Röportaj
Giriş Tarihi : 01-07-2019 09:22   Güncelleme : 03-07-2019 10:11

Hattat Uğur Derman: Ruhu bedenine Aksetmiş Sanatkâr

Onu gördüğümde yanına yaklaştım. Sizinle bir röportaj yapmak istiyorum dediğimde çok nazik tavırla nereden geldiğimi, hangi gazete için röportaj alacağımı sordu. Kendimi tanıttıktan sonra bana randevu verdi. Röportaj için buluştuğumuz da karşımdaki kişinin naifliği beni o kadar çok etkilemişti. Gerçekten bir İstanbul Beyefendisiydi. Konuşmasındaki üslubu, hareketlerindeki inceliği sizi o kadar etkiliyor ki böyle birinin karşısında nasıl hareket edeceğinizi bilemiyorsunuz.

Hattat Uğur Derman: Ruhu bedenine Aksetmiş Sanatkâr

Buraya kadar bahsini ettiğim kişi Prof. Dr. Uğur Derman. Hat sanatındaki inceliği, zarafeti ruhuna yansıtan kişi. Uğur Derman’la eskimez yazının usta ellerde nasıl bir güzellik kazandığını günümüze kadar nasıl ayakta kalabildiğini konuştuk.

Bilal Dursun YILMAZ: Hocam öncelikle sizi tanıyabilir miyiz?

Uğur DERMAN: 1935 doğumluyum. Asıl mesleği eczacılık olan biriyim. Üniversite talebeliğim yıllarında Osmanlı yazısını öğrendim ve sonra da hat sanatına merak sardım. Hat sanatına İstanbul’da pek çok sanatlarda hüner sahibi olan Necmettin Okyay'ın yanında başladım. 1955 yılından 1976'daki vefatına kadar hiç ayrılmadık, devamlı beraber çalıştık. Hat sanatıyla ilgili araştırmalar o zamanlarda yetersizdi ve ben de kendimi bu alana verdim. Yani hat sanatı ve hattatlar hakkında tarihî ve ilmî araştırmalar yaptım. Şimdiye kadar bir kısmı kitap olan 350'nin üzerinde de neşriyatım var ve bunlar hep bilinen, sağdan soldan hemen makaslama usulü olan şeyler değil, araştırma mahsulü, çoğu orijinal, makale, tebliğ ve kitapçıklardır.

BDY: Tarihî süreç ve Türklerin hat sanatına sahip çıkmasıyla ilgili neler söyleyebilirsiniz?

UD: Bu sanat önce Arap âleminde ortaya çıkmış. Milâdî tarihle 800’lerden itibaren yavaş yavaş gelişmiş. Gaye Kur’ân-ı Kerîm'i en güzel şekilde ve yanlışsız yazabilmek, sonra giderek İslâm âlemine yayılmış. Meselâ İran sahasındaki pek çok milletten, Herat İmparatorluğu’ndan Timurlu İmparatorluğu’na kadar fevkalâde ileri gitmiş. Memlüklülerde fevkalâde ileri gitmiş, Abbasîlerde yine öyle. Sonra gerilemeye başlamış. Osmanlı bu işi tam manasıyla ele almış. İstanbul hat sanatının merkezi olmuş, İstanbul’dan uzaklaştıkça da sanat değeri düşmüş. Türk Cumhuriyetleri’nde bugün hat sanatını anlayan yok, eser de kalmamış zaten. Şimdi Herat İmparatorluğu’nun Herat’ta harabeleri vardı. Ancak harabelerine rastladığımız bu İmparatorluğun hat sanatı eserleri tamamen yok olmuş durumda. Afganistan'da o Timurlu devri Ali Şir Nevaîler, Hüseyin Baykaralar. O devirde bu sanatla ilgili meselâ Bay Sungur, Timur'un torunu 40 büyük sanat merkezinde bu sanatın icrasını gerçekleştirmiş ve çok güzel eserler vermiştir. Bugün oradaki eserlerin çoğu Topkapı Sarayı’nda, Chester Beatty'de veya Metropolitan Müzesi’nde bulunmaktadır. Nerdeyse onların elinde bir tek şey bile yok. Onun için bu gün bir şey beklenmez. Evet, durum bu.
Harf İnkılâbıyla Gelen Sekteler, Kültürsüz Zengin Müslümanların Değerini Kavrayamaması Hüsn-ü Hattın Devrini Bitirdi

BDY: Tevatür durumuna gelmiş bir söz var. Kur’ân-ı Kerîm Arabistan'da indi, Mısır’da okundu, İstanbul’da yazıldı. Bu herhalde hat sanatının Türklerde nerelere geldiğini ifade etmesi bakamından önemli bir değerlendirme. Bugün gelinen noktayı nasıl değerlendiriyorsunuz? Bu sanat devrini tamamladı mı?

UD: Arap harflerine bağlı olduğu için haliyle harf inkılâbından sonra gözden düşmüş bir sanattır. O dönemde Osmanlı devrinde isim yapmış olan 3–5 hattat artık fazla yazamamaya başlamış. Hat yazısına istek azalmış. Bu isteksizlik gittikçe artmıştır. 20. yüzyılın ikinci yarısında süratle öğrenenler azalmış. Benim hocama benden başka bir iki talebe geliyordu. Fakat sonradan yeni nesilde bir merak başladı. Bugün 40 yaşında olan 60 sonrası doğan gençlerde bir merak başladı ve hattı öğrenmeye başladılar. Hoca bulamadıkları zamanda da bir iki hatta bakarak öğrenmeye başladılar. Bir de İstanbul’da bir kuruluş var. IRCICA, İslâm Tarih, Sanat ve Kültür Araştırma Merkezi. Bu kurum 1986'dan itibaren her 3 yılda bir bütün dünyaya açık bir müsabaka tertip ediyor. Bu müsabakalar hat sanatı yeniden gündeme getirdi. Tabii, bu sanat çok sabır isteyen bir sanat. Yıllarca uğraşılacak bir sanat. Öyle çabuk öğrenilecek bir şey değil. Yani emek veren çok kıymetli gençler olduğu gibi 3 ayda öğrendiğini sanan kimseler de var. Hiçbir işe yaramıyorlar tabii. Hat sanatı gündemden düşmüş değil ama nedense bu aslında İslâmi bir sanat olduğu halde Müslümanlar arasında rağbet görmüyor. Zengin bir Müslüman’ın genç bir hattata bir değil on yazı yazdırıp duvarlarına astırması gerekirken, o bunun yerine bir yere yardım etmeyi tercih ediyor. Böyle bir sanatı ayağa kaldırmayı düşünemiyor. Kültürsüzlükten.

BDY: Cumhuriyetle birlikte bu alandaki daralma, gerileme sebeplerinden bahseder misiniz?

UD: Harf inkılâbıyla birlikte bir yasaklama, sanatta bir daralma oldu. Öyle hattatlara yetiştim ki hattat demeye korkuyoruz derlerdi. Daha evvel İstanbul’da hat sanatını öğreten bir mektep vardı. Medresetü’l-hattâtîn diye. O mektep harf inkılâbı dolayısıyla 1929’da kapatılmış. Kapatılan o mektep, 1936 yılında Güzel Sanatlar Akademisi’ne dönüştürüldü. O dönemin koleksiyoncularından Cumhurbaşkanı Fahri Korutürk’ün kayın pederi Felah Cimcoz Bey “Acaba hattı da tekrar gündeme getirebilir miyiz?” düşüncesiyle konuyu Atatürk’e açıyor ve diyor ki: “Paşam bu sanat bizim için çok tarihî ve mühim bir sanattır. Benim nazarımda Şeyh Hamdullah hattıyla Rafael’in bir resmi arasında bir fark yoktur. Bu kadar mühimdir. Biz ise bunu artık harf inkılâbında öğretilmesini kaldırdık. Batıdan bize gelip de bunu öğretecek kimse de yok ve elimizdeki tarihî eserlerde yarın bir gün yok olup gidecek, onun için müsaade edilmesi lâzımdır.” diyor. O da “Tamam.” diyor ve Devlet Güzel Sanatlar Akademisi'nde 1936'dan itibaren hat sanatı tekrar öğretilmeye başlanıyor. Başlanıyor ama artık ortaya öyle bir vasat çıkmış ki yeni yetişenler böyle şeylere kıymet vermiyorlar. Onun için fazla bir yetişen de olmamış orada. Akademi yine devam etti. Hoca olarak o zaman Kamil Ak, Halim Özyazıcı çıktı. Meselâ, Halim Özyazıcı'yı tanıdım. Hocam Halim Özyazıcı Akademide merdivenlerin başına koridora çıkar, mimari talebesine derdi ki; “Eliniz kalem tutmasını bilen, çizgi çizmesini bilenler, gelin de size şurada yazı öğreteceğim.” Herkes gülüp geçerdi. Bilgi yok, çünkü bir kere Osmanlı Türkçesini okumasını bilmiyor, günlük olarak da yazmasını bilmiyor. Ee… çizgi güzelmiş diye hiçbiri de kalkıp bunu öğrenmedi. Durum bu.

BDY: Bu işi ilmiyle yapan kaç üstat var?

UD: Bir elin parmaklarını geçmez. Ama bir elin parmağını geçmeyenler bu işi meslek edindiler. Yani maişetlerini, geçimlerini bundan sağlıyorlar. Bu mühim bir şey, çünkü daha evvelden bu imkân ortadan kalkmıştı. Önceden bu işle uğraşanlar başka bir işle uğraşıyordu. Akşam yahut hafta sonu bir iki satır yazı yazıp bir müşteri bulursa satmaya çalışıyordu. Şimdikiler arasında ise içlerinde öyleleri var ki ancak bir yıl sonrasına, 9 ay sonrasına teslim edebilirim diyorlar. Bu cihetten iyiyle kötüyü ayırt edebilecek kimseler de çıktı ki bunlar öyle geç sipariş verebiliyorlar.

BDY: Hocam şimdi her şeyin taklidi oluyor. Yani Mimar Sinan’ın mimarisinin taklidi şu anki camilerdeki olan yazılar, bunların yeni hat değeri var mı?

UD: Pek çoğunun yok. Çünkü sıradan kimseler yazıyor. Emek vermeden yazıyorlar ve gözleri para için açılıyor, anlatabildim mi? Bu iş gönül işi, her şeyden evvel gönül ikinci plâna girip de mide birinci plâna çıktı mı hattatlıkta ondan hayır çıkmaz.
S. Sabancı, Müslüman’ım Demeye Utananların Komplekslerini Kırdı

BDY: Merhum Sabancı’nın öncülüğünde “Altın Harfler” sergisi dünyaya tanıtıldı. Amerika'da, Paris'te değişik yerlerde Hat sanatı üzerine Amerika, Fransa gibi değişik ülkelerdeki üniversitelerde dersler verildi, araştırmalar yapıldı. Bunu nasıl değerlendiriyorsunuz?

UD: “Altın Harfler” sergisinin kataloğunu ben yazdım. O kataloğun İngilizcesi, Almancası Fransızcası ve Türkçesi çıktı. Onu da okursanız hat sanatı hakkındaki kültürünüz genişler.

BDY: Kamuoyunda Sabancı gibi değerli kişilerin hat sanatına ilgi duyması, destek vermesi, hat sanatını sanattan saymayanlar, hattatlığı sanat olarak görmeyenler ya da çeşitli kompleksleri olanlar üzerinde nasıl bir etki oluşturdu, ne tür bir değişime neden oldu?

UD: Milletimiz içinde ben Müslüman’ım demeye utanan çok insan var. Sabancı’nın bu anlamda desteklemesi böyle bir organizasyonu bizzat yürütmesi, kompleksleri olanların bunu aşmalarında önemli oldu. Onun Batı’ya gidip de ilgi görmesi şunu gösterdi ki bu bir dinî sanat ama çizgileri ile dünyayı hayran eden bir sanat. Picasso’ya atfederler, bir söz var: Bizden giden bir iki ressam onun eserlerine hayran olurlar. Picasso onlara hitaben “Benim resimde varmak istediğim son noktaya bu yazılar, çoktan varmış.” demiş. Picasso’nun Cezayirli bir hattattan ders aldığı bilinmektedir. Çizgi sanatı; mühim olan bu.

BDY: Bu sanatın ortaya çıkması İslâm ruhuyla kaynaşmasından mı oluyor? Yoksa bu bir sanattır, ilmini, tekniğini bilen herkes yapabilir mi? Picasso da bunun ilmini alsaydı yapar mıydı?  Bu İslâm’ın sanata yansıyan ruhu mu?

UD: Buna ben şimdi Hz. Ali'nin bir sözüyle cevap vereyim. “Hat üstadın taliminde,  öğretişinde gizlidir. Çok yazmakla kıvam bulur. İleriye gider. İslâm dini üzere olmakla da devam eder”. Hz. Ali'ye atfedilen bir sözdür.

BDY: Kaç talebeniz var? Sizin yetiştirdiğiniz talebelerinizden de üstatlar çıktı mı? Son zamanlarda ilginin arttığından bahsettik.

UD: Herhalde üçü geçmez. Talebe çok ama not aldıktan sonra çekip gidiyor. Gönülden devam ettiren üçü geçmez.

BDY: Türkiye'de sanat ve akademik çevrenin bakış açısına göre hat sanatına olan ilgi nedir?

UD: Türkiye'de hat 5. Asır boyunca bilhassa İstanbul’un fethinden bu yana Osmanlı devri itibariyle devamlı bir yükselme çizgisi göstermiştir. İstanbul hat sanatının merkezi olmuş, en iyi hatlar orada yazılmış, en tanınmış hattatlar orada vazife almışlar ve oturmuşlardır. Bunda tabii şunun da çok büyük bir rolü var. Türklere has olan mimari, musiki, resim, minyatür, tezhip, tezyinat ve benzeri sanatlar Batı karşısında fazla dayanamayıp 18. yüzyıldan itibaren yavaş yavaş çökmeye başlamışlar, benliklerini kaybetmişler ve sonunda da Batı taklidi olmaya başlamışlardır. Bu sanatlarda bir gerileme mevcut iken hat sanatında ise tam tersi olarak bir yükselme görülmüştür. Bunun birkaç sebebi olduğunu düşünüyorum. İlk olarak hat sanatı sağlam bir usta-çırak yahut da üstat-talebe ilişkisiyle birebir olarak yürümüş. Yani bir sınıfta 20 kişiye birden hat dersi verilmemiş. İkinci olarak hat sanatı kendisini aşağı yukarı her 150 yılda bir yenilemesini bilmiş. Son olarak ise bu işin içine hiçbir zaman maddiyat girmemiş. Bu iş para karşılığı öğretilmemiş. Bu sanat Allah rızası için öğretilmiş. Adeta sanatın bir zekâtı olarak kabul edilmiş. Batı’da da bir karşılığının olamayışı sonucunda hat sanatı istikbalini korumasını bilmiş. Sadece Çin ve Japon alfabesinde kısmen hat sanatı yazı karakterleri mevcuttur. Zaten dünyada Türkler dışında en çok bizim hattımıza da Japonlar ilgi göstermektedir. Bir yerde bir sergi açıldığında en çok onlar koşuyor. Çünkü anlamasalar bile çizginin güzelliğinden zevk alıyorlar. Bu da ayrı bir nokta.

BDY: Verdiğiniz bilgilerden dolayı teşekkür ederim.

Röportaj: Bilal Dursun Yılmaz

adminadmin