Analiz
Giriş Tarihi : 20-11-2018 10:06   Güncelleme : 20-11-2018 10:06

Osmanlı’nın çöküş sebeplerinden ders almak -1

“Ve li kulli ummetin ecel. Fe izâ câ’e eceluhum lâ yeste’khırûne sâ‘aten ve lâ yestaqdimûn; Her toplumun bir vadesi vardır: Vadeleri dolduğu vakit onu ne bir an erteleyebilirler ne de öne alabilirler.” (A’râf, 7/34. Keza; Yunus, 10/49; Nahl, 16/61 vd.).

Osmanlı’nın çöküş sebeplerinden ders almak -1

Marmara Üniversitesi İlahiyat Fakültesi’nde okurken 1983-84 yıllarında kendisinden İslam Tarihi ve Arapça dersleri aldığımız muhterem hocamız Mehmed Maksudoğlu (1), Osmanlı’dan günümüze, toplumdaki değişim maceramızı büyük bir dirayetle özetlediği kitabını yayına hazırlamam için bana gönderdiğinde büyük bir iştiyakla okudum.

Maksudoğlu hocamın imla tercihlerini muhafaza etmeye gayret ederek eseri tashih ve redaksiyona tâbi tutup kendisinin de muvâfakatini aldıktan sonra tasarım ustası bir dostuma ilettim (2). Ardından, daha çok okuyucuya daha hızlı ulaşabilmesi için Tarih Bilinci ve Kültür dergisine -internet sitesinden tam metin hâlinde yayımlanması- ricasıyla gönderdim. Derginin sahibi Tarih Bilincinde Buluşanlar Derneği Yönetim Kurulu Başkanı Hasan Konuk, eseri dergi sitesinden hızlıca yayımlattı (3). Tam metin halinde siteden indirip okuyabileceğiniz eserin ilk bölümünü, ehemmiyetine dikkat çekmek maksadıyla özetle aktarıyorum. Osmanlı Devleti’nin kuruluş, yükseliş ve çöküş dönemlerini daha detaylı incelemek isteyenlere de Hoca’nın “Osmanlı Tarihi (1289-1922)” isimli eserini tavsiye ediyorum (4).

BOZULMANIN NASIL BAŞLADIĞINI DOĞRU TESPİT ETMEK

“Fâtih Sultân Mehemmed çağında; “Zina suçu derhâl ve şiddetle cezâlandırılırdı. Yol kesicilik âlemden silinmişdi. Öyle ki, bir kadın, yanında büyük mikdârda altınla, yalnız başına bir iki günlük yola gitse, hiçbir zarâra uğramadan döneceğinden kimse şüphe etmezdi.” (Neşrî)

Fâtih’in yıktığı Doğu Roma İmparatorluğu’nda, Kostantinopolis’te ise “fuhuş yaygındı, kölelerin durumu fecî idi.” (Jenkins). Osmanlı ordusu şehri kuşattığında halk, Hipodrom (Sultanahmed) meydanına, Mâviler ile Yeşiller arasındaki araba yarışlarını seyretmeğe koşuyordu…

Derken, durum değişti, Avrupa karşısında, yenileşme, değişme ihtiyâcı duyduk. Güçlü olan, gurura kapılıyor (gurur; ‘aldanmak’ demektir). Kanûnî Sultân Süleyman pâdişâh olunca, şehzâdeliğinde Enderûn’da (saray mektebinde) tanıdığı, gerçekten çok zeki ve kabiliyetli İbrâhîm’i, usule aykırı olarak sadrâzam yaptı. Vezîr Ahmed Paşa 1522’de Mısır’a tâyin edildi. Sadrâzamlık sırası kendinde olduğu hâlde bu işe İbrâhim’in getirilmiş olmasından dolayı kırgındı, Devlet’e başkaldırdı, Mısır’da kilit noktalara güvendiği Memlûkları getirdi. 1524 yılı ocak ayında kendi adına sikke kestirdi, hutbe okuttu! Yâni bağımsız oldu! 1525 yılında ortadan kaldırıldı, ama Devlet’e karşı bir davranış ortaya çıkmış oldu.

Fâtih, dışarıdan İstanbul’a ikindi vaktinden sonra girilmesini yasaklamıştı. Kendisi, tebdîl-i kıyâfetle (kılık değiştirmiş olarak) gezerken İstanbul’a ikindi vaktinden sonra girmek isteyince, kapıdaki görevli, onu içeri almamıştı. Fâtih kendisini tanıtıp içeri girerken de; “Hünkârım, kendi töreni niçin kendin bozarsın?!” hitâbını tevcih etmişti.

Kanûnî Süleyman, Zigetvar cihâdı sırasında, atının kırılan gümüş gemini onaran yeniçeriyi, “orduya sanatkâr karışmış” diyerek öfkelenip yeniçerilikten çıkartmış, emekliye sevk etmişti. Yeniçeri Ağası, bu yüzden büyük tehlike atlatmıştı.

Bozulma’da ikinci adım: İnebahtı (Lepanto) deniz savaşını (1571) unutmayalım:

Haçlı Donanmasına karşı gönderilen “Osmanlı Donanmasının başında, ‘Donanma-yı Hümâyûn Serdârı’ sıfatıyla İkinci Vezîr Pertev ve Kapdân-ı Deryâ Müezzin-zâde Ali Paşalar vardır ve bunların her ikisi de kara ordusunda yetişmiş olmak itibariyle denizcilikle hiçbir alâkaları yoktur!… Deniz işlerinden hiçbir şey anlamayan bu kara paşalarını o kadar buhranlı bir devirde Bahriye’nin başına getiren de Vezîr-i A‘zam Sokullu Mehmet Paşa’dır! Bunlardan Kapdân-ı Derya Müezzin-zâde Ali Paşa’nın kapdanlıktan evvelki vazifesi Yeniçeri ağalığıdır ve ondan evvel de hiç deniz işlerinde bulunmamıştır! Eski ve yeni müellifler bunda müttefiktir… Büyük denizci Piyâle Paşa’nın donanma serdarlığından azli, Kıbrıs ganimetlerinde Sokullu’yu memnun edememiş olmasından, Sadâret makamında Sokullu’ya rakip sayılmasından ve Sokullu’nun da, onun yerine gönderdiği ikinci vezir Pertev Paşa’yı muvaffak olamayacağı (başaramayacağı) bir işe sevk ederek gözden düşürmek istemesindendi!” (Dânişmend).

Avrupalı’nın, o zamana dek yenemediği Osmanlı’ya karşı kazandığı Lepanto deniz zaferi, İtalya’da, 450 yıl sonra, halâ şatafatlı törenlerle anılmaktadır.

Kanûnî’nin torunu Sultân Üçüncü Murâd (1574-1595) çağında, Osmanlı Cihân Devleti’nin hudûdu, batıda Litvanya’ya kadar uzanıyordu. Sultân Üçüncü Murâd, oğlu Mehmed’in günlerce süren sünnet düğününde (Solakzâde), şaşılacak hünerler gösteren canbazlara, hokkabazlara, mükâfat olarak ne istediklerini sorunca (1595), yeniçeri olmak istediklerini söylediler! Yeniçeri Ağası Ferhad, bu gülünç isteğe uymaktansa ağalığı bırakmayı yeğledi. Yerine geçen makam heveslisi Yûsuf Ağa, bu maskaraca işi irtikâb etti, hokkabazları, canbazları yeniçeriliğe aldı. Böylece, Dünyânın en güçlü ordusunun bozulmasında çok mühim bir adım atılmış oldu! (1595).”

ŞAHSİ MENFAAT HIRSIYLA DEVLET VE TOPLUM NİZAMINI TEHLİKEYE ATMAMAK

“Mîlâdî 16. yüzyıl sonlarında, Sinan Paşa’nın beş defa sadrâzam olması, bu makama gelmek için çoğu defa, etkililere ‘hediye’ nâmı altında çok büyük meblâğlar ödemiş olması, bozulmanın belirtileri olarak değerlendirilmelidir.

Kişinin, böylesine mühim, âhireti için son derecede tehlikeli olan bir makama gelmek için büyük meblâğları ‘hediye’ olarak etkili ve yetkililere ödemesi, neye alâmettir?

“Sinan Paşa, başta harem ve saray muhiti olmak üzere ulemâ ve asker çevresinden kıymetli hediyelerle veya mevkiler vererek bir taraftar kitlesi oluşturmuş, siyasî gücü bu ekiple birlikte kullanmıştır. Özellikle Lala Mustafa Paşa, Ferhad Paşa gibi amansız rakipleriyle giriştiği siyasî mücadele XVI. Yüzyıl’ın son çeyreğine damgasını vurmuştur.” (İpşirli).

Mîlâdî 1596 yılında yapılan Haçova Meydan Muhârebesi’nde, 100 bin kişilik Osmanlı ordusunun karşısına çıkan 300 bin kişilik Haçlı ordusunda Avusturyalı, Macar, İspanyol, Çek, Polonyalı, Floransalı, Erdelli askerler ve Papa’nın askerleri vardı. Savaşın ikinci gününde Avusturyalılar Osmanlı ordusunun merkezine şiddetle saldırıp merkezi dağıttılar. Yeniçeri ve sipâhîlerin birçoğu şehîd oldu. Bozgun başlamıştı…

Avusturya askerleri, Osmanlı karargâhına girmiş, yağmaya koyulmuşlardı. Düşman askerlerinin çadırlar arasında dağılıp yağmaladığını gören seyisler, aşçılar, deveciler, katırcılar; balta, kazma gibi âletlerle saldırıp bir kısmını öldürdüler (Solakzâde), bir yandan da “Kâfir kaçdıı!” diye haykırmağa başladılar. Kaçan Osmanlı askerleri de dönüp düşmana saldırdılar. Avusturyalılar 50 bin asker kaybetti. Osmanlılar 95 Alman topu ele geçirdiler (Uzunçarşılı).

Görüldüğü gibi bozulma, yukarıda, üsttekilerde başlıyor; henüz bozulmamış olan halk çocukları, hizmetliler, bozgunu zafere çeviriyorlar. İbret alınacak bir durum! Bu savaşta genç pâdişâh Üçüncü Mehmed (1595-1603) de vardı ve tutsak düşebilirdi!

Lehistan kazakları, Özi (Dinyeper) nehrinden Karadeniz’e çıkıp İstanbul Boğazı’ndaki Yeniköy’ü yağmalamışlardı. Bu duruma çok kızan Pâdişâh Genç Osman (1618-1622) Lehistan’la savaşa karar verdi. Ordu-yu Hümâyûn ile 1621 yılında sefere çıkan pâdişâh, Hotin’e geldi, fakat kaleyi alamadı. Kırımlı 50 bin atlı Lehistan içlerine akınlar yaparak halka korku saldı. 14 Eylûl 1621 günü yapılan dördüncü yürüyüşte, Budin Vâlisi Karakaş Mehmed Paşa, Lehlilerin istihkâmlarına girmişti ve Osmanlı bayrağını çekmek üzeriydi ki şehîd düştü (Solakzâde). Sadrâzam Hüseyin Paşa, gerekli yardımcı kuvvetleri, kıskançlığından dolayı göndermemişti. Mehmed Paşa bu işte başarılı olursa, kendisinin yerine sadrâzam olabileceği endişesiyle böyle davranmıştı! Bu fecî hatasından dolayı azledildi.

Sonunda, Devlet-i ‘Aliyye ile Lehistan arasında, 5 Ekim 1621’de barış andlaşması yapıldı… Osmanlı merkez ordusundaki bozukluk, bu seferde de görülmüştü. Bu orduyla iş görülemeyeceğini iyice anlayan pâdişâh, hacca gidip Anadolu’dan asker toplamak istedi, bu hareketi statükoyu ürküttü ve hayâtına mâl oldu (1622).”

KAMU KAYNAKLARININ İSRAF EDİLMESİNE GÖZ YUMMAMAK

Mustafa 1617’de pâdişâh olunca, culûs bahşişi dağıtılmıştı. Üç ay sonra Genç Osman pâdişâh olunca (1618), yine culûs bahşişi dağıtıldı. Dört yıl sonra (1622) tekrar Mustafa pâdişâh olunca, yine culûs bahşişi dağıtılmıştı. Mustafa’nın annesi, oğlunun durumunu korumak için askerlere büyük meblâğlar ödemişti. Bir müddet sonra Dördüncü Murâd’a bey‘at edilince, 5 yılda 4 defa culûs bahşişi dağıtılmış oldu. Sutân Murâd’ın culûs bahşişini ödemek için saraydaki altın ve gümüş eşyanın eritilmesi gerekti ve bâzı tâcirlere borçlanmak zorunda kalındı!

Koçi Bey, Sultân Dördüncü Murâd’a sunduğu risâlede, 16. Yüzyıl’ın sonlarından başlayarak ülke ve devletin içine düşmüş olduğu durumun umumi manzarasını çizdikten sonra ülkeyi hükmü altına almış kötülükleri seyredip de susmasının kendisi için mümkün olamayacağını ifade eder (Akün).

Genç pâdişâhı, bu kötü gidişe dur demeğe, kötülükleri önlemeğe dâvet eden, bunu yapmazsa, Kıyâmet Günü’nde hesap vereceğini hatırlatan Koçi Bey, içten çürüme olgusunu, Osmanlı Devleti’nin devâmı ve geleceği için büyük tehlike olarak görür. Bozuluşun idârî ve ictimâî kuruluşlardaki durumunu ele alır. Bu kuruluşlar önceleri nasıldı, nasıl işliyordu, sonraları nasıl bozuldu, bunları anlatır… Zamanla, ehil olmayanlara verilen, hattâ satılan tımarlar, devletin temellerinin sarsılmasına yol açmıştır.

İlmiye sınıfındaki bozukluğu, bâzı makamlara gelmek için verilen rüşveti belirtir. Mühim makamlara rüşvet ve kayırma yoluyla ehil olmayanların getirilmesini zikreder. Koçi Bey, çâreyi, kanun-ı kadîm dediği, geçmişteki usûl ve nizâmlara dönmekte görür ve tavsiye eder.”

BOZULUŞU DURDURUP NİZAMI ISLAH İÇİN İRADE KOYMAK

“Bocalama devrinde, duraklama hâlindeki Osmanlı devletinde nâdiren görülen bir olay gerçekleşti: Kabiliyetli, işin ehli bir şahıs, tepedekilere ulaşabildi: Mîmar Kasım Ağa, yetmiş yaşında, hâlâ bir Sancak Beyi olan Köprülü Mehmed Paşa’yı sarayla tanıştırdı. Köprülü, iç bünyesinde zayıflık belirtileri görülmeğe başlamış olan Osmanlı Devleti’nin dinamiklerini ve hâlâ sâhip olduğu gücü biliyor, halkı tanıyordu. Balığın baştan kokması gibi, bozukluğun, üst düzeydeki bürokratlarda olduğunun, çevirdikleri fırıldakların farkında idi. Bunun için, görevi kabul etmek için dört şart ortaya koymuş ve bu şartların kabul edilmesi üzerine 1656 yılında Sadrâzam olmuştu (Uzunçarşılı). Köprülü, bu şartları koymazsa, ileri gelenlerin birtakım oyunlarla iş gördürmeyeceklerini, hattâ kendisini sadrâzamlıktan uzaklaştıracaklarını çok iyi biliyordu. Bürokrasinin genel havası buydu…

Bu sırada Osmanlı münevverleri, bozukluğun ne olduğunu tesbît edip devleti sağlıklı kılacak bir düzeltmenin görevleri olduğunu görmeğe başladılar. Bazı târihçi ve edebiyâtçılar 17. Yüzyıl’dan itibaren devletteki zayıf noktaları ve Osmanlı yönetimindeki kusurların neler olduğunu yazmaya başladılar. Bunlar arasında ansiklopedist Kâtib Çelebi (1609-1657) ve müverrih Na‘îmâ 1665-1716) mühimdir. Gerek karar vericilerin çevresinde bulunan veya idârî mekanizmada görevi olan, gerekse idârî görevi olmayan aydınlar, Osmanlı Devleti’nin yönetim sistemini bozup değiştirmek değil, o sistemi iyileştirmek arzusunda idiler (Harb).

Tam olgunluğa erişmiş meyvenin bozulmağa başlaması gibi, Osmanlı toplumunda da 16. Yüzyıl sonunda belirmeğe başlayan alâmetler, 17. Yüzyıl sonlarında tamamen açığa çıkmaktadır. Bunun en bâriz örneği 1683 yılındaki ikinci Viyana muhasarasıdır. Viyana’yı kuşatan asker içinde, kutlu üç aylarda bile içki içenler, zina ve oğlancılık yapanlar vardı (Silahdâr). Toplumda, genel olarak ahlâkî çöküntü başlamıştı. Kara Mustafa Paşa, surlarda ikişer metre eninde 6 gedik açılmış olduğu hâlde (Öztuna) hucûm emri vermedi, verseydi Viyana alınabilirdi… (Askerin 3 gün yağma hakkı vardı. Teslim olursa, ganimet, Hazine’ye, yani Mustafa Paşa’nın tasarrufuna kalacak, dağıtacağı hediyelerle mevkii sağlamlaşacaktı).

Bozukluk ve çürüme tepede kalmamış, zamanla aşağıya inmeye başlamıştı. Devletin kendini toparlaması için son derecede isâbetli ve değerli olan bu hareketler ve Paşa’nın, tımar düzenini iyileştirme hareketi, çıkarlarına dokunanların tepkisine yol açtı ve Halîl Hâmid Paşa’nın makamını kaybetmesine ve idâm edilmesine yol açtı (Nisan 1785). Çıkarlarına dokunulan fırsatçı düşüncesizlerin Paşa’dan kurtulmak için uydurdukları ve çeşitli kanallarla yayılan ve iletilen iğrenç yalan ve iftirâ; “yeniçerilerin ulûfelerini kesip ayaklanmalarına zemîn hazırlamak ve pâdişâhı değiştirmek” idi!

Terzi ne kadar usta olursa olsun, yıpranmış kumaş yama tutmuyordu…” 

Kaynaklar:

1.  http://mehmetmaksudoglu.com, 26.11.2018.

2.  Mehmet MAKSUDOĞLU; Osmanlı’dan Günümüze Değişme Mâcerâmız, Editör: Fethi Güngör, Tarih Bilinci ve Kültür Dergisi yayını, İstanbul, Kasım 2018, 114 s.

3.  http://www.tbbd.org/, 18.11.2018.

4.  Mehmet MAKSUDOĞLU; Osmanlı Tarihi (1289-1922), Yayına Hazırlayan: Dr. Erşahin Ahmet Ayhün, 5. Basım, Salon Yayınları, İstanbul 2018, 550 s.

Doç. Dr. Fethi Güngör / Diriliş Postası    

adminadmin