Kültür
Giriş Tarihi : 25-08-2019 09:30   Güncelleme : 25-08-2019 12:18

Kanun Adamları Ve Toplum

​Kanunu yürüten sadece akıl olamaz. Orada irade, basiret, vicdan, tüm toplumdaki inanışı koruyucu sorumluluğuyla belli bir ahlâk ve şuuru belirtmelidir. Aksi takdirde her kanun tartışılır hale gelir, kanuna inanç kalmaz, toplum şuurundaki düzen mefhumu ve hissi çöker; gerisi adım adım gelir. En masum ve haklı ayaklanmalar böyle başlar.

Kanun Adamları Ve Toplum

Bir bürokrat kanunlara mı yoksa düzeninden sorumlu olduğu topluma göre mi hareket eder? Ölçü nedir?

Bürokratın hayatı umumiyetle teamüllere esirdir.

Yüksek memuriyetler, sıradan memuriyetlerden daha fazla netamelidir. O, sıradan memurdan çok daha geniş kitleleri etkiler. Demokrasilerin “kuvvetler ayrılığı prensibi”nden hareketle taşıdığı azdırıcı potansiyel gereği modern parlamentoları meşgul eder; enerji kaybettirir. Modern öncesi benzer yapılanmalarda ve modern zamanlarda darbeye teşebbüsleri de görülmemiş şey değildir.

Türkiye bürokrasisi buna tipik bir örnektir. Katmanlar arası komitacılık hiç eksik olmamıştır. 28 Şubat sürecinde şahit olduk. Bankacı, siyasetçi, gazeteci vs. çevresiyle birlikte ve bunların hepsini himaye edici, onlara kanunu tepeletici bürokrat tipinin Batılı bürokratların da talimatıyla nasıl hareket ettikleri görülmüştü.

Aynı dönem... Mesela, daha sonra Dünya Bankası Başkanı olarak ödüllendirilen İMF Başkanı, Yahudi Stanley Fischer’in Türkiye’deki koalisyon hükümetine verdiği talimatlar arasında, krediyi temin eden “niyet mektubu”na ilave şart olarak, TSK tanklarının modernizasyonunun İsrailli firmalara verilmesi tehdidinde bulunuşu, anlatmaya çalıştığım yapının uluslararası boyutta işleyiş tarzına da basit bir misâldir.

Bürokratın “varoluş krizi”, her ne kadar kapalı hayat sürdüğü gözlemlense de, toplum hayatının pek dışında sayılmaz. Şartlar her zaman rutin değildir. Kritik anlar da çatar; sorumluluk çarpar.

O, her inandığı kanuna göre karar makamı olmakla, düzeni sarsıcı çelişki içindedir. Kanunu aştığı zamanlarda da, sahiplendiği düzende yaşayan toplumu karşısına alabilir, toplumdaki karşılığını kaybedebilir.

Bürokrat kafası, umumiyetle “düzen”in kanunla varlık gösterdiğine inandığından, kanunu tartışmaya açmaktan haz etmez. O, ya bunu tartışmaya açacak çap ve keyfiyete haiz değildir veya zihnindeki yerleşik kavram ve tabuların esiridir.

Bürokrat kökenli olmayan bir siyasetçiyle “kanun adamı”nın zıtlaşması gayet tabiîdir. Devlet adamı “kanun adamı”ndan her zaman şikayetçi, kanun adamları da “düzenin emniyeti”ni sarsanlardan.. İstisnalar bir tarafa, kanun adamları küp kafalı bir hatırlatıcı, dikteci, ezberci, alıştığını buyurucudur.

Siyasetçinin bir avantajı var ki, kanun adamından en az bir adım önde...

Liyakatli, ehil, başarılı, özgüvenli, halkıyla içiçe bir siyasetçi ise elbette...

Hayatın akışını, toplumdaki değişimi, yeni beliren şartları ve tüm dinamikleri iyiye, doğruya, güzele yönlendirici, irfan sahibi bir siyasetçi çok önceden görebilir. Onun bu basireti gösterecek biri olma ihtimalinde bile toplum siyasetçiden yana eğilim taşır.

Kanun adamı ise hayatı otomat dayatmalarla meşgul kafa konforu gereği işini kanuna tahvil etmiş, tedavülden kalkması gereken ne kadar kanun varsa onlarla kafasındaki düzen mefhumunu yaşatır; böylece düzenin yürüdüğünü sanır. Lenin’e ait şu sözü hatırlatmanın yeri:

“Bir düzenden duyulan memnuniyetsizliği, o düzenin sahipleriyle karşıtları paylaşıyorsa devrimin zamanı gelmiş demektir.”

Siyasetçinin bürokrasiden şikâyetlenişi, sorumlu makam olması bakımından yersiz bulunabilir. Ancak bu sadece “siyasi irade”nin işi ve kabiliyeti çerçevesinde değerlendirilebilecek bir mesele değildir; mümkün de değildir.

Vaziyet, belli bir siyasî kültür ve bunun vasatını tayinde organizasyon zeminini de gerektirir. Bu noktada siyasi kültür ve tecrübe, yeniyi, sabiteleri, dinamikleri, alışkanlıkları, tavır ve tutumları kritik eden bir birikim belirtir.

Siyasetçide, hadiseleri fikirleştirici, muhakeme edici, geleceğin şartlarına hazır ve taşıyıcı bünye sahibi olmanın mücadele iradesi hep aranmıştır. Ancak o daima kendine yetmeyeceğini, danışılacak “âkil adam” ihtiyacını duyar. Onun en iyi danışmanı ise fikir adamlarıdır.

Fikir adamı olmazsa ne kanun, ne siyaset, ne de toplum adamakıllı konuşulabilir.

Devlet ve milletin gelişen her yeni nesilden, her insanda yeniyi ve değişmeyeni idrak ettiren ölçüleri, değerleri, belli bir kıvam ve süzgeç seviyesince öğretilmeli, sağlam bir hafıza kazandırılmalıdır.

İçeride topluluk olunmazsa dışa toplu çıkış gerçekleşebilir mi?

Bu takdirde politikadan, politikacıdan bahsedilebilir mi?

İnsan yetiştirmek?

Bu bakımdan kültür, insan ve toplumu inşa kültürü; hiç eskimemesi, daima yeni kalması gerekendir. Üstad Necip Fazıl, “Kültürsüzüz efendiler, kültürsüsüz” uyarısını döneminin tüm siyaset ve kanuna damlarına yapmış bir fikir adamıydı.

Olunması gerekenin nefs emniyetine düşman bir nefs emniyeti içindeyiz.

Bürokrasi, devlet ve toplumun hiyerarşik insan kadrosu olduğuna göre sadece çalışmamalı, üretmelidir de... Türkiye’de hak ve liyakatin rastlanmadığı kimi yüksek memuriyet makamlarının, gün gelip millete düşman -15 Temmuz’da olduğu gibi!- emir-komuta zinciri dahilinde sorgusuz sualsiz hareket ettiği unutulmamalıdır.

Bürokratik statünün yerleşikliğinden kaynaklanan kimi şımarık ve küstah tutumlar sırasında, mevkii ne olursa olsun yapılan sorumsuzluğu ihtar edici, müeyyidesi neyse buna uygun ceza anında tatbik edilmelidir. Bürokrasi, iş buyuran değil, hak emrinde iş buyurulan memuriyetiyle müsbet mânâ belirtebileceğine göre ilk iş, millî ruh ve menfaat çerçevesinde millî disiplini korumaktır.

İnsan kaynağı çürük bir sisteme dayalı bürokratik zihniyeti ortadan kaldırmak, çekirdekten yetişen, ölçüsü, hassasiyeti, menfaati millî bir gençlik kadrosu hazırlamakla mümkün olabilir. Üniversiteler bu bakımdan çok önemlidir. Bu gençliği arıyorsak, mevcut akademik tabu ve dayatmalar gençliğin tepesinden derhal kaldırılmalıdır. En küçük akademik birimine kadar ehil ve layık olanlar, gençliği teslim alacak biçimde kadrolaştırılmalıdır.

Seçilmiş Mısır Cumhurbaşkanı şehid Mursi’ye hainlik yapan, işkenceyi meşrulaştıran hain kürsünün sahipleri bürokrasinin son zulüm örneğidir. 15 Temmuz’a doğru devlet içi tüm birimlerdeki hain unsurlara imkân tanıyan gaflet ve boşluk, mevcut alışılmış, kanıksanmış bürokratik sistemdir. 28 Şubat işkence ve zulümlerini milletin gözünün içine baka baka katmerli biçimde işleyenler aynı hain bürokratik zihniyetin eseridir.

Mevcut bürokratik mekanizmada şu hastalık henüz bertaraf edilememiştir:

Kendini varlığından daha geniş bir zeminin sahibi görmek. Kendinde haddinden fazla güç vehmetmek. Kanunların tanıdığı dokunulmazlık zırhıyla buyurduğu kanunun öz kuvveti, emrindeki kolluk kuvvetini de öz eli olarak düşünmek.

Vicdan, hakkı gözeten ve yazılı olmayan “ilahî” bir kanun... Muhakkak tecelli eder.

Bir kanunun insanına kendini inandırması için vicdanlara sığması şarttır. Kendi kanunuyla kendi kanunu çiğnemeyi aklından geçiremeyecek teamüller hayata geçirilmeli, köhne alışkanlıklara sahip ne tür bürokrat varsa tasfiye edilmelidir.

Son tahlilde kanunlar da akıl ürünüdür. Fakat hangi akıl? “Metin sahibi” kanun adamı, merhamet, şiddet ve ceza yetkisini kullanırken, adalet duygusunu sadece metni tatbikte bulursa orada zulüm var demektir.

Bir kanun metniyle, her davaya, her şahsa, her vak’aya karşılığının verileceğine inanılması korkunç bir hatadır. Nitekim hakim, ilgili kanunu mevzubahis şahsa tatbikten sonra “kamu davası” açar ve aynı davaya toplum nezdinde ilgisini sürdürür. Toplumun umumî vicdanî hakkını takip sorumluluğu?

Bu şuurla vatandaş, sıhhatli işleyen hukuk mekanizmasında verilen cezaya razı olmak durumundadır.

Ancak kanunu yürüten sadece akıl olamaz. Orada irade, basiret, vicdan, tüm toplumdaki inanışı koruyucu sorumluluğuyla belli bir ahlâk ve şuuru belirtmelidir. Hangi ahlâk?

Aksi takdirde her kanun tartışılır hale gelir, kanuna inanç kalmaz, toplum şuurundaki düzen mefhumu ve hissi çöker; gerisi adım adım gelir. En masum ve haklı ayaklanmalar böyle başlar.

Kanunlar, kanun olduğu için değil; inanıldığı, güvenildiği için kanundur. Kanuna güvenen şey vicdan, selim akıl ve kalptir.

Usûl yanlışsa, görüşte isabet yoksa?

Bakışta ve çözümde vicdan hakim değilse?

Akıl basiret ehline danışmıyorsa?

Bir kanun için başka bir kanun tepelenmişse?

Orada her türlü felaket beklenmelidir.

 Cumali Dalkılıç

Aylık Dergisi 178. Sayı

adminadmin