Fikir
Giriş Tarihi : 28-01-2023 17:13   Güncelleme : 28-01-2023 17:13

Millete ve Milliyetçiliğe Düşmanlık Dünya Sistemi’nin Orta Vadeli Planlarıyla İlgilidir

“Oyla gelen oyla gider.” Bu atasözüne benzer deyişi 27 Mayıs 1960 askeri müdahalesinin elebaşlarına karşı kullanmalıydı. Hiç öyle olmadı. Aksi istikamette olduğu iddia edilebilecek şeyler vuku buldu. Halkın aksülameline karşı ne yapılabilecekse bütün ihtimallere karşı her türlü tedbir alınmıştı.

Millete ve Milliyetçiliğe Düşmanlık Dünya Sistemi’nin Orta Vadeli Planlarıyla İlgilidir

 

Ne Adnan Menderes’in asılarak idam edilmesi bir toplum hareketine yol açtı, ne de Demokrat Parti’ye oy vermiş seçmenlerin 1961 genel seçimlerinde iki partiye bölünmesi tedirginlik yarattı. Daha da ileri gidildi: 27 Mayıs yirmi yıla yakın bir zaman boyunca resmen tatil, yani bayram ilân edildi ve 30 Ağustos Zafer bayramına (sadece bu ikisinde askeri erkânı sivil devlet erkânının ziyaret edişi sebebiyle) eş tutuldu.

 

Ferruh Bozbeyli 27 Mayıs’la İkinci Cumhuriyet’in başladığını iddia ediyordu. İddianın ispatını kanunların yeniden numaralandırılmasında bulabilirdik. Oysa İkinci Cumhuriyet fikriyle kimse oyalanmadı. Her nasılsa ABD ile Milâttan sonra 1945 tarihinden itibaren imzalanan gizli anlaşmalar 27 Mayısla gıdalandı ve bu gıda12 Mart 1971 muhtırasının ve 12 Eylül askeri müdahalesinin halkın nazarında semirmesine yol açtı. Bugünün Türkiye’sinde Sokak çatışmalarına şahit olmuyorsak sebebi halen hepimizin 12 Eylül 1980 darbesinin gölgesinde yaşadığımızda bulabiliriz. Müddet size uzun görünebilir. Unutmayın ki bir şeye ancak uzun vadedeki tesiriyle hegemonya ismini yakıştırıyoruz. İklim değişikliği ihtimalinin yüksek oluşu ve karbon salınımı tehlikesinin gerçek oluşu çevrecilik fikriyatının ABD’nin bekası için şişirilmiş bir balon olduğu gerçeğini değiştirmiyor. Ayrıca hem dindar Yahudilerin ve hem de dindar Hıristiyanların “Tanrı’yı kıyamete zorlamak” fikrinde ittifak ettiklerini unutmayalım.

 

Vukuatın temelinde ne yatıyor? Vukuatın temelinde Dünya Sistemi’nin kısa, orta ve uzun vadede ümit bağladığı planlar yatıyor. Dünya Sistemi kısa vadede dar gelirlilerin sayısını artıracak tasarıları gündeme taşıyor. Milâttan sonra 1944 yılından itibaren bu tasarılar döviz cinsinden para akışının hem türü, hem de hızıyla sıkı sıkıya ilişkilidir. Bazı durumlarda döviz hareketleri gerçek piyasayı görünmez hale getiriyor. Hangi türden olursa olsun medya millet ve milliyetçilik fikrinin gözden düşmesine ve mümkünse hiç görünmemesine hizmet eden bir izlek uyguluyor. Millete ve milliyetçiliğe düşmanlık Dünya Sistemi’nin orta vadeli planlarıyla ilgilidir. Uzun vade dünya cenneti hülyasıyla süslüdür. Vade ister kısa, ister orta, isterse uzun olsun sayıca dar gelirlilerin sayısının artması ve bununla nispeti ne olursa olsun azmanlaşan ve azmanlaştıkça saldırgan tutumuna engel konulamayan servetin yarattığı şiddet insan olma şerefinden herkesi uzaklaştırıyor.

 

Gayemiz insan olmağa odaklanmışsa şerefimizin ağzımızı yiyeceğimize uzatmada değil, yiyeceğimizi ağzımıza götürmede saklı olduğunu bilelim. Antonio Francesco Gramsci’nin hegemonya hakkında söylediklerine dikkatle ve titizlikle bakmalıyız. Batı Medeniyetinin meseleleri ele alınırken ortaya kendine beyaz diyen ırkın kayırmacılığı göz ardı ediliyor. Adını andığım filozofa göre kapitalizm üzerimizdeki baskısını gündelik hayatımızda hükümran olan hegemonya ile devam ettiriyor. İtalyan Komünist Partisi’nin kurucularından biri soruyor: Kapitalizmi yıkmak için ne yapacağız? Bir mukabil (komünist) hegemonya üretip geliştireceğiz. Aydınlanma felsefesinin dikkate değer meyvelerinden Marksizm bu hegemonyanın üretilmesinde rol oynayabilir mi? Hayır, oynayamaz. Bu tıpkı hippie’lerin 1960’lı yılların yarısından itibaren hayatımıza sokmağa çalıştıkları karşı-kültür mavalına benziyor. Blue-jean’lerini kapitaliste birkaç kuruş daha kazandırmamak için üzerlerinde parçalanana kadar giyme modası başlatmaları ne sonuç verdi? Piyasa hippie’leri bünyesinde eritmekle kalmadı; kentsoylular pahalıya sattıkları parçalanmış pantolonlardan milyarlar kazandı. Akademik alanda “reel-sosyalizm” adı verilen SSCB de dünya haritasından silinerek bir çeşit hippie’liğe dönüştü. Bunu buraya “dönüştü” deyiverip yazıvermek kolay görünüyor. Komünistlerin birer idealistmiş gibi görünmelerinin tuhaflığı içinde.

 

Batılı ülkelerin kalkınmış kabul edilmesinin bir sonucu olarak devlet idaresinin her merhalede Batı’ya benzetilmesi toplum hayatımızı çürüttü. Bugün birimiz kalkıp “Kalkın ey ehl-i vatan!” nidası yükseltse bunu vatan duygusunun çok uzağında bir anlayış içinde yapacak. Çünkü biz Türkler hiçbir konuda mutabık değiliz. Türk toprakları denilince bundan Misak-ı Millî’yi anlayanlar ihmal edilebilir bir azınlıktır. Artık hiç kimse Batı’da Selânik’ten Varna’ya, Kuzey’de Batum’a, Doğu’da Kerkük’e, Güney’de Musul’dan başlayıp Halep’in yirmi kilometre güneyinden geçerek Akdeniz’e ulaşan alanın İstiklâl Marşı’nda geçen “cennet vatan” olduğu gerçeğini gerçek saymıyor. Y.M.C.A’nın zaferi mutlaktır. Onlar Cumhuriyet’in başlangıç yıllarında şöyle demişlerdi: “Biz Türk gençlerini Hıristiyan yapmayacağız. Türk gençlerini öyle yetiştireceğiz ki her tercihleri bir Hıristiyan tercihi olacak”.

 

Türk vatanında Batılı hegemonyası II. Osman saltanatından itibaren tesis edilmeğe başlandı. Osmanlı saltanatı sırasında Türklerin davranışlarına yön verecek kararları alanlar devletlerinin çökeceğine ikna edildi. Dikkat edin: Kapitalizm bütün süreç boyunca hiç zafer kazanmadı. Eğer bir zafer denilecek şey tezahür ettiyse bu sadece hegemonyanın zaferiydi. Kime yüz verdiysek o kimse “cebren veya hile ile” astarı elimizden almasını bildi.

Kaynak: istiklalmarsidernegi.org.tr - İsmet Özel

Recep YAZGANRecep YAZGAN