Samsun'da Mekan Denemeleri ve Samsun’dan Bahsediş
SON DAKİKA
Sol Ok
Sağ Ok
Yazarlar - Köşe Yazıları
Akasyam Haber
Advert
ANASAYFA Genel Güncel Gündem Siyaset Samsun Haber Kent Kültürü Türkiye Dünya Ekonomi Kültür Tarih
Samsun'da Mekan Denemeleri ve Samsun’dan Bahsediş
06.04.2023 15:04:18

 

Samsun'da Mekan Denemeleri ve Samsun’dan Bahsediş

En ve boy denen iki boyut, uzamda katmanlaşarak derinliğe doğru bir gidişatı gün yüzüne çıkarır.

 

Süreç içinde varlığını tekrarlayarak kendini yeniden ürettiği bir diğer kendine eklemleyerek hem orijininden uzaklaşır ve hem de bu uzaklaşmanın sonucunda gittikçe göze gelen tarafıyla küçülür. Derinlik denen yapılanma burada kendini gösterir ki bir anlamda hem kendinden öncesinin bir devamı ve hem de kendinden sonra gelene bir el uzatıştır. Ki bendeniz bu kendinden sonra gelecek olana el uzatışın, bahsi edilen durumun süreğen hale gelmesinden ve bu süreğenliğin anlara ihtiyaç duyduğundan dolayı, buradan zamana geçiş sağlanabilir kanaatini taşıyorum.

Madde “boy” olmadan düşündüğümüz “en” denen boyutta sadece noktalaşır ki bu durum müşahede edilebilir bir şey değil, hayalin bile ötesinde sadece ve sadece kuramsal olarak var saydığımız olmazlıklar içinde bir olur olarak ortaya çıkar. Ki, maddenin zamana en uzak tarafı budur. Sonrasında boy, eni alır ve iki boyutlu yüzeye doğru taşır ve sanki biz bununla beraber madde için daha bir belirginleşen vasata doğru yol alabileceğimizi varsayarız bu durumun sarsıntıları biraz biraz hayalimizin kıyılarına gelir ve kekre bir tat bırakır. Ama bütün bunlara rağmen bahsi geçen bu durum pek kavranabilir değildir, çünkü bizim maddeyi algılamamız için -eksilen tarafından- limit değerde de olsa bir katmanlılığa ihtiyacımız vardır. Her katmanın bir anla karşılandığını düşünürsek çok katmanlılığın birçok ana denk geldiği noktaya da ulaşmış oluruz. İşte bu bahis konusu hal gelir bizi derinliğin kapısına bırakır ki bu durumda, sanki her şeyin bittiği noktaya bakarak sonul bir ortamın karşısındaymış gibi bir kabulle nesneyi kavradığımızı zannederiz. Halbuki durum hiç de kabullenildiği gibi değildir. Eğer hareket olmasa yani nesnenin bir durumu bir başka oluşa doğru taşınmazsa biz asla nesneyi bir varlık olarak idrak edemeyiz. Aslında nesne katmanlarının anlarla beraber artması zorunlu olarak hareketi belirler. Bu belki de bizim görmekte oldukça zorlandığımız nesnenin en soyut yüzüdür. Bir bakıma nesnenin idea dediğimiz şeye bakan yüzünde, hareketle beraber zaman bize göz kırpar. Yani perspektif bize nesnenin saltık varlığından zamana geçiş potansiyeli sağlar. Orada ile buradanın arasında bir zaman farkı vardır, bu aslında nesnenin konum değiştirmesinden kaynaklanan bir şeydir ve bahis konusu hali bize ziyadesiyle perspektif sunmaktadır. Aslında nesne ve zaman bir ve aynı şeyin birbirlerini tamamlayan mütemmim cüzleridirler. Her biri bir şeyin farklı tamamlayıcıları olsalar bile biri olmadan bir diğeri varlık alanında kendini gösteremez. Bu dolayımda varlığın bütün imkanları bir bütünlük içinde kavranılmalıdır.

Yani Heidegger’den sonra, varlığın Eflatundan bu yana özellik açısından karşıtlık durumuyla var olan potansiyele sahip olma hali (yani ister Eflatun’daki gibi ide-fenomen ister Aristo’daki gibi form ve cevher olsun) terkedilerek kendini varlığın birliğine bırakır ve bu durumda bizler de zaman ve mekânın bir imkân olarak birliğine ulaşmış oluruz. Yani biz bir şehre bakarken o şehrin mekânsal uzantılarına bakmakla kısıtlı kalmayız aksine onun zamansal boyutu ile de iletişime geçeriz. Bizim için bir şehrin mekânı kadar zamanı da önemsenmelidir. Mesela çocukluğu bir şehirde geçmiş olan birinin yıllar sonra çocukluğuna ait olan o şehre gitmesi ile sokaklarında gezindiği şehir aynı şehir değildir. Çünkü siz o sokaklarda en fazla kendi çocukluğunuzla beraber gezersiniz, bu da şehrin salt mekânsal imkanlarının üzerinde bir yerde tanımlı olmanızı mümkün kılar ve birlikteliğin zaman mekan olgusallığı açısından bütünlüğüne işaret eder.

Albert Einstein’ın genel görelilik teorisinde kütlesel çekim gücünün kütleyle doğru orantılı olarak zamanı da büktüğünü ve kütlenin artmasıyla bir nesnenin daha bir zaman yoğun hale geleceğini söylediğini biliyoruz. Buna istinaden şu çıkarımı yapmakta biz kendimizi mahzur görmüyoruz. Bir kere evrenin her bölgesinde aynı zaman birimi kullanılmıyor demekle işe başlayalım. O zaman farklı galaksilerin de farklı zamanları var demektir. Bu farklı yıldızların da kendi kütleselliklerine bağlı bir biçimde farklı zamanları olacağını göstermektedir. O zaman en büyük nesneden en küçük nesneye kadar büyüğün küçüğü bir tür içermesiyle beraber farklı zamanlar kullandığını rahatlıkla söyleyebiliriz. Demem o ki bizler insan teki olarak yatay eksende diğer insanlardan -bir miktar da olsa- farklı bir zaman kullanmakla kalmıyoruz bununla beraber dikey eksende gezegenin zamanı bizim zamanımızı kapsadığından olacak ki ona da zamansal açıdan bir türden bağımlılık duyuyoruz demektir, tıpkı bütün görünürlüğü ile aşikar olan bedensel tarafımız gibi. En başa dönersek eğer evrenin kümülatif zamanının bütün galaksiler ve onların arasındaki mesafenin -her yerde yoğunluğu aynı olmasa bile- toplam zamanı olduğunu biliyoruz. Sonra bir gök adanın galaksinin diğer bölgelerine göre farklı bir şekilde dizayn edilmiş bir zamanının galaksinin kümülatif zamanı tarafından içerildiğini de bilmekteyiz. Ez cümle insan dünya gezegenine bağıl olarak diğer insanlardan farklı bir zaman birimi kullanır. Örnek olarak bizler bazen kendimizin duhul etmediği bir geçmişi hatırlarız işte bu hatırlama bize göre gezegenimizin toprağına sızmış perspektiflerden bakiye olan zamanın kullanımından kaynaklanıyor gibi gelir bana. Neyse bu faslı geçelim.

Diğer taraftan küçüklüğümüzde bize büyük gelen bir mekanın zaman içinde bizim büyümemizle ters orantılı olarak gittikçe küçüldüğünü görürüz. Bu durumun insanı getirip bıraktığı yerde elbette bizim büyüdüğümüzden ve buna istinaden bir algılama biçimi olarak mekanın küçüldüğünden bahsedilebilir ama bunun doğruluk derecesi nedir, tam olarak bildiğimiz bir şey değil. Peki biz ne olarak büyürüz bunu bilen var mı? Veya içinde çocuk olarak yer aldığımız mekan sahiden gittikçe küçülür mü? Bu durumda bizim sabitesi olan bir gözlemci tayin etmemiz ve bu gözlemcinin müşahedesi altında mekanın ne olduğuna bakmamız lazım gelir. Günün sonunda gözlemci bize, büyük ihtimalle mekanda büyüklük küçüklük açısından herhangi bir değişiklik olmadığını söyleyecektir. Peki bu durumda mekanı küçülten indi bir şeyse, o indi şey neyle irtibatlandırılmalıdır? En boy ve derinlik denen boyutlarda bir değişiklik olmadığına göre bize mekanı eskisinden küçük gösteren hangi etkendir, anlamak istediğimiz şey aslında bundan başka nedir ki?

İmdi bilmekteyiz ki zaman da kütlenin ne olduğuyla oldukça ilgili bir şey. Siz büyüyünce içinde bulunduğunuz veya içinizde bulundurduğunuz zaman da buna mukabil büyümekte ve kütlenizle eş düzeyde bir hacme ulaşmaktadır (zaman için hacim ne demek oluyorsa tabi). İşbu kütle-zaman birlikteliğinden oluşan siz ve bu dolayımdaki algınız, etrafınızdaki kayıtlı mekanı eski haliyle gördüğünden ve de nirengi noktası olarak da “kendi” dediği şeyi aldığından dolayı nispi olarak eski mekanı küçülmüş bir şekilde görecektir. Bizim kütlesel büyüklüğümüz zamanımızın da büyüdüğü anlamına geldiğinden olacak ki etrafımızdaki nesneleri onlar aynı kalmalarına rağmen bize göre nispi olarak küçültecektir. Aslında eşyayı psikolojik olarak büyüten veya küçülten şey, mekandan ziyade bizim zamanla kurduğumuz ilişki üzerinden yürür.

Doğmuş olduğum yer o zamanlar Bafra’ya bağlı olan Ormanos köyüydü ve bu köy, dört bir yanı dağlarla kaplı, işbu dağlarının üzerinde birer gerdanlık gibi taşıdıkları ormanlarla beraber iki dağın etekleriyle birbirine temas ettiği yerden ulaşımı sağlanan bir yerleşim birimiydi. Ben o zamanla dağların ötesinde bir şey görmediğimden olacak ki o dağların adının sonsuzlukla kaplı olduğuna inanırdım. Sonrasında bilimin dağların ardındaki sonsuzluğu yıktığında, o sonsuzluk fikrinin bana verdiği sıcaklığın ardından düşsel dünyamda ne kadar üşüdüğümü anlatamam. O yıllar mekan bir kurgusal bir hayaldi bana. Ve gerçekle kurgu arasında kalan ben kendime inşa ettiklerimle yaşamayı bilimin uzaklığına istinaden daha bir samimi bulmuştum.

Hiç unutmam beş yaşlarında falandım bir keresinde annem gel seni giyindireyim de komşuların düğününe götüreyim dediğinde. Yaşıma bakmadan insanlar niye evlenirler ki, üremek böceklerin de yaptığı bir şey değil mi gibilerinden şimdi nedenini anlayamadığım bir düşünceyle bulanmıştım. Yıllar sonra Sartre’la tanıştığımda onun egzistansiyalizminde merkezi bir yere oturan bulantıya rastladığımda tanıdık gelmesine diğer Sartre okuyan arkadaşlardaki gibi şaşırmamış onu sıradan bir şeymiş gibi zihnime havale ederek mekanın bulantının da ucunda yer edebileceğini çok sonra idrak edeceğimi bilmiyordum doğrusu.

Yine köyümüzde henüz ilkokul birinci sınıfa giderken elime aldığım ders kitabından şimdi konusunu hatırlamadığım bir metni bağırmaya yakın bir sesle okurken havanın gittikçe karardığını müşahede ederek okumanın zorlandığıyla beraber bu yarı görünmez ortamda karanlığın mekana nasıl da etki ettiğini ders çalışmak üzerinden tanımıştım. Mekan görünürlüğüne istinaden yavaş yavaş kaybolmaya başladığı yerde biraz da karanlıktı sanırım.

Yıllar sonra Bafra’da küçüklüğümün Büyükcami’sine gittiğimde, o yılların karşılıklı üçer kişi halinde çift kale maç yaptığımız batı kaldırımına sığan, bizlerin şimdiki halimizle asla bu mekana yerleşemeyeceğimiz düşüncesini fiziğimiz üzerinden zihnimize işleyen şey, büyüyen bedenimizle beraber buna denk gelecek şekilde kullandığımız artan bir zamanın getirisi olarak değişen algı biçimimizden başka bir şey değildi elbet. Yani fiziksel olarak aynı ölçüleri taşıyan mekan, ancak benim algılayış biçimimde küçülmüştü ve bunu da bana yapan da bedenimle beraber değişen zamandan başkası değildi. Aynı şekilde ramazan akşamları özellikle o yıllarda yaz sıcağına denk gelen önemli gecelerde babaannemle beraber camiye gider çok küçük olduğumdan caminin penceresinin iç denizliğinin üstünde oynardım. Çocukluk vakitlerim adına aynı şekilde bana yeterli derecede normal gelen bu mekanın şimdilerde küçük gelmesi yine benim kütlesel farklılığımın zamana etkisinden kaynaklanmaktadır.

Bir diğer tarafıyla perspektif denilen hareket düzleminde görüldüğü üzere her ne kadar kütlesel bir zaman kazancı olmasa da uzaklaşıp giden derinlikten kaynaklanan bir şekilde, mekanın arasına zamanın girmesi sonucu bir hareket ve bunun sonucunda da bir uzaklık fikri meydana gelir. Necip Fazıl’ın da işaret ettiği gibi; “Niçin küçülüyor eşya uzakta / Gözsüz görüyorum rüyada nasıl / Zamanın raksı ne bu yuvarlakta / Sonum varmış onu düşünsem asıl”.

Bir babaannem zaman getirirdi Samsun’a bir de Samsun babaanneme kızı ile karışık bir mekan sunardı; giden adamın harekete karışan bir tarafı vardı ki bu babaannemin hasreti, sevdası, göz nuru olarak mekana doğru yol alırdı. Diğer taraftan bütün bunları söndüren daha fizik olan bir halam capcanlı bir şekilde babaannemin apansız eni, boyu ve derinliği oluverir sanki mücessem bir mekan olurdu. Bir keresinde Bafra’dan yola çıktığımızda akşam üzere Samsun’a vardığımızı gören babaannem, gelecek vaktin ezanının halamın evinin yarı yolunda bize rastlayacağı kaygısıyla, abdestli olduğu halde şalını çıkardı ve o zamanların kalın taş duvarlı binalarında görüldüğü üzere pencere çerçevesi geniş denizliğinden sonra başlayan parapetin içine serdi ve bana setre oluşturacak bir biçimde kendisi ile yoldan geçen insanların ilgi bağlarını kopartır bir vaziyette yolun kaldırımla kesiştiği yerde durmamı söyledi. Ben de durdum ve babaannem o halde namazını bitirdi. O namazını bitirdiğinde bir mekân olarak derinleşmeye durmuş olan ben, pencere denizliği denen o yerde zamanın ikimize ait bütün uzantılarını ayan beyan bir biçimde görmüştüm. Bu duruş, aldığım bu pozisyon, şehrin bir itiraz, bir kıyam olarak ilk defa içime sokulmasıydı sanki.

Şair Mimar Mustafa KARAOSMANOĞLU

 

Samsun'da Mekan Denemeleri ve Samsun’dan Bahsediş
Sende Yorumla...
Kalan karakter sayısı : 500
Sinirherif     0000-00-00 Tamam da hacı şehirlerin ırzına geçilirken (dikey şekilde, tarım arazilerinin imara açılması "atakum örneği"vs Vs) tutup bir dilekçe verdin mi durun bu yapılamaz, şehir böyle talan edilip harcanamaz diye.. Boş muhabbet her yerde var.
GALERİLER
Web Tasarım
iş güvenliği malzemeleri