Türkiye’de üniversiteler, uzun yıllar boyunca AB Uyum Süreci politikaları çerçevesinde toplumsal cinsiyet eşitliği, kadın hakları ve cinsel tacizi önleme başlıklarında çeşitli çalışmalar yürüttü.
Kadın çalışmaları merkezleri, toplumsal cinsiyet eşitliği birimleri ve cinsel tacizi önleme kurulları üzerinden şekillenen bu yapı, Türkiye’nin 2021 yılında İstanbul Sözleşmesi’nden ayrılmasıyla yeni bir döneme girdi.
Bu gelişmenin ardından, “toplumsal cinsiyet” kavramının hem eğitim müfredatlarından hem de kamu politikası belgelerinden çıkarılması yönünde somut adımlar atılmaya başlandı.
Ancak bazı üniversite ve kurumların, eski vizyon belgelerini hâlâ yürürlükte tutarak devlet politikalarıyla çelişen bir pozisyonda ısrarcı oldukları dikkat çekiyor.
Akademide Direnç: ODTÜ, İYTE, Ankara Üniversitesi Örnekleri
Ortadoğu Teknik Üniversitesi (ODTÜ), 1994 yılında başlattığı “Toplumsal Cinsiyet ve Kadın Çalışmaları Yüksek Lisans Programı” ile bu alandaki öncü konumunu sürdürüyor. Ayrıca, cinsel tacizi önleme birimleri hâlen aktif şekilde faaliyet göstermeye devam ediyor.
İzmir Yüksek Teknoloji Enstitüsü (İYTE), kurumsal vizyon belgelerinde toplumsal cinsiyet eşitliğini temel politika olarak benimsemiş durumda.
Ankara Üniversitesi ise Kadın Araştırma Merkezi ve Cinsel Tacize Karşı Destek Birimi ile öne çıkıyor. Ancak bu birimlerin personel eksikliği gibi yapısal sorunlarla karşı karşıya olduğu belirtiliyor.
Kadir Has Üniversitesi de Özgecan Aslan cinayetinin ardından, cinsel saldırı vakalarına karşı kapsamlı politika ve araç setleri geliştirmişti.
Ondokuz Mayıs Üniversitesi (OMÜ) resmi internet sitesinde, Kadın ve Toplum Uygulama ve Araştırma Merkezi (OKTAM) faaliyetlerine geniş yer veriliyor. Atılım Üniversitesi tarafından hazırlanan Toplumsal Cinsiyet ve Yansımaları kataloğu hâlen erişime açık.
OMÜ, OKTAM’ın kuruluş amacını 7 Mayıs 2015 tarihinde 70 üniversitenin katılımıyla gerçekleştirilen “Toplumsal Cinsiyet Eşitliğine Duyarlı Üniversite Çalıştayı”na dayandırmakta ve “Yükseköğretim Kurulu bünyesinde ‘Akademide Kadın Çalışmaları ve Sorunları Birimi’ oluşturulması” kararına atıfta bulunmaktadır.
Ancak, YÖK’ün 2019 yılında bu tutum belgesini “toplumsal değerlere uygun olmadığı” gerekçesiyle revize ederek “Adalet Temelli Kadın Çalışmaları” anlayışını benimsemiş olması, OMÜ’nün bu durumu göz ardı etmesiyle ciddi bir çelişki oluşturmaktadır.
Nitekim OMÜ’nün internet sitesinde 2016 Aralık tarihli Toplumsal Cinsiyet Eşitliği Semineri haberleri de hâlen yayında bulunuyor.
OMÜ Akademik veri yönetimi sisteminde eğitim materyalleri arasında; CEİD Cinsiyet Eşitsizliği İzleme Derneği tarafından hazırlanmış olan Toplumsal Cinsiyet Eşitliğinin Temel Kavramları isimli katalog çalışmasına da halen erişilebiliyor.
YÖK’ün Politika Değişikliği
Yükseköğretim Kurulu (YÖK), 2015 yılında yayımladığı Toplumsal Cinsiyet Eşitliği Tutum Belgesi ile üniversiteleri bu alanda sorumluluk üstlenmeye çağırmıştı. Bu çağrının ardından birçok üniversite, çeşitli eğitim ve farkındalık programları başlattı.
Ancak 2019’da YÖK, söz konusu tutum belgesini “toplumsal değerlere uygun olmadığı” gerekçesiyle geri çekerek, “Adalet Temelli Kadın Çalışmaları” anlayışına yöneldi. Bu yeni yaklaşım, bireylerin biyolojik gerçekliklerine ve adalet temelinde bir eşitlik anlayışına dayalı olarak şekillendirildi.
Aile ve Sosyal Hizmetler Bakanlığı: “Tehdit Unsuru” Vurgusu
2025 yılında Aile ve Sosyal Hizmetler Bakanlığı tarafından 81 il valiliğine gönderilen resmi yazıda; toplumsal cinsiyet, cinsiyet kimliği ve cinsel yönelim gibi kavramların “geleneksel aile yapısını aşındırdığı” ifade edilerek bu kavramlardan uzak durulması gerektiği belirtildi.
Bakanlık, bu ifadeleri “biyolojik cinsiyetin ötesine geçen tehdit unsurları” olarak tanımladı. Her ne kadar bakanlık sitelerinde kadına yönelik şiddetle mücadele içerikleri yer almaya devam etse de, “aile bütünlüğü”, “manevî değerler” ve “değerler eğitimi” vurguları açık bir biçimde öncelikli hale gelmiş durumda.
Diğer Bakanlıklar: Sessizlik ve Dolaylı Yöntemler
Milli Eğitim Bakanlığı ve Sağlık Bakanlığı gibi bazı kurumların politika belgelerinde “toplumsal cinsiyet eşitliği” ifadesine doğrudan yer verilmezken, kız çocuklarının eğitimi ve kadın sağlığı hizmetleri gibi başlıklarla dolaylı katkılar sunuluyor.
Bununla birlikte, Türkiye Enerji, Nükleer ve Maden Araştırma Kurumu (TENMAK) gibi bazı kamu kurumlarının 2023–2025 yıllarını kapsayan “cinsiyet eşitliği” eylem planları yayımlamış olmaları, devletin yöneldiği yeni çizgiyle çelişen bir yaklaşım olarak değerlendiriliyor.
Akademi-Kamu Uyuşmazlığı: Çelişkili Belgeler ve Tutumlar
Bazı üniversitelerin hâlen “toplumsal cinsiyet eşitliği” başlıklı belgeleri yürürlükte tutması, YÖK’ün 2019’daki politika değişimini görmezden gelen yaklaşımlar sergilemeleri, kamu ile akademi arasında belirgin bir uyumsuzluk doğurmaktadır.
Devletin yönünü net şekilde belirlemesine rağmen akademik çevrelerin bu yeni politikayı dikkate almaması, hem kamuoyu nezdinde güven erozyonuna hem de idari açıdan sorunlara neden olmaktadır.
Sivil Toplumdan Eleştiri, Kamuoyundan Destek
2025 yılında Aile ve Sosyal Hizmetler Bakanlığı’nın yayımladığı genelge, bazı sivil toplum kuruluşları ve akademik çevrelerce “özgürlükleri sınırlandırıcı” ve “eşitlik politikalarına aykırı” bulunarak eleştirildi. Ancak kamuoyu araştırmaları, toplumun büyük çoğunluğunun devletin yeni yönelimlerini desteklediğini göstermektedir.
Toplumun temel değerleriyle uyumlu politikalar benimseyen bakanlıklar kamuoyunda geniş destek görürken, bu politikaları dikkate almayan üniversiteler ve bazı kurumlar, dar çevrelerin ideolojik tepkilerine alan açmakla eleştiriliyor.
Yeni Dönemde Yön Arayışı
Türkiye’de devlet politikaları artık açık bir biçimde “aile değerlerini önceleyen, biyolojik cinsiyet merkezli ve adalet temelli” bir yönelime evrilmiştir. Buna rağmen akademi ve bazı kurumların bu vizyona direnişi, gelecekte daha belirgin yapısal ve idari değişimleri gündeme getirebilir.
Toplumsal cinsiyet gibi ideolojik bir zemine oturmuş kavramların, Türkiye’nin medeniyet değerleriyle bağdaşmayan yönlerine karşı artan duyarlılık, kamu politikalarında yeni bir paradigma değişimini de beraberinde getirmiştir.
Bu dönüşüm sürecinde kurumlar arası uyum ve millî politikalara bağlılık, yalnızca idari değil, aynı zamanda kültürel bir sorumluluk olarak öne çıkmaktadır.