Zira yeryüzüne iyiliği, sevgiyi, merhamet ve adaleti tesis etmekle mükellef kılınmış ve bu mükellefiyeti ömürlerimize yük, yüreklerimize dert etmiş Müslümanlar olarak dünyada olup biten her kötülüğün üzerinde parmak izlerimiz olduğunu düşünenlerdenim.
Ama -başta kendi nefsim olmak üzere- öyle bir algıya sahibiz ki, kelime-i şehadet getirip yeryüzüne şahit olmak için geldiğimizi kabul etmekle birlikte, kendimizi “kurtulmuş” olarak vehmetmemiz yetmiyormuş gibi, ahlâk kavramının bu şahitlik ikrarı ile birlikte verilmiş “bedava” bir yazılım olduğunu sanıyoruz.
Bu algı yanılması da, ne yazık ki “inanan” kesim ile ahlâk arasındaki uçurumun gün geçtikçe daha çok derinleşmesine sebep oluyor ve biz yaşam konforlarımızdan taviz vermediğimiz için, karanlık siyahını günden güne daha çok koyulaştırıyor.