olmak üzere çeşitli bölgesel konularda benzer tutumlar sergilemişlerdir. Ankara’nın İran’daki son karışıklıklarla ilgili net tavrında da Tahran ile son dönemdeki yakınlaşmanın etkisi olduğu kadar bölgede daha fazla karmaşa ve kaosun kimin çıkarlarına hizmet ettiğinin fark edilmesinden kaynaklanmıştır.

Türkiye’nin son dönemde tamamen ABD’nin paralı ordusu haline gelen ve Suriye’deki geleneksel Kürt coğrafyasını aşarak Irak sınırının önemli bir bölümünü kapatacak kadar ülkenin geniş bölgelerini kontrol altına alan YPG’ye yönelik askeri müdahalesi İran tarafından farklı açılardan değerlendirilebilir. Öncelikle İran, Suriye krizinin başından beri Türkiye’nin müdahalesini eleştirmiş ve “ülkenin egemenlik haklarına” vurguda bulunmuştur. Tahran kendi varlığının ve Rusya’nın müdahalesinin Şam rejimiyle anlaşmalı ve koordineli olarak gerçekleştiğini savunurken Türkiye ve diğer ülkelerin her türlü müdahalesinin yasal temelden yoksun olduğunu ileri sürmüştür.

Dolayısıyla Türkiye’nin Afrin’e operasyonuna yönelik olarak İran Dışişleri Bakanı Sözcüsü Behram Kasımî’nin İran’ın operasyondan kaygı duyduğunu açıklaması ya da Genel Kurmay Başkanı Bâkırî’nin Suriye’nin toprak bütünlüğüne vurgu yaptığı ifadeleri şaşırtıcı olmamıştır. Ancak resmî açıklamaların ve diplomatik ifadelerin ötesine geçildiğinde operasyonun Türkiye ile ABD’nin arasını daha da açacağı ve Ankara’yı gittikçe Rusya ve İran ile yakınlaştıracağı da ortadadır. Bu sebepten ötürü Afrin ve sonrasında Münbiç gibi sınırlı coğrafi alanlara Türkiye’nin askeri operasyon düzenlemesine Tahran’dan pratik bir tepki beklenmemelidir. Esasında İran yönetimi krizin başından beri Suriye’de tek belirleyici güç olmadığının farkındadır ve gelinen noktadan sonra ülkenin tamamını rejimin kontrol etmesinin gerçekçi olmadığının da bilincindedir. Tahran, öyle veya böyle bir ülke ya da güçle iş birliği yapması gerektiğini biliyor. İran, rejimin varlığı ve “direniş ekseni” hususundaki hassasiyeti gözetildiğinde Türkiye’nin Suriye’deki varlığına fazla tepki göstermeyecektir.

Resmi açıklamaların ve diplomatik ifadelerin ötesine geçildiğinde olası operasyonun Türkiye ile ABD’nin arasını daha da açacağını ve Ankara’yı gittikçe daha fazla şekilde Rusya ve İran ile yakınlaştıracağı da ortadadır.

Ayrıca her ne kadar PKK ile organik bağı nedeniyle Türkiye tarafından çoğunlukla kendisine yönelik tehdit açısından gündeme gelse de YPG’ye son zamanlarda yapılan ağır silah sevkiyatının, örgütün Rakka ve bazı Arap aşiretleri üzerinden Suudi Arabistan ile geliştirdiği ilişkiler düşünüldüğünde önümüzdeki dönemde terör örgütünün yalnızca Türkiye sınırının bekçiliğini değil İsrail ve Suudi Arabistan için hayati öneme sahip bulunan daha güneydeki “Şii Kuşağının” engellenmesinde de görevlendirileceği ileri sürülebilir. Özellikle “Sınır Koruma Birliği”nden Irak ve Ürdün sınırını da koruması beklendiği göz önüne alınırsa yakın zamanda Deiruz Zur-Ebu Kemal hattında rejim güçlerince önü kesilen YPG ve türevi örgütlerin güneye doğru hamle yapması beklenebilir. Aynı şekilde Ürdün sınırındaki ABD destekli muhaliflerin de ülkenin Irak sınırını tamamen kapamak için kuzeye doğru hareket etmesi şaşırtıcı olmayacaktır.

Suriye’deki tüm varlığını ve mücadelesini söz konusu “eksen” üzerinden anlamlandıran Tahran ve müttefiki örgütlerin bu durumu kabul etmesi söz konusu olamaz. Bu durumda YPG farklı saiklerle ve farklı bölgelerde olsa da hem Ankara hem de Tahran için müşterek hedef haline gelecektir. Üstelik ABD bu “ordudan” kaçınılmaz görünmekle birlikte kesin tarihi kestirilemeyen İsrail-Hizbullah çatışmasında da İran komutasındaki bazı Haşd-i Şabi gruplarının ve karadan gönderilecek lojistik desteğin engellemesini de bekleyecektir. Nitekim Tillerson’ın son yaptığı “ABD’nin Suriye politikasının kilit hedefi İran’ın etkinliğini azaltmaktır” açıklaması Washington’ın

sahadaki en etkin savaş gücünün YPG olduğu gerçeği ile birleştirildiğinde durum daha da net biçimde ortaya çıkmaktadır.

Sonuç olarak Türkiye’nin Afrin operasyonuna İran tarafından büyük bir tepki beklenmemelidir. Zira daha önce de vurgulandığı gibi İran’ın Suriye müdahalesindeki kırmızı çizgisi başından beri rejimin varlığı ve “direniş hattının” güvenceye alınması olmuştur. Bunu doğrudan tehdit etmeyen bir Türkiye’nin Suriye’deki güvenlik endişelerine Tahran’ın daha anlayışlı yaklaşması mümkün görünüyor. Bu noktada Türkiye’nin söylem bazında operasyon ile ilgili niyetini ve hedeflerini açık bir biçimde ortaya koyması da faydalı olmuştur. Nitekim operasyondan önce Suriye rejiminin yazılı olarak bilgilendirilmesi İran’ın ve Rusya’nın tepkisinin yumuşatılmasında oldukça önemli bir rol oynamıştır.

Hakkı Uygur – İRAM Başkan Yardımcısı

adminadmin