Samsun Haber
Giriş Tarihi : 11-08-2021 12:11   Güncelleme : 11-08-2021 12:11

Atakum Belediye Başkanı Cemil Deveci’ye tarih dersleri... Mustafa Kemal İle İsmet Paşa Arasında Bitmeyen Kavga

Atakum Belediye Başkanı Cemil Deveci’ye tarih dersleri... Mustafa Kemal İle İsmet Paşa Arasında Bitmeyen Kavga

Devlet görevlilerinin liderin “Bırak!” dediği anda istifalarını vermeleri bizde eski bir gelenektir ve geleneğin en bilinen örneği de, İsmet Paşa’nın 1937’de Atatürk’ün talimatı ile Başbakanlık’ı bırakmasıdır.

İşte, üzerinden 80 sene geçmesine rağmen niçin ve nasıl olduğu hâlâ tartışılan bu hadise hakkında Cumhurbaşkanlığı Arşivi’nde bulunan ve bugüne kadar yayınlanmamış belgelerden bazıları...

Atatürk ile başbakanı İsmet İnönü arasında 1937 Eylül’ünde yaşanan sürtüşmenin ardından İsmet Paşa’nın aldığı talimat üzerine Başbakanlık’tan istifa etmesi ve yerine Celâl Bayar’ın getirilmesidir.

MEMLEKET SOFRADAN İDARE EDİLİYOR

Bu istifa hadisesi hakkında şimdiye kadar çok şeyler yazıldı, birbirinden farklı iddialar ortaya atıldı, meseleyi İsmet Paşa da hatıralarında anlattı ama Atatürk ile arasındaki sürtüşmenin sebebi hakkında tam ve aydınlatıcı bir bilgi vermedi...

Vaziyet böyle olunca, ortaya anlaşmazlığın bir bira fabrikası meselesinden çıktığından İsmet Paşa’nın bir gece “Memleket sofradan idare ediliyor” diyerek isyan ettiğine yahut Hatay meselesinde uygulanacak politikaya kadar uzanan çeşit çeşit iddialar atıldı.

İsmet İnönü’nün Başbakanlık’tan ayrılması, daha doğrusu Atatürk tarafından istifasının istenmesi ve Atatürk’ün vefatının ardından cumhurbaşkanı seçilmesine kadar siyasette görünmemesi, araştırmaların yanısıra kitaplara da konu oldu. Ama konu, hiçbir zaman tam bir aydınlığa kavuşamadı.

İKİ AŞAMALI İSTİFA

Bugün bu sayfada, İsmet İnönü’nün görevini bırakması, daha doğrusu bırakmasının istenmesi veya “azledilmesi” üzerine Çankaya’ya gönderdiği iki ayrı istifa mektubu ile Atatürk’e yazdığı bir özel not yer alıyor...

İlk defa yayınlanan bu belgeleri Cumhurbaşkanlığı Arşivi’nden temin ettim ve daha önce de yaptığım gibi şimdi de bu arşivin 90 küsur seneden buyana bir türlü tamamlanamayan tasnif işini halledip onbinlerce belgenin bulunduğu mekânı yüksek standartta bir araştırma merkezi hâline getiren Muhammed Safi’ye teşekkür etmem gerekiyor.

Sözünü ettiğim belgeler, İsmet Paşa’nın Başbakanlık’tan iki aşamada ayrıldığını gösteriyor...

Paşa, Atatürk ile aralarında geçen hadisenin ardından, önce “sürmenaj geçirdiğini” söyleyerek bir buçuk aylığına “mezuniyet”, yani “izin” istiyor. O sırada İstanbul’da bulunan Atatürk’e hitaben yazılan, İsmet Paşa’nın el yazısı ile olan ve şimdi Cumhurbaşkanlığı Arşivi’nde 01005578 numarada bulunan bu izin talebinde şöyle deniyor:

“Reisicumhur Atatürk Yüce Katına,

Şiddetli sürmenaj neticesi olarak mutlak istirahat şeklinde olmak üzere mezuniyete ihtiyaç hissediyorum. Büyük Meclis’in yeni faaliyet devresi başlarına kadar tedavimi bitirebilmek üzere bir buçuk ay müddetle mezuniyet verilmesini ve Başvekâlet’e bir vekil tayin ve iradesini istirham ederim. 20 Eylül 1937.

Başvekil, Malatya Saylavı (Milletvekili) İsmet İnönü”.

Arşivdeki belgelerden, İsmet Paşa’nın bu yazısına verilecek cevabın ve yayınlanacak resmî açıklamanın ne şekilde olacağı hakkında ciddî bir çalışmanın yapıldığı görülüyor.

Cumhurbaşkanlığı Özel Kalemi’nin hemen o gün hazırladığı metni bizzat Atatürk birkaç defa tashih ediyor, son şekillerinin yine onun tarafından verilmesinin ardından İsmet Paşa ile Anadolu Ajansı’na gönderiliyor ve Celâl Bayar’ın “Başbakan Vekili” olarak görevlendirildiği de yazılıyor.

Reisicumhur Atatürk tarafından İsmet Paşa’ya yine 20 Eylül 1937’de gönderilen ve kopyesi arşivde 01005578-2 numarada muhafaza edilen yazıda şöyle deniyor:

“Başvekil Malatya Mebusu İsmet İnönü’ne,

20 Eylül 1937 tarihli tezkereleri cevabıdır:

Mutlak istirahat şeklinde tedavinizi ikmâl etmek üzere, arzunuz veçhile, bir buçuk ay mezuniyetiniz tensip olunmuş (uygun bulunmuş) ve Başvekâlet Vekilliği’ne İktisat Vekili Celâl Bayar tayin edilmiştir.

Keyfiyet Büyük Millet Meclisi Riyaseti’ne ve İktisat Vekili Celâl Bayar’a tebliğ olunmuştur. Reisicumhur”.

SENLİ-BENLİ HİTAPLAR

 

Ama, İsmet Paşa, başbakanlığı bir buçuk aylığına bırakması kâfi görülmediğinden olacak, asıl istifasını bir ay sonra ve izin süresi bitmeden, 25 Ekim 1937’de gönderiyor. Paşa, Cumhurbaşkanlığı Arşivi’nde 01005582 numarada muhafaza edilen istifa mektubunda hayli duygusal bir üslûp kullanıyor:

“Türkiye Reisicumhuru Atatürk’ün yüce huzurlarına,

 

Başvekâletten istifamı yüce huzurlarına takdim ederim. Vazife esnasında daima mazhar olduğum yüce irşad ve müzaheretlerinize (yardımlarınıza) minnet ve şükranlarımı arzeder ve cihandeğer (dünyalara bedel) teveccühünüzü benden esirgememenizi, derin tâzimlerimle ve sarsılmaz bağlılığımla dilerim Büyük Şefim. 25 Teşrinevvel (Ekim) 1937.

Paşa’nın bu yazısı üzerine daha önce olduğu gibi yine aynı gün aynı şekilde bir cevap yazma koşuşturması başlıyor, hazırlanan müsveddeleri yine bizzat Atatürk elden geçiriyor ve İsmet Paşa’ya kopyesi Cumhurbaşkanlığı Arşivi’nde 01005583-1 numarada bulunan, nazik ve hassas bir üslûpla kaleme alınmış şu yazıyı gönderiyor:

İnkılâbın ilk günlerinden beri her vaziyet ve safhada ifa ettiğiniz tarihî vazifelerin kıymetli hatıralarını millet daima takdir ve şükranla anacaktır.

Şimdiye kadar olduğu gibi bundan sonra da en büyük ve en mühim hizmetlere olan yüksek liyakatınızın takdirkârı olduğumu burada da tekrar etmekten haz duyarım.

Başvekâlete İzmir Mebusu Celâl Bayar tayin olunmuş ve yeni İcra Vekilleri Heyeti’ni intihap ederek inha etmesi (yeni hükümeti seçerek ataması) kendisine tebliğ edilmiştir.

O devri bilenler, Atatürk ile İsmet Paşa’nın resmî yazışmalar ve toplantılar dışında özel hayatlarında gayet samimî olduklarını, birbirlerine senli- benli hitap ettiklerini anlatırlar...

Arşivde, İsmet Paşa’nın Başbakanlık’ı bırakmasından hemen sonra Atatürk’e hitaben gayet samimi bir dil ile ve kurşun kalemle yazdığı birkaç satırlık bir not da bulunuyor ve Paşa “Beni sevmediğin devirde de sana ‘Emeklerim boş değilmiş’ dedireceğim. Belki fikri anlatamadım. ‘İsmet’e verdiğim emekler boş imiş’ dedirmiyeceğim sana” diye yazıyor...

Kaynak: Haber Türk - Murat Bardakçı - İnönü’nün 1937’de Başbakanlık’tan azlinin hiç yayınlanmamış belgeleri

İNÖNÜ 1937'DE BAŞBAKANLIKTAN NEDEN UZAKLAŞTIRILDI

Başbakan'ın açıkladığına göre I. Dersim Harekâtı sırasında devletin kaybı 51 yaralı 30 'şehit'ti. İsyana iştirak edenlerden ise 265 'ölü', 20 yaralı vardı. Sıra Dersim'de dönüşümün başlatılmasına gelmişti...

18 Eylül 1937’de, Başvekil İsmet İnönü, TBMM’de yaptığı konuşmada “Birkaç aydır Türk efkâr-ı umumiyesini işgal eden fakat bugün artık maziye karışmış olan Tunceli hadisesi” hakkında şunları söylemişti: “Şimdi size, Tunceli’ndeki vaziyetin bugünkü halini arz etmek isterim. Cumhuriyet’in imar ve ıslah programına muhalefet eden, nüfusları az olmakla beraber, altı aşirettir. Bugün bu altı aşiretin ne kadar adamı varsa, bunlar reisleriyle beraber faaliyet imkânından tamamen mahrum bırakılmıştır. Cumhuriyet ordusu ve zabıtası, bu hadise esnasında yaptığı takiplerde, hurafe olarak zihinlerde yerleşen ne kadar uçurum halinde dere ve ne kadar çıkılmaz dağ varsa, hepsini Ankara sokakları gibi baştan başa geçmişlerdir. Kanun götüren ordu, jandarma neferlerinin, ayak basmadığı yer, inmediği dere ve çıkmadığı tepe yoktur. Cumhuriyet’in ıslahat ve imar programına muhalefet eden bütün engeller ortadan kaldırılmış ve program bir an fasıla vermeksizin ilerletilmektedir....”

Başbakan’ın açıkladığına göre 1937 Mayıs’ında başlayan I. Dersim Harekâtı sırasında devletin kaybı 51 yaralı 30 ‘şehit’ti. İsyana iştirak edenlerden 265 ‘ölü’, 20 yaralı vardı. Sıra Dersim’de dönüşümün başlatılmasına gelmişti.

Bu, İnönü’nün başbakan olarak son konuşması oldu. İki gün sonra, Anadolu Ajansı şu haberi geçti: “Başvekil Malatya mebusu İsmet İnönü’ne talep ve ricası üzerine, Reisicumhur Atatürk tarafından bir buçuk ay mezuniyet verilmiş ve Başvekâlet vekâletine İktisat Vekili Celal Bayar tayin edilmiştir.”

Başlangıçta hem ailesi hem de halk, İnönü’nün ayrılığının geçici olduğunu düşündü. Ama izin süresi dolmadan, 25 Ekim’de Başvekil’in “kat’i olarak istifa ettiği ve yerine Celal Bayar’ın getirildiği” açıklandı. Böylece İnönü’nün Milli Mücadele yıllarından beri, 1925’teki kesinti dışında, tam 16 yıl 11 ay 14 gün süren başbakanlık görevi sona erdi. Bu olayı anlayabilmek için biraz geriye gitmek lazım.

 

Mustafa Kemal ile İsmet Paşa arasındaki ilk büyük tartışma 1932 yazında Yalova’da yaşanmıştı. Bir yemekte Atatürk İktisat Vekili Mustafa Şeref Bey’i (Özkan) azarlamıştı. Öfkesinin arka planında Mustafa Şeref Bey’in, Birinci Beş Yıllık Sanayi Planı kapsamında İş Bankası’nın, Mehmet Ali Bey’e (Kâğıtçı) sipariş edilen selüloz-kâğıt sanayii projesini devletin yürütmesi gerektiğini düşündüğü için onaylamaması yatıyordu. Olayı duyan İsmet Paşa çok üzülmüştü.

 

Yakup Kadri’den öğreniyoruz ki, Mustafa Kemal ertesi gün İsmet Paşa’nın gönlünü almak için kendisini akşam yemeğine davet etmiş, İsmet Paşa ise Cumhurbaşkanlığı Köşkü’ne saatlerce gitmemiş, bütün davetliler de saatlerce ayakta beklemişti. İsmet Paşa 23.00 civarı içeri girmiş ve kimseye selam vermeden yerine oturmuştu. İsmet Paşa konuşmak yerine sofraya hizmet edenlerden birinden aldığı Akşam gazetesini açıp okumaya başlamıştı. Atatürk “Ne okuyorsunuz o kadar dikkatle?” demişti. “Bizim dizbağı nişanı havadisini mi?” O sıralar bir Amerikan gazetesi, Britanya Kralı tarafından Atatürk’e dizbağı nişanı verileceği haberini yayımlamıştı. İsmet Paşa, gazetesinin arkasından şöyle mırıldandı: “Dizbağı nişanı mı? O da ne?” Atatürk’ün önem verdiği anlaşılan bu meseleyi, İsmet Paşa küçümsemiş, soğuk bir tavırla “İyi ama, bunu size ne münasebetle vereceklermiş?...” diye söylenmişti. Atatürk, “Bunu herkesten çok sizin bilmeniz lazım gelir, İngiliz milleti beni sever de ondan...” diye cevap vermişti. İsmet Paşa alaylı bir gülümsemeyle omuzlarını silkecek, bunun üzerine Atatürk’ün sesi sertleşmeye başlayacaktı: “Evet, İngiliz milleti beni sever ve sevgisini Lloyd George’u düşürmek suretiyle ispat etmiştir.” İsmet Paşa, “O meselenin harici siyasetle hiçbir alakası yoktur. Lloyd George, başında bulunduğu koalisyon kabinesini teşkil eden partiler arasındaki ihtilaf yüzünden düşmüştür” demiş, Atatürk “Ya, bu ihtilafın tam Dumlupınar Zaferi üzerine çıkışına ve Avam Kamarası’nda Lloyd George’a yapılan hücumlarda en çok Türkiye’ye karşı takip ettiği düşmanca politika üstünde duruluşuna ne dersiniz?” diye sormuştu. Ama İsmet Paşa cevap vermemişti. Atatürk birden konuşmaktan vazgeçip, sofrayı sonlandırmıştı. Ertesi gün Salih Bozok’a, geceki tartışmadan dolayı haksız olup olmadığını sormuştu. Bozok, kendisine cevap vermemiş ama Atatürk’e giderek İsmet Paşa’nın üzüntüsünü ifade etmişti.

Atatürk adlı biyografisiyle tanıdığımız Andrew Mango’ya göre, soğukluk çok sürmemiş, İsmet Paşa Mustafa Kemal’e sadakatini ifade eden bir mektup yazmış, Atatürk de kendisine şu ünlü cevabını vermişti: “İsmet büyük adamsın, hassas olduğun kadar his veren adamsın. Sen benim sözlerimi okurken gözlerin yaşarmış. Ya ben seni okurken hıçkırıklarla ağladığımı söylesem inanır mısın? Bu duygularımı sofrada değil, kimsenin yanında değil, yatak odama çekildikten sonra mahremimle yazıyorum. Sen beni muhakkak çok seviyorsun. Ya ben seni!?”

Ama 1936’da ikilinin arası yine limonileşti. Mevhibe İnönü’ye göre, Hatay Meselesi’nin nasıl halledileceği konusunda ikili anlaşamıyordu: “İnönü, dünya devletlerinin kendilerine ittifaklar aradığı bu buhranlı dönemde Fransa ile düşmanca ilişkilere girmeyi zararlı görüyor, bu tutumun Türkiye’yi istemediği bir tarafa itmesinden endişe duyuyordu. Genelkurmay Başkanı Fevzi Çakmak’ın görüşünü de aldıktan sonra, İstanbul’dan Hatay’la ilgili gösterişli bir mitingten dönen Cumhurbaşkanıyla yarı yolda buluştu. İki eski asker Eskişehir’de bir gece saatlerce durumu incelediler. Sonunda temkinli İnönü görüşünü Atatürk’e benimsetti.”

NYON KONFERANSI

İkili arasında bir başka gerilim 9 Eylül 1937’de İsviçre’de yapılan Nyon Konferansı sırasında yaşandı. Habeşistan Savaşı sırasında İtalya’nın İspanya limanlarına yönelik tacizlerini görüşmek üzere uluslararası bir konferans düzenlenmesi kararlaştırılmıştı. Konferans sırasında Cenevre’de bulunan Tevfik Rüştü Aras, hem Başbakan İnönü’den hem de Cumhurbaşkanı Atatürk’ten gelen talimatları uygulamaya çalışıyordu, ancak bir gün, iki talimat çatışınca, durumu fark eden İsmet Paşa’nın canı sıkıldı. Daha önemlisi, Atatürk, anlaşmanın geciktirilmeden imzalanmasını isterken, İnönü, ne yapacağı pek kestirilemeyen Mussolini’ye karşı daha ılımlı davranılmasını savunuyordu. Tevfik Rüştü Bey, Atatürk’ün isteği üzerine anlaşmayı imzaladı. Bu olay İnönü’nün prestijini epey sarsmıştı.

 

Bardağı taşıran son damla yoldaydı. İnönü’nün TBMM’de, ‘Dersim müşkilesinin bittiğini’ müjdelediği 18 Eylül 1937’de, Atatürk, Orman Çiftliği’nde yapılması planlanan bira fabrikası hakkında çiftlik müdürü Tahsin ve Hasan Rıza Soyak’tan bilgi almıştı. Bu kişiler, fabrikanın verimli olabilmesi için devletin işin içine girmesi gerektiğini, hatta İstanbul’daki Bomonti fabrikasının da devletçe satın alınmasını gerekli görüyorlardı. Halbuki İnönü buna baştan beri karşıydı.

 

O sırada orada bulunan Dahiliye Vekili Şükrü Kaya konuşmaları İsmet Paşa’ya aktarınca olanlar olmuştu. O günün akşamı, söz çiftlik ve bira fabrikasına gelince, İsmet Paşa gayet sinirli bir şekilde, kendisinden aldığı bilgilerden yetinmeyerek çiftlik müdüründen fikir aldığı için Atatürk’e sitem etmiş ve Hasan Rıza Soyak’ın anlattığıa göre, “Ne oldu paşam size? Eskiden böyle değildiniz. Artık emirlerinizi hep sofradan mı alacağız? Aramıza Kara Tahsinler giriyor. Konuşmamıza meydan vermiyorlar...” demişti. Yanındakilere alçak sesle “Yahu İsmet Paşa’ya ne olmuş, kendisini çok asabi görüyorum” diyen Atatürk, olayın büyümemesi için sofrayı erken dağıtmıştı.

 

Gece olaysız kapanmıştı ama konuklar gittikten sonra olanları, Salih Bozok’la birlikte köşkte kalan Kılıç Ali şöyle anlatmıştı:

“Önce Atatürk’ün sesi duyuldu: ‘Neydi o sofradaki afra tafranız Paşa Hazretleri? Ne demek istediğinizi açıkça söyleyin bakalım!’ İsmet Paşa, çok yavaş sesle konuşuyordu. Dediklerini iyice duyamıyordum. Tek tük kulağıma ‘hükümet işleri’, ‘azarlanmak’ gibi kelimeler çarpıyordu. Atatürk’ün sesi tekrar yükseldi: ‘Ne demek hükümet azası? Ya benim Devlet Reisi olarak görevim nedir? Yaaa! Demek öyle! Siz bildiğiniz gibi işleri yürüteceksiniz, ben de sizin işlerinizin mühürcübaşısı olacağım! Öyle mi? Sen böyle mi anlıyorsun Başvekilliği? Böyle mi memleket idare edeceksin? Başvekil demek layüsel (dokunulmaz) demek değildir. Elbette yaptığı işler tenkit edilecek. Tenkit edeceklerin en başında da ben geliyorum! Beğenmediklerimi söyleyeceğim, düzelteceksiniz. Sizin göreviniz bu.’ Yine İsmet Paşa konuşmaya başladı. Hükümeti savunmaya çalıştığını anlayabiliyordum. Atatürk on dakika kadar kendisini dinledi, sonra: ‘Siz yorulmuşsunuz Paşa!... Sinirleriniz bozulmuş!.. Yalnız sinirleriniz olsa yine de zarar vermez ama düşünce selametini de kaybetmişsiniz! Acele dinlenmeğe ihtiyacınız var! Size izin veriyorum, yerinize kimin vekâlet edeceğini yarın ajanstan öğrenirsiniz!’...”

 

Yakup Kadri bu konuşmadan sonra yanlarından başı öne eğik şekilde geçen İsmet Paşa’nın gece Salih Bozok’un odasına gittiğini, kendisinin de yan odadan konuşmaları duyabildiğini

belirtiyor. Yakup Kadri’ye göre İsmet Paşa, Atatürk’e ne kadar bağlı olduğunu, bu göreve kendisini onun getirdiğini, dolayısıyla da onun görevden almasının doğal olduğunu ancak kovulmasının kamuoyunun nezdinde itibarını yerle bir edeceğini söylüyor ve kendisine şereflice çekilme fırsatı verilmesini rica ediyordu. İsmet Paşa’nın bulduğu formül, yorgunluk mazeretiyle iki haftalık bir doktor raporu almak, ardından da istifa etmekti. Salih Bozok, Atatürk’ü uyandırmış ve teklifi iletmişti. Atatürk önce, “Hadi de ya! Sofrada poz üstüne poz atıyordu. Neden amana düştü bakalım!” demiş ama sonra teklifi kabul etmişti.

BU İŞ BİTTİ

19 Eylül 1937’de Atatürk ve mahiyeti, II. Tarih Kongresi’ne katılmak üzere Ankara’dan İstanbul’a hareket etti. Trende İnönü de vardı. Şevket Süreyya Aydemir’e göre, tren hareket ettikten bir süre sonra Atatürk, “Bizi Paşa’yla yalnız bırakınız” demişti. İki adam bir süre arkadaki salonda konuşmuşlardı. Diğerleri sofrada bekliyordu. Bir süre sonra İnönü görünmüştü. Yüzünde herhangi bir özel ifade yoktu. Sofraya oturmamıştı. Az sonra Atatürk gelmiş ve sofradakilere “Bu iş bitti!” demişti. İkilinin ne konuştuğunu ise İnönü hatıratında şöyle özetleyecekti:

 

“... Trene girer girmez Atatürk beni yalnız yanına aldı. Akşam vuku bulan çekişmelere, hadiselere, tartışmalara kısaca işaret ederek, şimdiye kadar, beraber çalıştığımız zamanda pek çok defa kavga etmişizdir dedi. Ama bu kadar açıktan, bu kadar serti olmamıştı. Bu sebeple sizin çalışmanıza biraz aralık vermek doğru olacaktır dedi. Ben, onun bu sözünün çok isabetli olduğunu söyleyerek atılgan bir tavırla, samimi bir tavırla karşıladım. Çok müteşekkir olurum dedim. Onun üzerine derhal benim yerime getirmek istediği zatın adını söyledi. Celal Beyi getireceğim dedi. Pek münasip olacağını, isabetli olacağını söyledim. Gerçek şudur ki samimi kanaatimi söylüyordum. O günkü mevzubahis olan ve beraber çalışma devrinde en iyi seçmenin bu olacağını samimi olarak söyledim...”

İsmet İnönü, Atatürk’ün çevresindekilere “Bundan sonra İnönü’yü gördüğünüz her yerde hürmet edeceksiniz” sözünü duyduktan sonra “artık, tabii bir hayata” girdiğini anladığını söylecekti. İnönü’ye göre, kış boyunca hemen her hafta kendisini köşke çağıran Atatürk’le ilişkileri, Atatürk’ün 1938 ilkbaharında İstanbul’a gitmesiyle kopmuştu. Kazım Özalp’e göre, Atatürk, hastalığı sırasında İnönü’nün kendisini ziyaret etmemesine çok üzülmüştü. Ancak İnönü’ye göre, Celal Bayar, Sabiha Gökçen, Salih Bozok ve Tevfik Rüştü Aras gibi şahsiyetler aracılığıyla, Atatürk’le arasında sürekli bir haberleşme trafiği mevcuttu.

 

BAYAR VE DEMİREL’İN YORUMLARI

1974’te Abdi İpekçi’ye konuşan Celal Bayar, İnönü’nün görevden alınışının asıl nedeniyle ilgili soruyu, önce “Ben o meselede İnönü’yü haksız bulurum. O çok uzundur” diyerek geçiştirmiş, İpekçi’nin ısrarı üzerine de “Atatürk’ün dar devletçilikten tedricen beriye geldiği halde İnönü’nün olduğu yerde kalması” demekle yetinmişti. Halbuki, 1932’de Mustafa Şeref Bey’in yerine İktisat Vekili olduktan sonra Celal Bayar’ın izlediği politikalar da devletçiydi. Dolayısıyla Atatürk’ün İnönü’yü devletçi olduğu için görevden uzaklaştırdığı iddiası çok inandırıcı değildi. Yıllar sonra Süleyman Demirel, Cüneyt Arcayürek’e çok farklı bir hikâye anlatacaktı: “Atatürk ile Mareşal Çakmak oturmuş, konuşmuşlar. Tunceli’yi temizlemek lazım geldiğine karar vermişler. İnönü’nün temizlik yapmaya fazla istekli olmadığını bildiklerinden, Celal Bayar’a sormuşlar; ‘Yapar mısın?’ [demişler.] Celal Bey bize böyle anlattıydı. ‘Yaparım’ demiş. Girişmişler. İsmet Paşa’da bir parça Kürt kanı vardı. Erdal bey de bir iki kez ‘Bizde biraz Kürt kanı vardır’ dedi…”

Ben İnönü ile Atatürk arasındaki gerilimin tek bu nedene bağlanamayacağını düşünüyorum ama Celal Bayar’ın başbakanlığı sırasında yürütülen II. Desim Harekâtı’nda yaşananlar (resmi rakamlara göre 14 bin ölü, 16 bin sürgün ve daha nice acı olaylar), bu iddiayı ciddiyetle ele almayı gerektiriyor.

 

Kaynak: Ayşe Hür – Radikal - Özet Kaynakça: Falih Rıfkı Atay, Çankaya, Doğan Kardeş Matbaacılık Sanayi A.Ş. Basımevi, 1966; Yakup Kadri Karaosmanoğlu, Politikada 45 Yıl, İletişim Yayınları, 2012; S¸evket Süreyya Aydemir, I·kinci Adam I, (1884-1938), Remzi Kitabevi, 2001; Gülsün Bilgehan, Mevhibe, Bilgi Yayınevi, 1995; Salih Bozok-Cemil S. Bozak, Hep Atatürk’ün Yanında, Çağdaş Yayınları, 1985; I·smet İnönü, Hatıralar, II, Bilgi Yayınevi, 1987; Lord Kinross, Atatürk, Bir Milletin Yeniden Dogˆus¸u, Çeviren: Necdet Sander, Altın Kitaplar, 2011; Hasan Rıza Soyak, Atatürk’ten Hatıralar, Yapı Kredi Yayınları, 2010; Şükrü Arslan, “Neden İnönü Değil, Niçin Bayar?”, Resmi Tarih Tartışmaları-3, Editörler: Fikret Başkaya, Sait Çetinoğlu, Özgür Üniversite Kitaplığı, 2007.

26’ncı Genelkurmay Başkanı Emekli Orgeneral İlker Başbuğ’un yeni kitabı "Türkiye Cumhuriyeti'nde 1923-1961 Güç Odaklarının Mücadelesi" Kırmızı Kedi Yayınevi’nden çıktı.

BU GECE DOĞRU DÜRÜST KONUŞAMAYACAĞIZ

İlker Başbuğ, 1923’ten 1961’e kadar geçen 38 yılda güç odaklarının mücadelelerin incelerken, hangi tarihsel kesitte hangi güçler ve temsilcilerin karşı karşıya geldiğini; kimlerin kazanıp kimlerin kaybettiğini yazdı.

 

Kitabı yazarken "Türk devriminin dayandığı temel felsefe nedir" sorusunun cevabına da ulaştığını anlatan İlker Başbuğ, kitabın bir tarih kitabı olarak düşünülmemesi gerektiğinin de altını çizdi.

 

Kitabın, “İplerin Kopması: İnönü’nün Başvekillikten Ayrılması” adlı bölümün, “Çiftlik Olayı” başlığında, Mustafa Kemal Atatürk ile İsmet İnönü arasında geçen dikkat çeken diyaloglar yer aldı. Bu başlıkta, İsmet İnönü’nün Başvekillikten ayrılışının nasıl gerçekleştiği anlatıldı.

 

İşte “Çiftlik Olayı” başlıklı bölümde anlatılanlar:

 

“Orman Çiftliği’nin Hazine’ye devredilmesine karar verilmişti. Ancak, Orman Çiftliği içindeki bira fabrikası devredilmeyecekti.

 

İstanbul’da da Bomonti Bira Fabrikası bulunmaktaydı. Bomonti Fabrikası hakkında şikâyetler oldu. Bomonti Fabrikası’nın imtiyaz süresi bitince de fabrika devlete intikal etti. Fabrika Danıştay’a dava açtı.

Gazi Orman Çiftliği içinde kurulan bira fabrikasının verimli çalışması için öncelikle Hasan Rıza Soyak uğraşıyordu. İstanbul’daki fabrika olmasa, Ankara’daki fabrika daha iyi işleyebilirdi. Ancak Tekel Bakanlığı böyle düşünmüyordu.”

“Atatürk bu konu ile fazla ilgilenmemişti. Hatta bir seferinde Hasan Rıza Soyak’a şöyle demişti: ‘İşlerin başından aşmış. Bir de böyle bir yükün altına girmen bence hiç doğru olmaz. Bu işten dolayı korkarım ki başın çok ağrıyacaktır.’

 

Atatürk ile İnönü arasındaki çatışma Çankaya’daki bir yemek sırasında tepe noktasına ulaştı. Atatürk, Ziraat Vekili Şakir Kesebir’e, ‘Bugün çiftliği gezdim, biraz bakımsız buldum,’ deyince; İnönü, ‘Bunları Hasan Rıza ve Tahsin Beylere söylersin,’ diye müdahale eder. Bunun üzerine Atatürk ayağa kalkıp şunları söyleyerek, sofrayı terk eder: ‘Anlaşıldı, bu gece doğru dürüst konuşamayacağız.’

 

Atatürk ve İnönü Tarih Kongresi’ne birlikte katılmak üzere 18 Eylül’de trenle Ankara’dan hareket ettiler. Çankaya’daki şiddetli tartışmalı yemek ise 17 Eylül’de olmuştu. Atatürk, İnönü’yü trende yanına çağırdı. Bir gün önce olan tartışmalara kısaca değindikten sonra İnönü’ye ‘Sizin çalışmanıza biraz aralık vermeniz doğru olur,’ dedi.

 

İnönü de bu düşüncesinin çok isabetli olacağını söyleyerek, teklifi samimi olarak karşıladı. Atatürk’ün İnönü’nün yerine Celal Bey’i getireceğini söylemesi üzerine de İnönü isabetli olacağını söylemekle yetindi. Böylece İnönü’nün başvekillikten ayrılma kararı 18 Eylül akşamı trende Atatürk ile İnönü tarafından birlikte alındı.

 

20 Eylül 1937 tarihinde Anadolu Ajansı şu tebliği yayımladı: ‘Başvekil İsmet İnönü’nün talep ve ricası üzerine Reisicumhur Atatürk tarafından bir buçuk ay için izin verilmiş ve Başvekâlet vekâletine, İktisat Vekili Celal Bayar tayin edilmiştir.’”

“İNÖNÜ’DEN İSTİFA NEDENLERİNİ AÇIKLAMASINI İSTEDİ.”

“25 Ekim 1937 günü İsmet İnönü Başvekillikten istifa etti. İstifanın Atatürk tarafından kabul edildiği şu yazı ile bildirildi: ‘Başvekaletten istifanız kabul edilmiştir. İnkılâbın ilk günlerinden beri her vaziyet ve safhada muvaffakiyetle yerine getirdiğiniz tarihi vazifelerin kıymetli hatıralarını millet daime takdir ve şükranla anacaktır. Şimdiye kadar olduğu gibi bundan sonra da en büyük ve en mühim hizmetlere olan yüksek liyakatinizin takdirkârı olduğumu burada da tekrar etmekten haz duyarım.’

 

1 Kasım 1937’de Meclis açıldı. İnönü, Meclis’in açılışına bir milletvekili olarak katıldı. Meclis içinde bir köşede oturdu.

 

6 Kasım günü hükümet programı üzerindeki görüşmeler CHP grup toplantısında başladı. Salih Bozok bu toplantıda söz alarak, İnönü’den istifa nedenlerini açıklamasını istedi.

 

İnönü yaptığı konuşmada şunları söyledi: ‘Benim resmi işlerimde olduğu gibi hususi hayatımda da Atatürk benim velinimetimdir. En mühim resmi hayatımda ve karşılaştığım hadiselerin hepsinde muvaffak olmam için Atatürk’ün çok emeği geçmiştir. Fakat kendisi silinmiş, daima bütün muvaffakiyet şerefini bana vermiştir. Hükümet işlerinde çalışamayacak kadar yorgun düştüğümü ve yıprandığımı tekrarlayacak kadar yorgun düştüğümü ve yıprandığımı tekrarlayarak kendisinden izin istedim. Peki dedi, tasvip etti.’”

Odatv.com

Recep YAZGANRecep YAZGAN