Kent Kültürü
Giriş Tarihi : 11-06-2019 10:30   Güncelleme : 11-06-2019 10:30

Hayata Karışık Dedem

Dedem yapılacak şey sabit olsa da birilerinin yapım tarzlarının diğerlerinden değişken olmasından kaynaklanan durum gereği, yapılan şeyin aynı niyetin altında çok farklı bir şekilde tezahür ettiğini yaşadıklarıyla bize anlatan pratik ehli biriydi.

Hayata Karışık Dedem

Kendi hayatından süzdüğü; bir gerçeklik olarak bize sunduklarının arasında, o zamanlar pek ayırdında bulunmasam da sonradan kavradığım kadarıyla en önemli şey buydu. Kendisi, hayata bakışı, yapıp ettiği şeylerle beraber dedem, hep bir başkalaşım insandı. Hiçbir zaman nedenselliğin o monoton yapısına, o tekdüzeliğine inanmazdı; onun için gerçeklik denen şeyde her zaman bir farklılık, bir hile ve bu farklılığın altında yer alan bir çoğulluk bulunurdu. Bir keresinde dedem, “dünya güneşin etrafında dönerken güneş de dünyanın etrafında döner” demişti de bendeniz Herakleitos’u yeni tanıyan biri olarak ne kadar mutlu olmuştum. Çok sonraları ayırdına varmış olsam da dedem, modern sonrası bir algıyı bize bilim adamlarının bile şaşıracağı sıradan bir şekilde vermeyi başaran ender insanlardandı. Kısaca, insan olmanın bütün alt başlıklarında dedem için kısa veya uzun bir parantez açabilirdiniz. Çünkü o bütün yelpazesiyle hayat içre; yaşamaya dair ne varsa onların hepsiyle az çok iştigal etmişti.

Dedemin hayatı, önce düşün sonra uygula türünden sıkı sıkıya tasarlanmış bir hayat olmasa da, o söyledikleriyle, yaptıklarını çok garip bir şekilde yaşam pratiği üzerinden, doğallıkla bir araya getiren ustalığa sahipti. Bu durumda farklı şeylerin uzantılarını onda değişik bir uyum içinde görmek beni ve dedemin yakın çevresini hiç mi hiç şaşırtmazdı.

Dedem babaannemin kendinden 15 yaş ufak olup kardeşlerin en küçüğüydü. Ablası olması hasebiyle dedemi ana sütünden kesildikten sonra büyüten de babaannemdi. Aralarında çok sıkı bir bağ vardı dedemle babaannemin. Babam büyüyüp evlenecek bir çağa gelince babaannem çoktan beri göz koyduğu dedemin kızını oğluna istedi ve hiçbir itiraz görmeden gelin etti. Bendeniz de bu akraba evliliğinin ürünü olarak hayata gözlerimi açtım.

Efendim doğrusunu söylemek gerekirse dedem cesur biriydi. Babaannemin anlatılarında bir kahraman gibi dosta güven aşılayıp, düşmana korku salardı. Babamın küçük olduğu ve büyükbabamın yeni öldüğü, ikinci genel harbin başlangıç safhalarında, köyden bazı kişilerin arazi amaçlı babaannemi rahatsız etmek isteyişleri, dedemin kulağına gitmiş o da hiç beklemeden atlayıp köyümüze kadar gelmişti. Ablası olan babaannemden olan biteni iyice öğrenip bu işin failini köy kahvesinde, üzerinde sandalyeyi kırıncaya kadar dövmüş, böylelikle hem bir tehlikeyi berhava etmiş ve hem de babaannemi ileride rahatsız etme potansiyeli bulunan herkese gözdağı vermişti. Babaannemin kahramanı olan dedem doğal olarak benim de kahramanım sayılırdı. Hem benimle beraber yatağa giren bütün hayallerimde ben de büyüyünce ben de onun gibi olacak ve babaannemi koruyacaktım.

Eğlenceli biriydi dedem, 70’li yıllarda Bafra’da kaldığımız dönemlerde Rize’den apansız çıkagelir en çok biz torunlarını sevindiren bir davranışla ya pikniğe veya aldığı biletlerle o zamanların en yegane eğlence biçimi olan sinemaya gitmemizi sağlardı. Bir keresinde ortaokul 2’deyken yine şaşırtıcı bir zamanda gelmiş ve gece bizi sinemaya götüreceğini bildirmişti. Bense okul arkadaşım Turgay’a söz vermiş olduğumdan dolayı dedemi ve ailemi atlatacak bir şekilde sinemaya gitmeyeceğimi söyleyip arkalarından Turgay ile birlikte yine sinemanın yolunu tutmuştum. İşte ne olduysa o zaman oldu filmin ortasında bir el beni omuzumdan dürttü ki, arkaya baktığımda hemen arka sıramızda oturan ortanca kardeşimin bana bakarak abi dediğini duymam bir oldu. Sonrası benim için kabus gibiydi doğrusu, ilk defa söylemek zorunda olduğum yalanım yakalanmış, bununla birlikte arkadaşımı aileme tercih etmem gibi bir durum da söz konusu olmuştu. Ağır mahcubiyet altındaydım. Epey bir hakaret işitip bir miktar dayak yiyeceğimi düşünürken dedemin bizim için her daim hazır tuttuğu hoşgörüsüyle karşılaşmış ve onun kalkanı altında gecenin kalan kısmını normal bir şekilde geçirmiştim.

Dedemin hayata karşı yerli yerinde kullandığı birbirine zıtlık içeren birçok kartviziti vardı. Cumhuriyetin başlangıç evresine denk gelen ilk gençlik dönemlerinde eşkıyalık yaptığı da vardı dedemin, kediyi köpeklerden kurtarmak için canını tehlikeye attığı da. Dedem bütün çelişkileri kendi bünyesi üzerinde, doğanın bile aklını karıştıracak derecede sıradanlıkla taşımasını beceren yeteneklere sahipti, pek tabi bunlara yetenek denilir miydi onu bilmiyorum. Genellikle kağıt oyunlarını oynadığı kahvehane masalarında, yerine yancılardan birini stepne olarak bırakıp, camiye gitmenin uzaklığından üşenerek oyun mekanını terk etmeden, sabah vakti aldığı abdestle, işbu kahvehanenin kenarında atıl duran iki masayı yan yana getirip, yönlerini kıbleye ayarladıktan sonra üzerlerine çıkıp namaza dururdu. Bu şekilde dedemin beş vakit namaz kıldığını cami cemaati bilmezdi ama kahvehane milleti ayne’l-yakin bilmiş olurdu, buna ilaveten dedem bir türlü oruç tutmayı beceremezdi, belki de onun gençlik dönemlerinde alkol almasından kaynaklanan şekilde hayatına sirayet eden bir şeydi bu. Ben onun oruçla olan ilişkisini yaşlılık döneminden bilirim ama rahmetli babaannemin anlattıklarından öğrendiğime göre, o dönem için kendine yapılan bütün ısrarlara rağmen gençliğinde de tut/a/mazmış.

Ama dedem; her şeye rağmen ciddi anlamda dini bütün bir adamdı. Mesela yanında bulunan birisinin dini konularda ileri geri konuşmasına dayanamaz, bahis konusu durumlarda bu adamlara karşı zekasının bütün kıvraklığını kullanarak karşılık verir, hatta bir saygısızlık olduğuna hüküm verdiği durumlarda, ciddi bir şekilde tehdit unsuru haline gelebilirdi. Dedem, belinde her daim bulunan ve saklamasını çok iyi becerdiği ondörtlü adıyla bildiğimiz silahını ve bunun yanında riski severdi, onun adrenalinli durumlardan hoşlandığını bilmek için kahin olmak gerekmezdi. İçinde şiddetin bolca bulunduğu silahların dört dönüp patlamaktan çekinmediği hikayelerde bir aktör olarak önemli roller üstlendiğini duymuştum duymasına ama bunları bize asla kendisi anlatmazdı. Dedim ya dedemin kelimelerin ve hayatın üzerinde kurduğu farklı ve değişken bir ağırlığı vardı. Cumhuriyetin ilk dönemlerinde eşkıyalık, sonrasında doğuda ve güneydoğuda okul, köprü, konak gibi yapılarda müteahhitlik yapmış olup o dönem için epey bir kazanıma sahip olsa da onların hepsini bir çırpıda iyi etmesini becermiş biriydi.

Eğlenceli bir adamdı dedem, hiç unutmam sigaraya ilk başladığımız o yıllarda, akşam saat sekizden sonra bakkalların açık kalması yasak olduğundan mütevellit, bakkal, büfe sigara satan bir mekan bulamadığımız için bu yasak yüzünden epey bir sigarasız kalırdık. Lakin bahse konu durum o yasaklı yıllarda da uzun sürmemiş, yine o sigarasız kaldığımız bir gün dayıoğlunun yaptığı mıntıka araştırması sonucunda dedemin odasında bulunan rafların arasında gizli bir koli Bafra sigarasının varlığını öğrenmiştik. Bu elimizi oldukça rahatlatan bir şeydi doğrusu. Artık ne kadar dikkat etsek de zaman zaman sigarasız kaldığımız akşamlar rafa müracaat eden dayıoğlunun dedemin ön taraftan sigara paketi aldığı kolinin arka tarafını yırtmadan açıp oradan paket paket peyderpey koliyi eksiltiğini bir suç ortağı olarak çok iyi hatırlıyorum. Bir gün dedemin dayıoğluna, kendi lisanıyla “bak oğul, ben önden siz arkadan bu paçkayi kontrolsüz bir şekilde bitiriyoruz, bir gün iki taraf da sigarasız kalabiliriz, alacaksanız ön taraftan alın da önümüzü görelim” dediğini duymuş ben de payıma düşen kadarıyla utanmıştım. Bizi sigara konusunda bir taraf olarak değerlendiren dedem, bu tip durumları hiç de sertleşmeden yumuşak bir üslupla atlatmasını çok iyi becerirdi.

Yine bir kış akşamında o zamanların kömür sobalarına has bir durumla; bazı zamanlar yanmamak için ısrar eden sobamızın ciddi bir şekilde inadı tutmuştu. Hane halkından soba yakma maharetini elinde bulunduran herkesin denemesine rağmen meret bir türlü yanmamıştı. Bütün bu uğraşın sonunda yorgun ve yılgın düşmekten olacak soba kendi kaderine terk edilmiş, üşümemek için evin yüklüğünün bulunduğu odadan sarılıp ısınmak adına battaniyeler tedarik edilmişti. Birkaç dakika içinde hemen bütün hane halkı battaniyeleriyle birlikte televizyon karşısındaki yerlerini almakta gecikmemişti. Bu durumda yalnız dedemin battaniyesi eksik kalmıştı ki, dedem dayımdan olan kız torununa “kızım içerden tut iki tane battaniye getir, birini ben örterim diğerini de soba” demişti de o gece sabaha kadar gülmeden edememiştik.

Doğrusunu söylemek gerekirse dedemin hayatında süreklilik arz edecek bir şekilde hep bir şeylerin ters gittiği olurdu. Bu ters giden şeylerden en önemlisi de, anneannem ile ömrünün son otuz yılını dargın geçirmesiydi. Dedemin aksine anneannem, bütün hayatı boyunca ilkesel tutuma sahip olmuş ve bu özelliğinin yanında haya ve zarafetiyle tam saraylara yakışır bir kadındı. Bembeyaz tülbentinin içinden, masumiyete ve edebe sarıp sarmalanmış bir halde, cennetten çıkıp gelmiş huri kızlarını andıran bir edası vardı. Diyebilirim ki anneannemin hayatındaki en negatif husus, bir olumlu tarafının diğer olumlu tarafına gölge düşürmesiydi ki; durum gereği -olumlu- ilkeselliği onu -olumlu- barışından alıkoymuştu. Aynı hanede bulunmakla beraber anneannem, odadan içeri giren dedemi fark edince tam bir namahreme bakarcasına çemberiyle yüzünü örterek merhametinin görülmesini engellerdi. Bizim gönlümüzün en mutena köşesinde taht kuran biricik anneannemiz dedemin indinde; kendi fonksiyonelliğine bağlı bir şekilde, varlığını sukut suikastiyle adam harcayarak sürdüren biriydi.

Dedem hayatın en ağır yükünü yine hayatın en naif bulduğu taraflarına taşıttırır, yetmezmiş gibi kendisi bir kenara geçer ve takındığı en muzip çehreyle olan bitene tebessüm ederdi. Bir gün hayatta tanık olduğu enteresan bazı olayları anlatırken deli kontenjanından birinin; “dal yeşil yaprak sarı / vur aşağı yukarı / yar üstünde durur mu / kiraz ayının karı / Allahu ekber” deyip namaza niyetlendiğini söylediğinde, bize bütün bu absürtlüğün altında o deli düzeyinde birisi için kılınan namazın ciddi bir namaz olduğunu savunmuştu.

Üniversiteden yaz tatiline geldiğim bir dönemde sıcak yaz günlerinden birinin sabahında dedemin gerçeğe ve kurmacaya çalım atarcasına hayat için geliştirdiği bir tavırla öldüğünü görmüştüm; dedem yatağın içinde ama yatmayarak ve ayakta olmaya da burun kıvıran bir şekilde oturmuş bir vaziyette, gözleri memnun ve razı bir edayla odanın uzak köşesine sabitlenmiş bizi bekliyordu. Ölümü bile apansız ve farklıydı. Dedim ya benim canım dedem çoklu gerçekliğe inanan biriydi.

Şair Mimar Mustafa KARAOSMANOĞLU

adminadmin