Genel
Giriş Tarihi : 03-07-2016 10:00   Güncelleme : 03-07-2016 10:00

Nelerin Reddi, Neyin Kabulü Veya Hangi armut pişecekkimin ağzına düşecek?(ı)

Dünyada hayat verilmiş bize

Nelerin Reddi, Neyin Kabulü Veya Hangi armut pişecekkimin ağzına düşecek?(ı)
Dünyada hayat verilmiş bize. Dünya yaratılalı beri hayatını kendi emeğine borçlu olduğunu iddia edecek kadar delirme seviyesine hiç kimse ulaşmadı. Nasıl geçirmeli dünyadaki günleri? İstirahat mahallinde değil, iş yerindeyiz. İşimiz şirki reddetmek ve birliğin müstakar alanını kaplamaktan ibaret. Varoluşumuza bundan başka bir gaye ne kadar çabalarsak çabalayalım, asla bulamayacağız. Cenneti dünyada aramanın, ahirettekinden vazgeçme pahasına olduğu dostun da, düşmanın da bildiği bir gerçek. Yaratılanlar arasında hepimizi avlamak isteyen İblis de var. Onun oltasının ucunda yalnızca günümüzde değil, bütün çağlarda bir armudun dünya ahvalinde pişeceği ve pişer pişmez birinin ağzına düşeceği zokası baştan beri takılıydı. Milletler arasında şeytanın oyununa gelmemeyi bir Türkler başardı. Türkler bu başarıya vatan sahibi olmak, millî hâkimiyet tatbikatına fasıla vermemek suretiyle ulaştı. Türklerin tuzaktan kurtulmak için uyguladıkları teknik başlarını muhafaza etme tekniğiydi. Başlarını vermemek için sırt sırta verdiler. Türkler için mukavemet, muavenet, tesanüt aynı şey idi. Halen öyledir. Her sıkıntı döneminde baş vermeme tezinin zuhur etmesi Türk gölüne maya çalınmasına kifayet etti. Balığın baştan koktuğunu bilirsiniz; ama balıkta boyun bulunmadığına dikkat ettiniz mi? Yoktur. Balık baştan koktuysa, başta başlayan kokuşma sırasıyla boyna, oradan omuzlara geçecek değildir. Türklük başa bağlanmağı varoluş şekline sokmuştur. Tüm bedeni sağlam tutma yolunun sağlamlığı başa tevdi etmekten geçtiğini Türk baştan beri biliyor idi. Ölümün şekle son vermekten geçtiğine kanaat getirmiş olan Türk şimdiye kadar kendi varlığının başla mukayyet olduğu bilgisiyle güçlendi. Bu bilgisi sebebiyle ve bu bilgisine mukabil, ihanetin baştan gelebileceği fikrine Türk hiç itibar etmedi. Bu yüzden de baştakinin kendi kötülüğüne çalışmış olabileceğine baştan beri ihtimal vermedi. Olan oldu. Türk olmayanlar Osmanlı hüküm sürdüğü müddetçe başta kim varsa, başa geçme numarasını kim en iyi yürütmekteyse ona yaltaklık ederek Türk’e tanınan hâkimiyet imkânının hepsini ortadan kaldırdılar. Cumhuriyet idaresi hâkimiyet imkânının bir daha tanınmaması için Türk olmayanlara söz verenlerin eseri oldu. Türk olmayan yetkeye sadakat Cumhuriyet idarecilerinin olduğu kadar Cumhuriyet dönemindeki sanat ve fikriyat seçkinlerinin ekmek teknesi oldu. Türkler arasında her ne kadar belânın büyüğüne Tanzimat Fermanı vasıtasıyla uğradığımız fikrini edinmişler eksik değil idiyse de, bu günlere Türkleri Türk eden müşahhas baştan çok öncelerde mahrum bırakıldığımız fikri hiçbir Türk’e mukni gelmediği için geldik. Her sıkıntılı merhalede selâmeti yakalayacağımızı biz Türkler gayet tabiî bir vakıa sayıyorduk. “Çok çok isteyelim ki, az az versinler”. Benim gençliğimde bu aklı bize Sadun Aren ikram etmişti. Tavsiyeye muhatap olanlardan kaçının sindirim sistemi sunulandan gıda temine müsaitti? Ben dâhil hiçbir kimse Türkiye Cumhuriyeti’nin muvakkaten kurulmuş olmasının meseleleriyle boğuşulduğu görüşüne yakın durmuyordu. Kendimizden şüphe etmek için hiçbir sebep göremiyorduk. Türk olmamız hasebiyle isteyenin de Türk, verecek olanın da Türk olduğu fikri bize gayet tabiî görünüyordu. Bir aldanış içine mi düşmüştük? Hayır. Biz şiirin milletiydik. İstiklâl Marşı’nın hâsıl ettiği millet, Türk milleti idik. Şiirden korkmak veya korkmamak… Türk varlığının kafatasını ele aldığında karşısına çıkan bütün mesele bu mu? Belki de. Zira Allah’tan korkan şiirden korkmaz. Dindarlardır şiirden korkanlar. Onlar Allah’ın teferruatla ilgilenmediğinin mantıkla gösterildiği bir dinin salikidir. Gizli ve meşum günahları zihinlerine musallat olduğunda Allah’ın işi oraya (nere ise orası) kadar götürmeyeceği düşüncesini esas almışlardır. Onlar kendilerine temizlenme yeri olarak Havraları, Kiliseleri, Camileri seçmişlerdir. Hayatlarını kutsal olan ve olmayan ayrımını esas alarak yaşarlar. Dolayısıyla hepsinin biri dinî, diğeri dünyevî olmak üzere iki hayatları vardır. Cumhuriyet idaresinin ve idarecilerinin dinî hayatları karşısında çok haşin bir tutum takındığı görüşünden siyaset sahasında çok istifade görmüşlerdir. Belli dönemlerde şiire yakınlıkları millete yakınlıklarını doğurmuş, başka bazı dönemlerde ise şiirden korkuları millet korkusu şekline bürünmüştür. İsmet Özel, 1 Temmuz 2016 İstiklal marşı Derneği
adminadmin