Köşe Yazıları
Giriş Tarihi : 31-12-2017 11:25   Güncelleme : 31-12-2017 11:25

İki Dünya Saadeti İçin Gerekli Olan İman Tevhid Teslim Tevekkül

Bu yazı 05 Aralık 2017 tarihinde yapılan Akademik Başarı ve Hayat Becerileri dersinde, İstanbul Ticaret Üniversitesinde İletişim Fakültesi Dekanı olarak görev yapan Prof. Dr. Mim Kemal Öke’nin dersidir.

İki Dünya Saadeti İçin Gerekli Olan İman Tevhid Teslim Tevekkül

Bu dersten benim çıkardığım sonuç şudur. İman tevhidi, tevhid teslimi, teslim tevekkülü ve tevekkül de saadeti dareyni (iki dünya saadetini) getirir. Buyrun bir talebenin gözünden hocamız neler söylemiş:


Prof. Dr. Mim Kemal Öke, hayattaki hedefini şöyle açıkladı: “Yaşamımda başarıyı değil de mutlu olmayı hedefledim. Mutlu olabilmek için başkalarını mutlu etmek gerekir. Ne kadar çok mutlu edersen o kadar çok mutlu olursun. Birine yardım ettiğinizde onun güldüğünü görmenin verdiği hazza diyecek yoktur. Bu dünyada önemli olan tek şey faydalı insan olmaktır. Hayatta başarısız ol, yenil, ne olacak? Bırak, karşındaki mutlu olsun.”

Dekanımız, zorluklarla baş etmede ilk şartın, onları kabullenmek olduğunu söyledi: “Kararlarımı alırken hep duygusal, hep romantik hareket ettim. Pire için çok yorgan yaktım, gerekirse yine yakarım. Zorluklar karşısında geliştirdiğim stratejilerim de olmadı benim. Zorluklarla mücadele edebilmenin ilk şartı, o zorlukları peşinen kabul etmektir. Erenlerden birine ‘Bize öyle şey söyle ki dünyada olmasın’ demişler. O da ‘Rahatlık’ cevabını vermiş. Dünyada rahat olmak, diye bir kavram yok! Bir de zorluklara, zorluk gözüyle bakmayın. Onları sorun olarak görmeyin. Başaramadığınız hiçbir şeyi kendinize sıkıntı yapmayın. Hayatımdan sorun kelimesini çıkardım, zorluklara hiç takılmadım. Belki de birçok insan için büyük sorun sayılabilecek olaylar geçti başımdan, bu anlarda tam teslimiyeti seçtim.”

Mim Kemal hocamız, büyükleri mutlu etmenin gereğine, çocukluğuna ait anılar vasıtasıyla şöyle değindi: “Küçüklüğümü hatırlamaya çalışıyorum… Atatürk’ün doktoru Mim Kemal’in torunu olmak… İkisi de bakan dedeler, ekâbir bir aile, Nişantaşı… Birçok insanın düşündüğü gibi zengin bir aile çocuğu değildim. Ben doğduğumda babam iflas etmişti. Üstelik hovarda, alkolik ve kavgacı bir adamdı. Ölmeden önce beni yanına çağırdı. ‘Oğlum, senden helallik istiyorum; çünkü dedenden kalan bütün serveti yedim, sana bir şey kalmadı; ama biliyor musun tam istediğim gibi harika bir hayat yaşadım ve çok mutlu bir şekilde gidiyorum bu dünyadan.’ dedi. Böyle mutlu bir insanı uğurlarken ne denir? ‘Güle güle baba’ dedim ve kalan borçlarını kıt imkânlarımla ödedim. Anneme gelirsek… Maalesef annem de alkolik ve kumarbazdı. Bir çocuk olarak böyle bir ortamda bulunsaydınız ne yapardınız? Ya hayata küserdiniz ya da yalnızlığa sığınırdınız. Ben ikincisini seçtim, o sığınaktaki en iyi dostlar kitaplarım oldu. Yaşadıkları hayattan dolayı ne annemi ne de babamı yargıladım; hayatım boyunca onları mutlu etmeye çalıştım. Bir gün lisedeyken babam ‘Tekvando öğreneceksin’ dedi. O zamana kadar hiç spor yapmayan ben, sırf babam istiyor diye, tekvando öğrendim ve siyah kuşağa kadar çıktım. Böylece babamı mutlu ettim. Robert Kolej’i bitirdim, ailemde kimsenin akademik yanı olmamasına rağmen annem ‘Cambridge’e gideceksin’ diye tutturdu. İki yıl uğraştım oraya girmek için, sonunda başardım. Okuldaki tek Müslüman Türk bendim. Dinime laf gelmesin, kendimi ezdirmeyeyim, diye öyle çok çalıştım ki çalışmaktan masada bayıldığımı bilirim. Bu çalışma temposuyla okulu yedincilikle bitirdim. Böylece annemin de dileğini yerine getirdim. Büyüklerin isteklerini yerine getirmek, küçük küçük hediyelerle onları mutlu etmek çok önemlidir.” 

Dekanımız, “Her başarılı erkeğin arkasında bir kadın vardır” sözünü doğrularcasına eşinin, onun yaşamına katkılarından bahsetti: “İyi bir eşle evlilik, gerçek bir hayat becerisidir. Bir evlilikte bütün iş hanımdadır, biz erkeklerin birçok şeye kafası basmaz. Bugün geldiğim noktaya beni taşıyan eşimdir. İyi bir eş, iyi bir baba olmamı o sağladı. Biz iki gariban olarak evlendik, her kuruşumuzu birlikte yaptık. Evlendiğimizde evde halımız yoktu, bir vazo alınca mutlu olurduk. Hayat becerileri deyince akla gelen adam ben olmamalıyım aslında. Burada hoca olarak gördüğünüz Mim Kemal’in dışında bir de evde eş olan Mim Kemal var. Evdeki Mim Kemal’in elinden hiçbir şey gelmez; banyoyu ıslak bırakır, yemeği yakar, buzdolabında her şeyin bir yeri vardır, onları asla hatırlamaz. ‘Ya peyniri doğru yerine koyamazsam?’ korkusuyla buzdolabını açmaya çekinirim. Kırk iki yıldır evliyiz, hâlâ bazı şeyleri akıl edemiyorum. Mesela bir misafirimle eve geleceğimi önceden haber vermeyi unutuyorum. Tabii misafir gidince hanım çok kızıyor. Sonra saatlerce odama kapanıp okuyup yazıyorum. Kendimi bildim bileli bu böyle. Günde iki yüz sayfa, en az dört saat okurum. Evde hiç çekilir bir adam değilimdir anlayacağınız. Böyle bir adamla yaşamak çok zordur. Neval, evlendiğimiz ilk yıllarda şöyle derdi: ‘Hayatında bir kadın olsa onunla mücadele edebilirdim ama kitaplarınla nasıl mücadele edilir, bilmiyorum.’ Yaptığım hiçbir çalışmayı akademik başarı olsun, diye yapmadım. Ben okumayı, araştırmayı, yazmayı, tarihi çok sevdim. Boğaziçi’nde çalışırken, ‘Çok yayının var, profesörlüğe başvur’ dediler. Her alanda beni toparlayan Eşim Neval sağ olsun burada da yardımıma koştu ve bütün dosyalama işleriyle ilgilendi. Yirmi üç yıl geçti profesör olalı, ‘Ben oldum artık’ diye okumayı bırakmadım, daha çok okudum. Entelektüel olmak istiyorsunuz, başka çareniz yok.”

Mim Kemal hocamız, çocuklarıyla yaşadığı tecrübelerde, Allah’a iman etmenin O’nun bir olduğunun ve O’na tam olarak teslim olmanın güzelliklerini anlattı: “Evliliğimizdeki mutluluğumuz Alihan’ın doğumuyla katlandı; ancak onun bir mavi çocuk olduğunu, yani bir kalp sorunuyla doğduğunu öğrendiğimizde yıkıldık. İyileşmesi için gerekli ameliyat ancak yurtdışında yapılabiliyordu. Ben Boğaziçi Üniversitesinde asistan olarak çalışıyorum, paramız yok. Çocuk ameliyat olmazsa her an ölebilir, demişler eşime. Neval üzülmeyeyim diye, bu aciliyeti bana söylemeden para biriktirmeye çalışıyor. Asistan maaşıyla ne kadar biriktirebilecek? O dönem benim için çok zor; Ermeni olayları üzerine çalışıyorum, yaşananların bir soykırım olmadığını belgelerle anlatmaya çabalıyorum. Tabii bu durum bazı mercilerin hoşuna gitmiyor; böyle yazıp çizdiğim için de tehditler alıyorum, suikastlarla karşı karşıya kalıyorum. Evim basıldı, çocuğumu kaçırmaya çalıştılar falan… Yapayalnız, tek başına bir adamım. O günün parasıyla 12.000 TL’ye ihtiyacımız var. Kütüphanemi satışa çıkarmaya karar verdim, Neval karşı çıktı. Bir de üstüne üstlük, uğraştığımız konulardan dolayı yurtdışına çıkma yasağıyla beraber tazminat cezası da gelmedi mi? Bu çaresizliklerle bir gün üniversitedeki odamda oturmuş, ne yapacağımı kara kara düşünüyorum. İçeriye bir adam girdi: ‘Burada 20.000 TL’lik çek var. Çocuğunun ameliyatını yaptır, geriye kalanla gez, dolaş. Bunun karşılığında senden sadece bir şey istiyorum: Yazdıklarını yalanlayacaksın, soykırım yapılmıştı, diye yazı yazacaksın.’ dedi. Durumumu düşünün: Bir yanda çocuğumuz, bir yanda alçakça bir iftira! Tabii ki bir saniye bile düşünmedim, asla böyle bir şey yapmayacağımı söyledim. Bunun üzerine ‘Biliyor musun bu çekteki 4.000 TL’yi birine versem seni hemen hallederler’ dedi. O günü hiç unutamam: Yağmurlu bir gün ve Bebek’e doğru yürüyorum. Yağmur gözyaşlarıma karışıyor. ‘Medet ya Rab! Senden başka kimsem yok. Bir tek sen varsın.’ dedim. Sonra bütün zorluklar nasıl aşıldı, çözüm yolları önüme birer birer nasıl serildi, ben bilmiyorum. Bazı şeyler için sabırsız olmamak lazım, zamana ihtiyaç vardır. Neyse uzatmayalım, sonunda eşimle birlikte oğlumuzu ameliyat edecek hastaneye gidebildik. Doktor çok karamsar bir tablo çizdi bize. Ameliyat sonrası yirmi beşte bir felç, kırkta bir ölüm riskinin olduğunu söyledi. Hastane yakınında bir pansiyonda kaldık. O gece, sırt sırta yatarak ikimiz de hüngür hüngür ağladık. Bir aile olduğumuzu ve bunun ne kadar büyük bir nimet olduğunu işte o an anladım. Ertesi gün ameliyathanenin kapısında Alihan’a şöyle bir baktım, sakinleştiricinin etkisine girmeye başlamıştı. ‘Ey Allah’ım! Oğlum senin emanetindir, nasıl biliyorsan öyle yap!’ dedim. Tam teslimiyet böyle bir şeydir. Ameliyat bitti, doktor çıktı. ‘Oğlunuzun durumu çok iyi. Bu ameliyatı ben mi yaptım bir başkası mı anlamadan ameliyat başarılı bir şekilde bitiverdi’ dedi. Çok şükür Alihan iyileşti ve sağlıklı bir şekilde yaşıyor.” 

“Sonra kızım Nazlı, Down Sendromlu bir bebek olarak doğdu, hayatımda yepyeni bir dönem başladı. O zaman anladım ki Allah’ın yarattığı hiçbir şey kusurlu değildir; görene ve anlayabilene o yaratılanda bir hikmet vardır. Hüsranlardan hikmet çıkarabilmelisiniz. Kızımla birlikte engelliler dünyasına girdim ve yaşama, insanlığa dair çok şey öğrendim. Hayatta Allah vardır ve ona tam teslimiyet gerekir. Allah merhametlidir, sınavında sorumlu olduğun kitabı vermiş sana ki önceden çalışasın. Onun katına vardığında ‘Sana verdiğim hayatı nasıl geçirdin? Diye soracak. Yaptıklarını, beklentin olmaksızın aşkla, muhabbetle yapmalısın. Sadece Allah’ın rızasını kazanmayı düşünmelisin. Aşkla, ömür geçirmenin, insanlara sevgini verebilmenin gücü çok önemlidir. İnanın zorluklar karşısında geliştirdiğim hiçbir stratejim yok. Denize girersiniz, şöyle suyun üstüne sırt üstü yatarak suya bırakırsınız ya kendinizi, işte öyle Allah’a teslim olurum sadece. Cenabı Hakkın buradaki tecellilerini görmeye çalışın. Bu hayata niye geldiğimizi sorgulamamız lazım. Bu dünyada hınzırlar ve Hızırlar vardır. Siz Hızır olmaya çalışın, insanlara dokunun. İnsanlara iyilik yapmaya gönüllü olun. Tekrarlıyorum, başkalarını mutlu etmek kadar mutluluk verici bir başka duygu yoktur, inanın. Burada bir anımı paylaşmak istiyorum: Engelli çocuklarla yaptığımız çalışmalardan biri de onlarla oyun oynamaktır. Grubumuzda otistik bir kızımız vardı. Hiçbir şekilde dış dünyayla iletişim kurmuyordu. Otistikler gözünüzün içine bakmaz, onunla ilgilenirseniz, size tepki vermez, kendini kapatır. Ben çocuklarla oyun oynuyordum. Annesi artık ümidini kesti, çocuğu alıp gitmek istedi. Bense oyunları öğretmeye kararlıydım, gitmelerini engelledim. Her dersin başında, tepki vermese de hep onun yanına gittim, ona yakınlaşmaya çalıştım, espriler yaptım. Böylece uzun bir zaman geçti. Sonra bir gün baktım ki bana doğru geliyor. İnanın ayaklarım titremeye başladı. Yanımda durdu ve gözlerimin içine baktı. Hâlâ titriyorum, ‘Tuvalete mi gitmek istiyorsun?’ diye sordum. Oyun oynamak istediğini söyledi. Hayatımda yaptığım en güzel oyundu o. Kazandığım zafere, paha biçilemezdi. Bir de annesinin mutluluğunu görmeliydiniz, anlatılamaz… Deste deste trilyonlar dökülse önüme o anda yaşadığım hazzı vermezdi bana. Böyle mutluklarınız olmalı hayatta.”

Prof. Dr. Mim Kemal Öke, haramdan ve komplolardan kaçınılması gerektiğine, ruhun ve vatanın kutsallığı bağlamında şu şekilde değindi: “Hayatımda bazı şeylere çok dikkat ettim. Helal, bunların başında gelir. Oğlum bir işyeri açtı. Bu işletmeyi devam ettirebilmek için bazı haram yollardan bahsetti. Karşı çıktım; ‘O zaman batarız baba’ dedi ve battık. Bir zaman sonra oğlumu yanıma çağırdım: ‘Bak!’ dedim, ‘Sen bu olaydan iki şey öğrendin:

1. Senin için parayı asla esirgemeyeceğimi,

2. Ruhun satılmaması gerektiğini.’

Ruhunuzu asla satmayın. Ruhunuz Allah’a emanettir. Üstünüzdeki ceset de İslam’a aittir. Bu coğrafyada Allah, Türkiye’yi korusun. Bu ülke ne büyük savaşlardan geçti, yüzbinlerce kişi İslam için şehit oldu. islam üstünde oynanan oyunlara karşı çok dikkatli olun.”

“Başkalarını ezerek hiçbir yere gelmedim. Komplo kurarak, şeytanlık yaparak birilerinin ayağını kaydırmaya çalışmadım, bu şekilde gelebileceğim yerleri reddettim. Yerime göz dikenlere ‘Buyur, senin olsun’ dedim. Bir de yaptıklarımı para için yapmadım, hayatta para mefhumum hiç olmadı. Maaşımın ne kadar olduğunu inanın bilmiyorum. Bankomat kartımı hanıma verdim, onun bana verdiği harçlıklarla idare ediyoruz işte. Para, akıl, mevki geçicidir. Bu alkışlarınız var ya, bana onlar yeter. Allah sizin sevginize beni layık eylesin. Kapitalizm, bizi birbirimize rakip haline getirdi. Başkalarını değil, kendi kendinizi aşın. İçinizdeki iblisle mücadele edin, onu yenmeye çalışın. İnsanlar, bedensel hazlara kapılıyor babam gibi ‘Öleceğim, dilediğimce yaşayayım’ diyor, bense ‘Yeniden doğacağım’, Mahşerde tekrar dirileceğim, diyorum. Sıra dışı insanların çıkıp bunları söylemesi lazım. Bu dünyanın sahteliğini insanlara göstermek, insanları sarsmak lazım.” 

Kısacası başarı, Allah’ın rızasını kazanmak iledir. O razı olsa bütün dünya küsse ehemniyeti yoktur. O razı olduktan ve kabul ettikten sonra senin istemek talebin olmasa bile halkları da razı eder. Onlara da kabul ettirir.

Tabii hayatta zorluklar olacak, onları aşmak için hangi stratejilere müracaat edeceksin? İşte en güzel yol ve yöntem budur. Allah’a güven, iman et. O’na teslim ol, yeter. Her zaman bu sözleri “otomatik pilota bağlamak” gibi yapmalı. İşte bu dünyada da ahirette de saadetin anahtarı budur, vesselam…

adminadmin