Fikir
Giriş Tarihi : 16-05-2021 10:09   Güncelleme : 16-05-2021 10:09

Dehasının bedelini şehadetiyle ödeyen kumandan!

Müslümanlar ve İBDA camiası tarafından ''Kumandan'' olarak anılan Mütefekkir Salih Mirzabeyoğlu’nun vefatının sene-i devriyesi vesilesiyle Burak Çileli Akit tv.com.tr için yazdı.

Dehasının bedelini şehadetiyle ödeyen kumandan!

Çileli ''Mirzabeyoğlu Dehasının Bedelini Şehadetiyle Ödedi'' ifadeleri ile kullandı.

Burak Çileli'nin kaleme aldığı yazı;

''Salih Mirzabeyoğlu’nun Telegram suikastiyle şehadeti üzerinden 3 yıl geçti. Bırakın faillerinin yakalanmasını, kendisine Telegram adı verilen zihin kontrolü operasyonuyla 19 sene boyunca işkence yapıldığı, resmî kanallar tarafından bugün hâlâ kabul görmüş bile değil. Haliyle bu da, devlet imkânlarıyla konuyu soruşturmanın önünü kesiyor.

Mirzabeyoğlu 2006 yılında, etrafını kuşatan lâfta bağlılarına, “bu ilgisizlik, neleri getirmemek üzere götürür” demişti ve o ilgisizlik, sonunda aramızdan kendisini götürdü! FETÖ hakkında 30 yıl boyunca yaptığımız ikazların kulak arkası edilmesinin bedeli nasıl ağır olduysa, resmî kanalların da ilgisizliğinin bedelini, yine milletçe ve yine ağır ödeme tehlikesi ile karşı karşıyayız bu konuda da! Zira, Mirzabeyoğlu’nun 2003 yılında yazdığı Telegram adlı eserinde, ipuçlarını verdiği bugünkü küresel şeytanî planlar içinde, küresel zihin kontrolü de bulunuyor.

O gün için aydın çevrenin büyük bir kesimi ve “gabî soyu” diye andığı lâfta bağlıları tarafından ciddiye alınmayan, hatta Salih Mirzabeyoğlu’nun “cezaevi şartlarında bunalım geçirdiği” biçiminde yorumlanan anlatımları, bugün herkesin kabul ettiği gerçeklere dönüşmüş durumda. Fakat Mirzabeyoğlu’nun, şehadetinden 1 ay önce delil olarak bıraktığı ve AKİT Medya grubunda yayınlanan ses kaydında, Telegramcıların son zamanlarda vücut fonksiyonlarıyla aşırı oynadıkları, başına bir şey gelirse Telegram’dan bilinmesi gerektiği, kendisinde hiçbir sağlık probleminin bulunmadığı tarzındaki beyanlarına rağmen, geçirdiği beyin kanaması şüpheli bulunmuyor ve iddialarının üzerine resmî olarak hâlâ gidilmiyor. Telegram cihazının başında bulunanlardan ve Mirzabeyoğlu’nun “komiser Mehmet” diye bahsettiği, Terörle Mücadele Şube sağ masasının başındaki FETÖ’cü Mehmet Karabörk, tutuklandığı 15 Temmuz’dan sonra çıkarıldığı ev hapsini müteakip sırra kadem bastı. ABD’ye kaçtığı söylenmişti ama sanki bir takım klikler, konuşmasından çekindiği için kaçmasına göz yumdu ve muhtemel bir soruşturmayı manipüle etmek için adeta hedef şaşırttı gibi görünüyor.

Mirzabeyoğlu’na yapılan adıyla Telegram, postmodern bir işkence türüdür. İşkence, Mirzabeyoğlu için hemen her öncü muztarib tarihî şahsiyetin maruz kaldığı üzere, dış çevre ile kendisi arasındaki “uyumsuz yaşama” halinde, bir ömür boyu onun hayatının acı gerçeği olmuştur aslında. “Âlemde bâr-yük olur halime bigâneler” diyerek dile getirmiştir bunu. Onun politik kimliği, eskinin Batıcı çarpık sisteminden nemalanan kesimleri rahatsız etmesi bakımından bazen bu işkenceyi, yaşadığı siyasi dönemin şartları gereği resmî kurumlar eliyle görünür kıldı, bazen de Telegram örneğinde olduğu gibi resmî kurumlar içinde yuvalanmış klikler tarafından sinsi ve gizli bir kılığa bürüdü. FETÖ elebaşının eski sağ kolu Latif Erdoğan, Batıcı lağımdan memnun bu farelerden biri olan Teröristbaşı Fetullah Gülen’in, Mirzabeyoğlu karşısında duyduğu bu öldüresiye kompleks ve kini, AKİT Gazetesi’ndeki “FETÖ-İşkence-Mirzabeyoğlu” başlıklı köşe yazısında ne güzel dile getiriyor:

“Paranoyaktı. Ona göre herkes onu öldürmek istiyordu. Sadece bana söylediği isimlerin bile sayısı oldukça kabarıktır. Kim bilir başkalarına, benim adımı da ekleyerek daha kimleri söylemiştir. Ne ki mevcut listeden birisini saplantı haline getirmişti. Salih Mirzabeyoğlu denilince hafakanları tutar, yarım saat, bazen bir saat onun aleyhinde konuşur, gıyabında her türlü hakareti yapar, ancak teskin olurdu.

12 Eylül 1980’de gerçekleşen askeri darbeye, Salih Mirzabeyoğlu yakalanıp hapse atılacak, diye çok sevinmişti. Fakat beklediği olmadı. 1991 yılında onun tutuklanmasına kadar yaşadığı süreçte hep kâbus yaşadı. Ne zaman baş başa kalsak hemen onun kendisini öldürtmek için planlar hazırladığından söz açar, bu konuda kendisine ulaşan resmi belgelerden bahsederdi. Tabii ki, bu belgelerin kendi elemanlarına hazırlattığı düzmece belgeler olduğunu ayrıca açıklamama gerek yok. Bir de Mirzabeyoğlu’nun kendi el yazısıyla yazdığı hatıraların, sürekli kendisine ulaştırıldığından bahsederdi. (Her şey açık, yorum yok…)

FETÖ elebaşının, Salih Mirzabeyoğlu’na olan düşmanlık ve husumetini sadece paranoya ile izah etmek zordur. Böylesi bir husumete dayanak olacak kuvvetli bir saik lazımdır ki, o da FETÖ elebaşının, fikrî planda Mirzabeyoğlu karşısında yaşadığı kompleks ve bu kompleksin onu sürüklediği korkunç haset ve kıskançlıktır.”

Sayın Erdoğan bu makalesini, “bence Mirzabeyoğlu’nun öldürülme sebebi de bundandır” diyerek sonlandırıyor.

Latif Erdoğan’ın yakın şahit sıfatıyla sadece FETÖ özelinde yaptığı bu ifşalara, 32 yıllık İbdacılık hayatım boyunca, çeşitli vesilelerle, farklı görüşlerde ama Mirzabeyoğlu’na düşmanlıkta müşterek birçok mahfilde, bizzat şahit olmuşumdur. Belki bazılarına tuhaf gelecek ama bilhassa başlarda, ona karşı duyduğum hayranlığın temelinde de, çözemediğim bu gizem yatıyordu; Üstad’ı Necip Fazıl’ın aksine minimalist yaşamayı tercih eden, dar bir kitleye, sıfır sosyal statüye, son derece kısıtlı imkânlara ve düşük popülariteye sahip Salih Mirzabeyoğlu gibi birine, nasıl oluyordu da birçoğu devasa imkânlar içinde yüzerek çarpık sistemin kaymağını yiyenler ve onların tetikçileri, çilesini bile kıskanacak kadar öldüresiye husumet besliyorlardı? Mamasını yedikleri lağımın kurutulacağından tedirgin farelerin hepsinin onun karşısında saf tutma psikolojisinin altında yatanın hülasası şuydu aslında; “göz hasmını tanır!”

1991 yılındaki ilk tutuklanmasının 15 günü aşan gözaltı safhasında, dönemin MİT ve Siyasi Şube işkencehanelerindeki hatıraları üzerinden Batıcı sistemin ve o dönemde onun yardakçısı pozisyonundaki FETÖ’nün panoramasını resmettiği İşkence adlı sonradan toplatılan kitabında Mirzabeyoğlu, işkencecilere şöyle seslenir: 

 

 “Tenimizi ezebilirsiniz... Ama... Ruhumuzu asla... Onu ne işkence zapteder, ne kelepçe, ne pranga... Gülümser durur inancımız, hürriyet buudunda sonsuzca... Bizi edebilirsiniz, evimizden, tenimizden... Ama dinimizden?.. Çok şükür... Pişmanlık uğramadı semtimizden... Ya siz?.. Ezelî pis, hayvancıklar... Neye yaradı işkenceniz?.. Dünyanız kara, ahiretiniz zift... Sizi bekliyor cehenneminiz!..”

1999 yılındaki ikinci tutukluluğunu takiben 2000’den başlayıp şehit edildiği 2018 senesine kadar süren Telegram işkencesi ise, yine kendi ifadesiyle “topyekûn fizikî çullanmayı hiç görür bir süreç” idi. “Benim çektiğimi, hiçbir Peygamber çekmedi” diyen Allah Sevgilisinin yoluna tutkunluğunun, çağına damgasını vuran ilklerin mâkus talihi halinde henüz tam keşfedilmemiş dehasının ve Hâlidî duruşunun bedeliydi bu. Onun gibi bir babayiğite de güzel bir son olarak ancak şehadet mertebesi yakışırdı.

1999’da beraber kaldığımız Metris Cezaevi’nde bir gün, “içinde yaşamayacağım bir dünyanın mücadelesini veriyorum” demişti. Bugün onun fikirleri ve mücadelesi, suya atılan taşın halka halka dünya çapına doğru genişleyen dalgaları halinde, kitlelerin yolunu aydınlatıyor, istikbâlimize yön veriyor. Onu önce evinden, sonra teninden ettiler ama dininden ve davasından edemediler. Yoğun Telegram altında bile, Telegramcıların tehditlerine meydan okuyarak, yaşadığını yazmaya, yazdığını yaşamaya devam etti. Geride örnek ve ibret alınacak dolu dolu geçen bir mücadele hayatı ve 67 adet birinci sınıf eser bırakarak şehadet şerbetini içti. Aydınlık Savaşçıları adlı destanında dediği gibi: “Kadına yas tutmak yaraşır -yaraşmaz- / Er olana unutmamak”… Ona yapılan suikastin faillerini unutmamak kaydıyla, makamına gıpta ederek rahmet ve minnetle anıyoruz. Ruhuna bir Fatiha hediye edelim.''

Recep YAZGANRecep YAZGAN