Köşe Yazıları
Giriş Tarihi : 09-09-2021 12:13   Güncelleme : 09-09-2021 12:13

Artık Çocuklarımıza Deli Gömleği Giydirmeyelim

Yeni eğitim yılı başladı. Neredeyse bütün medya kuruluşları kovid salgını nedeni ile yapılamayan ve bu sene yapılacak yüz yüze eğitimi konuşuyor. Hâlbuki bundan çok daha önemli bir konu var. Neredeyse hiçbir eğitimcinin dile getirmediği bu konuyu da ben dile getireyim.

Artık Çocuklarımıza Deli Gömleği Giydirmeyelim

İlkokuldan başlayarak yüksek okul eğitimine kadar karşılaştığımız en ciddi problem “tek tipçi” eğitimdir. Zavallı çocuklarımıza okula başladıkları ilk günden yüksekokul diploması aldıkları son güne kadar “farklı düşünceye sahip olan insanlara saygı duyma” konusunda gerekli bir eğitim verilmemektedir.

Bilakis halifelikle ilgili bir yasa tartışması esnasında meclis kürsüsünden söylemiş olunan “ihtimaldir ki bazı kelleler kesilecektir” sözüne uygun bir şekilde tek partili ve tek tipçi eğitim dayatılmakta özgürlüğü boğan militarist ve otoriter yönetim konusunda güzellemeler yapılmaktadır.

Bu hususta bir okulun rektörüne söylemiş olduğum eğitim ile alakalı şu hususu tekrarlamam gerekiyor.

“Sayın Rektör. Tek tipçi anlayış ile yetiştirdiğiniz öğrenciler ya devrimci olur ya da darbeci olurlar. Her 8-10 yılda meydana gelen askeri darbelerden bu millet artık yoruldu. Lütfen insan haklarına ve farklı düşüncelere saygı gösterilmesi hususunda yöneticisi olduğunuz bu üniversitede gayret gösterelim”

Rektör beyin bana olumsuz ve ters bir cevap vereceğini beklerken ummadığım bir şekilde cevap aldım. “Merak etmeyin. Biz artık ders müfredatına demokrasi dersi koyduk” dedi.

Sanki yüksek okul öğrencilerine farklı bir ders konulduğunda her şey güllük gülistanlık olacak. Fakat ben yine de sevindim. Çünkü en azından Cumhuriyet Halk Partisi (CHP) genel başkanlarının ağzından çıkan her sözün emir hatta tartışılması dahi mümkün olmayan kutsal bir vatani görev olduğunu söyleyen eğitimcilerden farklı bir söylem ve durumla karşılaşmıştım.

Evet, ne yazık ki eğitim sistemimiz tek partili yönetime; “özgürlük rejimi ve demokrasi” diyecek kadar akıl ve bilimden uzak bir anlayışı sergilemektedir. Halihazırda bir deli gömleğini bu millete geçirmeye çalışan faşistler bulunmaktadır. Aklı başında hiçbir siyasetçi veya akademisyen “Yahu! durun bu yol bir çıkmaz sokaktır. Canımız ciğerimiz evlatlarımıza “tek partili, militer ve otoriter” yönetimleri sevdirecek şekilde okullarımızda gençlerimizi zehirleyen müfredatı anlatmayın” diyemiyor.

Başarıların tamamen bir milletin hakkı olduğu, başarısızlıkların ise devlet yöneticilerine yüklenmesi gereken bir durum olduğunu söyleyecek bir Allah’ın kuluna rastlayamıyoruz. Bunun yerine; tek bir kişiyi ilahlaştıran, başarı ve galibiyeti bir kişiye indirerek küçülten ders kitapları ile karşı karşıya kalıyoruz.

Şu acı gerçeği artık kabul etmek zorundayız. Türkiye Cumhuriyeti çok partili hayata geçtiğimiz 1946 yılına kadar; tek partili ve farklı düşüncelere tahammül edemeyen bir yönetim sistemine sahipti. Hatta çok partili yönetim açısından Osmanlı Devleti, neredeyse 70 yıl Cumhuriyetimizden ilerideydi.

Mübalağa yapmıyorum. 23 Aralık 1876 yılında İkinci Abdülhamid tarafından Birinci Meşrutiyet ilan edilmişti. Osmanlı Meclis-i Mebusan’ında çok farklı dinden ve siyasi görüşten mebuslar vardı. Nihayet 1946 yılında Batılı devletlerin baskısı ile çok partili hayata geçtik. Fakat bunun sancıları da hileli seçimler nedeni ile 1950 yılına kadar devam etti.

YAZININ DEVAMINI OKUMAK İÇİN TIKLAYINIZ

Recep YAZGANRecep YAZGAN