Fikir
Giriş Tarihi : 06-06-2022 10:42   Güncelleme : 06-06-2022 10:42

Dirayetli Bir Türk Hükümdarı Sultan Abdülhamid

II. Abdülhamid Anadolu’da ve İslam dünyasında sevilirdi. Başarılı bir diplomattı; tarafları birbirine oynardı. Döneminde bütün vilayetlerin idadi ve hatta sultani derecesine çıkarmış liseleri vardı.

Dirayetli Bir Türk Hükümdarı Sultan Abdülhamid

Eğitim reformunun yanında sansür onun en büyük hatası oldu. Sağlık ve belediye konusunda önemli başlangıç yaptı. Savaşı gereksiz görürdü ve devam eden sulhu iyi kullandı. Kısacası II. Abdülhamid Han dirayetli bir Türk hükümdarıydı.

Son zamanlarda iktidar ve muhalefet partileri arasında başkanlık düzeyinde Sultan Abdülhamid etrafında bir çatışma çıktı. Hemen şunu belirtmeliyim; Doktor Meral Akşener Hanım üslubunda kişisel çatışmadan kaçmaya çalışıyor. Tayyip Bey ise “Hangi salahiyetle Sultan Abdülhamid’e hakaret ediyorsun?” diyor. Meral Hanım’ın kullandığı İttihatçıların Abdülhamid hakkındaki sloganlarıdır; “istibdat” gibi.

Belirtmeliyim ki hal’ fetvasını yazan Şeyhülislam Mehmed Ziyâeddin Efendi, Ümit Hassan’ın isabetle belirttiği gibi, istibdat tabirini fetvaya hiç sokmamış; padişah ve halifeye başka suçlar isnat etmiştir. Hamam külhanında Maverdî’nin hilafetle ilgili kitaplarını yaktırmak, ahaliyi birbirine kırdırmak gibi tabirler... Zira İslamda istibdat tıpkı eski Latincedeki ‘dictator’ gibi bir beceriklilik ifadesidir. Avrupa’daki diktatörün sonradan kabalaşması gibi Türk tarihinde de özellikle Türklerde modern Fransa’nın despotizmine karşılık kullanılmıştır; despot da aslında klasik Yunanistan’da o kadar ağır bir tabir değildir.

Meral Akşener’in bu konudaki yetkisine gelince; doktor unvanını yakınçağ tarihi dalında almıştır. Edebiyat Fakültesi ve Marmara Üniversitesi’nin talebesidir. Binaenaleyh bundan yetkilisi zor bulunur. Herkesin tarih tezlerini savunma ve değerlendirme hakkı vardır. Bunun için diploma sormuyoruz ama aynı şekilde “Senin ne yetkin var?” demek de tabii memnu oluyor.

BAŞARILI BİR DİPLOMATTI

Sultan Abdülhamid Anadolu’da ve İslam dünyasında sevilir. Döneminde demiryolu alanında atılımlar yapıldı. Savaşlardan bezgin bir halkı ve imparatorluğu 30 yıllık bir sulh dönemine soktu. Toprak kaybı onun elinde olmayan bir savaşta başlamış, orada da bitmiştir. Yunanistan ile muharebeyi ise kazandık. Ancak sulh konferansında kazandıklarımızı geri vermek zorunda kaldık. Abdülhamid Han başarılı bir diplomattı; tarafları birbirine oynardı. Balkanlarla sulhu sükûn içindeydi ama gerçekten kendi aralarında sulh içinde olmamaları için de elinden geleni yaptı. En başta İttihat ve Terakki’nin kabul ettiği kiliseler kanununa elini sürmemiştir. Bu yüzden Balkan devletlerinin komitalar ve istihbarat örgütleriyle birbirlerini yemeleri, sabotaj olaylarıyla birbirlerine düşmeleri kaçınılmazdı.

Bahriyede evvelki diyebileceğimiz Abdülaziz Han’ın başarısını gösteremedi. Osmanlı Bahriyesi, Balkan Savaşı’yla yüz yüze geldiği zaman feci bir vaziyetteydi. Rauf Bey gibi becerikli komutanların ve savaşçı bahriye erlerinin dışında (onlara eskiden levent denirdi), astsubay sınıfının ve teknisyenlerin sayıca azlığı, tersanelerin yetersiz donanımı yanında gemilerin bakımının da aynı şekilde yetersiz olduğu görülüyor. Döneminde bütün vilayetlerin idadi ve hatta sultani derecesine çıkarmış liseleri vardı. Ben dahi Ankara’da onun zamanında kurulan idadide lise tahsilimi yaptım. Tabii adı önce Ankara Erkek Lisesi idi, Atatürk’ün ölümünden sonra ‘Atatürk’ adını almıştır. Ziraat mektepleri, orman mektebi, Mithad Paşa’nın başlattığı sanayi mektepleri, hepsi Abdülhamid devrinin başarılarıdır. İflas etmiş maliyenin başına geçti. Duyun-u Umumiye onun zamanında kuruldu ama çaresizdi. Borçların tasfiyesi konusunda kendisinin de bilgisi olan borç idaresinin hayli başarılı olduğu açıktır ama ne yazık ki borç bitecek gibi değildi. II. Abdülhamid Han, I. Abdülhamid Han’ın devrinde tahta otursa daha başka şeyler olabilirdi.

EN BÜYÜK HATASI SANSÜR

Eğitim reformunun yanında sansür onun en büyük hatası oldu. Zaman zaman kendisinin de şikâyet ettiği bu kurum, Abdülhamid Han’dan sonra idareyi alan genç kuşağın siyasal bilgisizliğinin başlıca nedenlerinden biridir. Çünkü imparatorlukta gayri Türk milletler bir şekilde yazdılar, okudular, dışarıda basılıp gönderilen gazetelerle yetiştiler. Türklerin okuyacağı doğru dürüst hür gazete bile yoktu.

Sağlık ve belediye konusunda önemli başlangıç yaptı. Ayan Meclisi’ni doğrusu kullandı ve kapatmadı ama Meclis-i Mebusan’ı da dağıttıktan sonra bir türlü tekrar toplamaması memlekette bir gerilim yaratmıştır. Ruhani reisler ve gayrimüslim milletlerin burjuva unsurları arasında başarılı bir nüfuz politikası güttü. Ama silahın kullanılacağı yerde etkili bir iç siyaset güdemediği İstanbul’daki Birinci Ordu’nun dışında, Balkanlarda ve Arabistan’da Ordu-yu Hümâyun’u yeterince besleyemediği bir gerçektir. Sultan Abdülhamid, tıpkı Rusya Çarı III. Aleksandr gibi savaşı gereksiz görürdü ve devam eden sulhu iyi kullandı. İdareye hâkimdir ama bu hâkimiyeti tek başına Yıldız’a çekmeye çalıştı. Tanzimat Dönemi’nin büyük devlet adamları; özellikle bir genç dâhi olan I. Abdülmecid Han’ın Bâbıâli bürokrasisini ustalıkla işlerin başında tutması politikasını götüremedi.

‘KIZIL SULTAN’ DEĞİLDİ

Kısacası II. Abdülhamid Han dirayetli bir Türk hükümdarıydı; tarih “olsaydı, olabilirdi” hükümleriyle pek yazılamıyor. Zor dönemde gelen zekâlardandı. Bu zekâ maalesef başka zekâları da takdir edip yanına çekemedi; hem Sultan Abdülmecid’den hem de amcası Sultan Abdülaziz’den farkı budur. O gecikmiş bir Sultan Mahmud Han’dı, 19. asır bunu kaldıramıyor. Kızıl Sultan değildi, mesnetsiz iftiradır. Döneminde siyasi idamlar fevkalade azdır. Avrupa’da etkili olmaya çalışmanın bütün vasıtalarını kullandı ama kullandığı vasıtalar; yani bu tip gazeteci ve adamlar, yabancılar arasında daha iyiydi, Vambery gibi. Türk diplomatların aynı başarı ve hamiyeti gösterdiğini söylemek mümkün değildir.

Türkiye tarihçiliğinde Sultan Abdülhamid’e ulu hakan diyenlerle yerden yere batıranlar mevcut. Bu tarz kitapların okunmaktan vazgeçileceği ve unutulacağına şüphem yok. Şimdilik Türk yazarlar içinde Orhan Koloğlu’nun yazdıkları ve Fransız akademik dünyasının en başarılı Türkologlarından François Georgeon’un Sultan Abdülhamid kitabını okumayı gençlere tavsiye ediyorum.

TARİHİMİZİN KİLİT NOKTASI: İNEBOLU

İnebolu Türkiye’nin tarihi için önemli bir yer. Zirai İsfendiyaroğulları Beyliği’nin Karadeniz’le bağlantı kurduğu bir limandı, diğeri de Sinop. İstiklal Savaşı tarihimizde burası İç Anadolu ile bağlantı kurulabilen bir yer olduğu için önemi arttı.

EĞİTİM DÜZEYİ YÜKSEK

 

Kastamonu coğrafyasının ve özellikle Kastamonuluların kendine özgün bir kesimi burada yaşar. İlçede eğitim düzeyi yüksektir. Toplumun yaşam biçimi, mütevazı olduğu ölçüde israftan da uzaktır. Şehirde tarihle meşgul olanlar çok. Bir tanesi diş hekimi Mustafa Fakazlı, mahalli tetkikleriyle tanınır. Onunla geçen pazar gerçekleşen toplantıda daha çok görüşebildik.

Kastamonu, İstiklal Yolu’nun önemli bir parçası ama Anadolu ile temasının eskiliğinden dolayı yerli yabancı seyyahların iyi tarif ettiği bir yer. En sonuncusu Kızılordu’nun entelektüel generali Mihail Frunze’nin Türkiye’deki anılarının başladığı yer olması. Generalin değerlendirmeleri önemli.

İnebolu’da bir şehir müzesi de var. Müzenin küratörlerinden Nurhayat Ergün Hanım bize şapka devrimiyle ilgili bir gösteri yaptı. Belli ki şehirde tiyatro sanatıyla, edebiyatla, musikiyle ilgilenen bir grup var. Bu grubun üyeleriyle de tanıştık. Şehir müzesini beğendim. Fakat galiba tarihi eser ve kütüphane konusunda şehrin açlığını daha çok doyurmak gerekiyor. Güzel bir şehir. Güzelliği, etrafındaki tabiat kadar İneboluluların istisnai durumu. Dedelerinden kalma evleri yıkıp yerine kârlı gördükleri betonarmeler yapmaya değil, eskisini tamir edip ananeleri sürdürmeye gayret ediyorlar. Dolayısıyla İnebolu her zaman şirin bir kasaba. 1960’larda başlayan Karadeniz kıyılarındaki eski eser ve bina tahribatının burada pek yayılmadığı anlaşılıyor.

HALK ÇOK RAHATSIZ

Dağda açılacak mermer ocağından İnebolulular fevkalade rahatsız. Türkiye’de her yerde maden ocağı açılabilir. Bunların ne kadar zengin, verimli ve sürekli olacağı çok tartışılır. Bitki örtüsünü ve çevrenin profilini yok eden bu gibi girişimlere merkezi hükümet teşkilatının mütemadiyen cevaz vermesi bence ayıplanacak bir tavırdır. Bürokrasinin bundan vazgeçmesi gerekiyor ve bu mermer ocağının yaratacağı tahribattan da vazgeçmek lazım. Zira bu gibi ocaklar bölgeye zenginlik de getirmiyor, sadece tahribat ve çirkin manzara bırakıyor.

Kaynak: İlber ORTAYLI - Hürriyet

Recep YAZGANRecep YAZGAN