Malatya türküleri, Aydın türküleri, Giresun türküleri, Akseki türküleri vb. buna örnek verilebilir. Coğrafyacı, lokasyonu toponimi adıyla da ifade etmektedir. Toponimi, yeryüzünün herhangi parçasına verilen ad olup, nerede sorusuna cevap oluşturmaktadır.
Türküler açısından konuya bakılırsa, örneğin “Afiyon’un Ortasında Galesi” ile “Malatya’nın Eline Serin Dediler” türkülerinde olduğu gibi, içinde yerleşme adı geçen türküleri toponomik türküler olarak da değerlendirmek mümkündür.
Coğrafyanın diğer bir konusu olan bölge, coğrafi çalışmaların temel birimini oluşturmaktadır.
Bölge, seçilen herhangi bir ölçüt bakımından benzerlik gösteren alanlara verilen addır. Bölgeler, fiziksel veya beşeri özellikler ya da her iki özellik birden dikkate alınarak belirlenebilirler.
TÜRKÜLERİN BÖLGE KARAKTERLERİ
Genel olarak bakıldığında biçimsel, işlevsel ve plan bölgeleri olmak üzere üçlü ayrıma gidilerek de sınıflandırılabilir. Karadeniz türküleri, Ege türküleri, Rumeli türküleri, Teke yöresi türküleri gibi ayrımlar, türkülerin şekilsel bölge karakterini ortaya koymaktadır. Ancak “ortak kültürel dokuya sahip bölgeler” adıyla başka bir ayrım da yapılabilir.
Bu tip bölgeler, içinde yaşayanlar veya tüm insanlar tarafından var olduklarına inanılan bölgelerdir.
Bunlar, kesin sınırlardan yoksundur ve daha çok insanların aidiyet duygusundan veya bölgesel öz bilincinden doğarlar.
Ortak kültürel dokuya sahip bölgeler, halk danslarında daha açık bir şekilde ortaya çıkmaktadır. Örneğin zeybek bölgesi, Batı Anadolu’yu kapsarken; bar bölgesi, “Doğu Anadolu’nun daha çok Bayburt’tan Kars’a kadar olan illerinde, merkez olarak Erzurum dolayında” (Say 2008: 223) bir alanı ifade etmektedir. Benzer şekilde horon, halay ve hora kavramsal bölgeleri de ayırt edilebilir.
Coğrafyanın bir başka konusu olan yerlilik duygusu ise yer kimliğinin bireysel olarak farkında olmaktır. Başka bir anlatımla yerlilik duygusu, insanların yerlerle ilgili öznel ve duygusal bağlılığa sahip olmasıdır. Önce de belirtildiği gibi yer, yalın biçimde lokasyonu anlatır.
Bu anlamıyla, bir kişi veya eşyanın coğrafi mekânda işgal ettiği alanı ifade eder. Ancak yerler değer ve anlamlarla yüklü lokasyonlardır ve bunlara bağlı olarak yerlilik duygusu gelişir. Bütün yerler belirli fiziksel (arazi şekilleri, iklim) ve beşeri özellikleri (örf ve adet, müzik, spor, ekonomik yapı) ile diğer yerlerden ayrılırlar.
Bu farklı özellikler, yerlere kişilik vermekte ve onları eşsiz kılmaktadırlar. Yerlerin kişiliği, fiziksel ortam, insan faaliyetleri ve anlam olmak üzere üç önemli bileşene sahiptir. Ev adresimizden farklı olarak evimiz, fiziksel olduğu kadar bizimle farklı anlamlar ve deneyimler kazanan yerlerdir (Cresswell 2004).
İnsanın kişiliği doğuştan ve sonradan kazanılan özelliklerin birleşimi sonucu ortaya çıkar.
Genel anlamda, yerin kişiliği de doğal özellikler ile art arda gelen insan neslinin meydana getirdiği değişikliklerin bileşkesidir (Tuan 1996: 445).
Dağlık ve yüksek bir arazi yapısına sahip olan Türkiye’de yerlerin kişiliğini ortaya koyan doğal özelliklerin başında dağlar gelmektedir. Bu nedenle türkülerinin bir kısmında, yerleşim yerlerinin, hemen yakın çevresindeki bir dağla anıldığı görülmektedir. Yükseltinin gittikçe arttığı Doğu Anadolu
Bölgesi yerleşmelerinde bu durumu daha sık görmek mümkündür.
Örneğin Erzurum şehri Palandöken Dağı ile bütünleşmiş, ona sırtını dayamıştır. “Palandöken Yüce Dağ” adlı Erzurum türküsü ve yine
Palandöken Dağı ile ilgili olan “Palan Dağı Dumandır” adlı Şanlıurfa yöresi türküsünde de bu durumu görmek mümkündür.
Benzer şekilde “Erzurum Dağları Kar ile Boran” adlı türküde yükseltiyle ortaya çıkan iklimin karlı yapısı Erzurum ve çevresine ait kimliğin diğer bir parçasını oluşturduğu anlaşılmaktadır.
Yükseltinin fazla olması nedeniyle Erzurum çevresinde sıcaklığın -30 ila -40 santigrat dereceye düşmesi sık rastlanan bir durumdur. “Yörede, biri kış; diğeri, ilkbahar olmak üzere sadece iki mevsim hüküm sürer. Temmuz ve Ağustos aylarında bile ortalama sıcaklık 14-16 santigrat derece üzerine çıkmamaktadır” (Yücel 1987:140-141).
Bu yönüyle bakıldığında Erzurum şehri “Buz ve karların ortasında açan
Kardelen şehri” (Sinan 2011) olarak nitelendirilmiştir.
Erzurum ve çevresi bütünüyle yüksek dağlar ve bunlar arasındaki oluklardan meydana gelir. Dağların ortalama yüksekliği 2500-3000 metre, olukların yüksekliği de 1750-1800 metre arasında değişir. Erzurum ovası ortalama olarak 1850 metre yüksekliğe sahiptir. Bu nedenle Erzurum ve çevresi yüksek bir yayla gibi algılanmakta, yayla ile ilgili türkülere yörede sıkça rastlanmaktadır. Gerçekten de Erzurum, Kars ve Ağrı çevreleri tamamıyla volkanik karakterde yayla (plato) görünümündedir.
Ancak türkülerde yayla kavramı jeomorfolojik anlamdan çok, yazın çıkılan, hayvanların otlatıldığı yüksek ve serin yer anlamını ifade etmektedir. “O Yaylalar Yaylalar” türküsü buna tipik bir örnek oluşturmaktadır.
Yerlilik (kimlik) duygusunu ortaya koyan ve sonradan kazanılan yani beşeri yapıya bağlı olarak gelişen konuya da türkülerde sıkça rastlanmaktadır.
Yine Erzurum ve yakın çevresine bu yapı açısından bakıldığında mertlik, yiğitliğin yanı sıra kardeş, ağabeyi ve beyliği de ifade eden dadaşlık teriminin ortaya çıktığı ve Hele Dadaş Hoşmusan’da olduğu gibi türkülere yansıdığı görülür.
Benzer yapı Batı Anadolu’da özellikle de Aydın ve yakın çevresinde efelik terimi üzerinden gelişmiştir. Haksızlığa karşı başkaldırı şeklinde gelişen efelik kimliğinin temelinde özgüven ve dürüstlük yatmaktadır. Efelik kimliği özellikle XVII. yüzyıldan itibaren daha etkin olarak yaşanmış ve kendisini bu alandaki türkülerinde de göstermiştir (Yetkin, 1997; Akdağ, 1999; Uğur, 2003). Bu türkülerden bir tanesi de Aydın’ın işgali sırasında Yörük Ali’nin düşman karşısında gösterdiği cesareti anlatan “Şu Dalma’dan Geçtin mi” adındaki Yörük Ali Efe türküsüdür.
Yerlilik duygusu çok sayıda türküden elde edilebileceği gibi, güzelleme tipi türkülerde tek başına bir türküden de elde edilebilmektedir. “Söyleyim Bayburt’un Vasfi Halini” (Bayburt övgüsü) adlı türküde Bayburt, Şair Zihni, Şehit Osman Duduzar, Bayburt Kalesi, Kop Dağı ve Çoruh Nehri ile eşsiz, benzersiz olarak nitelenmektedir.
Yeryüzü ile insan arasındaki karşılıklı etkileşim, coğrafyanın diğer bir konusunu oluşturmaktadır. İnsan-çevre etkileşimi türkülerde de kendisini göstermiştir. İnsanlar farklı fiziki ortamlarda yerleşmekte, bu alanları değiştirmekte ve kültürel olarak bu alanlara uyum sağlamaktadır.
İnsanların doğal çevrelerini değiştirmesi, onu nasıl kullandığı ve değerlendirdiğine bağlıdır. Bütün bunlar da insanların kullandığı teknolojiden etkilenmektedir. İnsan çevreyi değiştirirken aynı zamanda ona uyum da sağlamaktadır.
Dağlar, bazıları metaforik olsa da insanlar için farklı anlamlar ifade etmektedir.
Topoğrafik engel ve uzaklık nedeniyle çeşitli ayrılıklara neden oldukları gibi çaresizliği de ifade etmektedirler. Bu durumlar İki Bülbül Konmuş Dağlar Başına ve İki Dağın Arasında Kalmışam adlı türkü örneklerinde olduğu gibi değişik sıklıklarda ifade edilmişlerdir.
DAĞLAR; SAFLIĞIN, TAZELİĞİN VE ÖZÜN YURDU
Dağlar Türk kültürünün mitolojik motifleri arasında yer alan başlıca unsurlardan birini oluşturmaktadır.
Böylece dağlar doğal çevre olmanın ötesinde Türk kültür tarihinde bir kült olarak önemli yer tuttuğu anlaşılmaktadır. Yine dağlar, kutsallık atfedilen ve canlı varlık gibi tasavvur edilerek kişileştirilen unsurlar olarak da ortaya çıkmışlardır (Mirzaoğlu 2005: 34-53).
Atmosferin yerden ısınması nedeniyle dağlardaki yağışlar genelde kar şeklinde düşer. Aynı nedenle kar örtüsü, çevresindeki alçak alanlara göre dağlarda daha uzun süre yerde kalır. Yine benzer nedenlerle dağlık alanlar, çevrelerine göre daha fazla miktarda kar almaları nedenliye kar yağışları için “yedi dağa, bir bağa yağar” atasözünü haklı çıkarmaktadır. Böylece dağlar ve sahip oldukları iklim yapısı; başta ulaşım olmak üzere insan yaşamında birtakım zorlukları beraberinde getirmiştir. Anadolu’da geniş yer tutan dağların bu zor koşulları, türkülerde de sık sık ifade edilir.
“Beydağı’nın Başı Kardır Borandır” adlı Malatya türküsü buna tipik bir örnektir. Yükseldikçe sıcaklığın düşmesi, yoğunlaşma ve bulutluluğa neden olmaktadır.
Bu haliyle dağlar, başı dumanlı ve çıkmazda olan insanı anlatmaktadır.
“Nare Esvab Yıkıyor” adlı Diyarbakır yöresi ile “Oy Dağlarum Dağlarum” adlı Rize yöresi türkülerinde, dağların bu duyguları ifade ettiği anlaşılmaktadır.
Kar kelimesi, dağlarla kaplı alanların yanı sıra soğuk iklim şartlarının görüldüğü alanlarda tek başına da türkülerde yer alabilmekte, dolayısıyla insanı ve faaliyetlerini etkilemektedir. Bunların başında kar yağışlarının ulaşımı etkilemesi gelmektedir. Kar Yağar Bardan Bardan türküsünde olduğu gibi karın lapa lapa (bardan bardan) yağması, yolları kapatmakta ve insanların birbirine kavuşmasına ve faaliyetlerine engel olmaktadır.
Böylece ne gelen ne de giden olmakta, sevgiliden, sıladan, gurbetten haber alınamamaktadır.
İnsan-çevre etkileşiminde ortaya çıkan başlıca konularından birini de hidrografya oluşturmaktadır. Bir alanın yeraltı ve yerüstü su kaynakları o alanın hidrografyasını meydana getirmektedir. Su kaynakları insanın çevre ile etkileşiminin önemli bir parçasıdır. Türkülerin su kaynakları veya türkülerin hidrografyası, doğrudan su kaynakları (akarsu, su, deniz, göl, dalga, dere, pınar, sel) ile ilgili olabileceği gibi dolaylı olarak çeşme, pınar, bent, köprü gibi su yapılarıyla ilgili de olabilmektedir. Hatta su ile ilgili oldukları için vapur, gemi, liman gibi kelimeleri de bunlara eklemek mümkündür.
Türkiye’nin üç tarafı denizlerle çevrili olmasına karşın türkülerde deniz adlarından en çok Karadeniz’den söz edilmektedir. Karadeniz Bölgesi’ndeki türkülerde Karadeniz kelimesinin oldukça sık kullanılması, bölgenin coğrafi karakteri nedeniyle (tarım alanlarının dar oluşu gibi) insanların daha çok denize yönelmesinin bir sonucu olarak ortaya çıktığı söylenebilir (Arısoy 1968: 4-5).
Gerçekten de Türkiye’de alternatif bir geçim alanı olan balıkçılık, çok sayıda Karadenizliye iş imkânı sağlamıştır.
Balıkçı nüfusun özellikle Karadeniz’de çok olmasının bir nedeni de Karadeniz’in diğer denizlere göre balık miktarı açısından daha verimli olmasıdır (Doğanay 2011: 214-215).
Bu bölgedeki türkülerde gemi, vapur, taka, dalga kelimelerinin sıkça kullanılması, denizle ilişkinin yoğunluğunu göstermektedir.
Benzer şekilde dereler, Karadeniz Bölgesi’nin özellikle de Doğu Karadeniz Bölümü’nün türkülerinde sıkça kullanılan ve bu bölümün coğrafi karakterini yansıtan başka bir kelimedir.
Dere kelimesi Trabzon ili türkülerinde 32 kez kullanılmışken, bu değer Rize ili için 21’dir (Şahin 2010: 59). Atma Beni Yabana türküsünde olduğu gibi derelerin bölge türkülerinde sıkça kullanılması, bu bölgede derelerin çok olmasındandır.
Öyle ki Doğu Karadeniz’de dağların hemen kıyının gerisinde başlaması ve oldukça dik olması, bu alanda büyük akarsuların oluşmasına engellemiştir. Böylece bu alanda dereler oldukça yoğunlaşmıştır.
Kuşkusuz alanın aynı zamanda Türkiye’nin en fazla yağış alan bölümü olması, derelerin bu alanda yoğunlaşmasındaki bir diğer etkendir. Çünkü eğimi oldukça yüksek olan ve yoğun yağış alan yerlerde derelerin sayısı da buna bağlı olarak artmaktadır.
DERE, DENİZ VE NEHİR
Türkiye’nin üç tarafının denizlerle çevrili ve yükseltisinin fazla olması, yoğun akarsu ağı ve kaynaklarına ev sahipliği yapmasını beraberinde getirmiştir. Türkiye’deki akarsuların geneli kısa ve orta uzunlukta olmakla birlikte; bazı uzun akarsular da (Fırat, Dicle, Aras gibi) ülkemizden doğmaktadır.
Türkiye’nin genel olarak yarı kurak bir iklim yapısına sahip olması, suya ihtiyacın artmasıyla akarsu boylarında yerleşmelerin yoğunlaşmasına neden olmuştur.
Ülkemizdeki akarsuların rejimleri ise düzensiz yağış ve yüksek eğim nedeniyle dönem dönem değişiklikler göstermekte, bu duruma bağlı olarak zaman zaman taşkınlar ve dolayısıyla can kayıpları olabilmektedir. Yine aynı şekilde özellikle de büyük miktarlarda su taşıyan akarsuların çevresinde yaşayan insanlar değişik sebeplerde suya düşüp boğulabilmektedirler. “Şu Fırat’ın Suyu Akar Serindir” adlı Elazığ yöresi türküsünde olduğu gibi, Fırat, Kızılırmak, Çoruh ve Aras sevgilinin kaybedildiği bol su taşıyan akarsulardır.
Türküler akarsuların coğrafi özelliklerinden de izler taşırlar. Nitekim “Aras Aras Han Aras” türküsünde Aras Nehri’nin kaynaklarını Bingöl Dağları’ndan aldığından söz edilmektedir. Yine aynı türküde bu akarsuyun ağız kısmı yani son bulduğu alan olan Hazar Gölü’nden söz edilmesi, türkülerin akarsuların coğrafi özelliklerini yansıtmasına tipik bir örnek teşkil etmektedir.
Coğrafyada çevre kavramı sadece fiziki çevreden ibaret değildir. Doğal çevrede insanın yaptığı değişiklikler sonucu ortaya çıkan yapılaşmış çevre de önemlidir. Şehirler doğadan uzak yapılaşmış çevrenin üst düzeye çıktığı mekânsal ürünlerdir.
Güzelleme tipi türküler şehirlerde yerlilik duygusunu ortaya koyarken, türkülerde geçen yerleşme adları bazen yön belirtmekte bazen de şehir morfolojisi hakkında bilgi vermektedirler. Bu noktada “Mardin Kapı Şen Olur” türküsü Diyarbakır şehrinin çeşitli özelliklerini yansıtması bakımından anlam kazanmaktadır. Diyarbakır, Selçuklu şehri karakterine sahip bir yerleşme olup; etrafı surlarla çevrilidir. Bu surun değişik yönlere açılan kapıları vardır.
Dağkapı, Karacadağ yönünü ifade ederken, Mardinkapı, Mardin yönünü ifade etmektedir. Türküde Mardinkapı’nın dibinde değirmen bulunduğundan söz edilmektedir.
Bu husus şehir içi arazi kullanımının geçmişteki durumunu anlatmaktadır.
Geçmişte şehirlerde kirliliğe neden olan faaliyetler (değirmen, mezbahana
gibi) mümkün olduğu ölçüde yerleşmelerin daha sınırlı olduğu surlara yakın alanlarda yer almaktaydı. Bununla birlikte şehirdeki diğer sur kapılarından Urfakapı çevresi bağlık, Yenikapı çevresinin bahçelik olduğundan söz edilmektedir.
Belli bir alana ait olan ya da belli bir alanda ortaya çıkan bir kültürel unsur zaman içinde başka alanlara da dağılabilmektedir. Bu durum kültürel unsurların hareket halinde olmasından kaynaklanmaktadır. Kültürel elemanlardan dil, halk oyunları, gelenek ve göreneklerde olduğu gibi müzik de devamlı hareket halindedir. Türküler de benzer şekilde bir coğrafi ortamdan başka bir coğrafi ortama taşınabilmektedir.
Böylece bir alanda ortaya çıkan bir türkü farklı yollarla diğer alanlara da yayılabilmektedir.
Bu yayılmanın (diffussion); bitişik (congaious), yeniden yerleşim (relocation) ve hiyerarşik (hierarchical) olmak üzere üç şekilde gerçekleştiği söylenebilir. Bitişik yayılmada kültürel elemanlar kişisel temas veya yüz yüze iletişim yoluyla gerçekleşmektedir. Bu tarz yayılmada yeni olan kültürel öğe, havuza atılan bir taşın suda yarattığı dalgalanmaya benzer bir şeklide genişlemesiyle oluşmaktadır. “Türkülerin de çoğunlukla okuma yazma bilmeyen kırsal kesim sanatçıları tarafından yaratılması, çalınıp söylenerek öğretilmesi ve kulaktan kulağa kuşaktan kuşağa aktarıldığı” (Say 2008: 210) dikkate alındığında bu yayılmanın genişleme şeklindeki yayılmaya benzediği ve oldukça yaygın olduğu söylenebilir.
GÖÇLERLE TÜRKÜLER DE GÖÇ ETMİŞTİR
İnsanların yeni bir alana yerleşmesi ve kendi kültürel elemanlarını bir alana taşıması ile yeniden yerleşme şeklinde yayılma gerçekleşmektedir. Göçler buna en tipik örneği teşkil etmektedir. “Göçler ve dolayısıyla geniş halk yığınlarıyla beraber türküler de göç etmişlerdir” (Say 2008: 210).
Göçlerle türkülerin taşınmasında Anadolu’nun ayrı bir önemi vardır. Üç kıtanın kavşak noktasında yer alan Anadolu, yüzyıllar boyunca göçlerin en fazla yaşandığı alanlardan biri olmuştur. Bu göçler zaman zaman çevresinden Anadolu’ya olurken; zaman zaman da Anadolu’dan çevresine doğru olmuştur.
Nitekim Anadolu’nun Türkler tarafından fethiyle diğer birçok kültürel unsur gibi türküler de taşınmıştır. Böylece türküler Anadolu geneline yayıldığı gibi buradan fetihler yoluyla, başta Balkanlar olmak üzere çevresindeki diğer alanlara da yayılmıştır. Benzer şekilde özellikle de Osmanlıların dağılma sürecine girmesiyle başta Balkanlar ve Kafkaslar olmak üzere Anadolu’ya tersine göçler başlamış ve bu alanlarda ortaya çıkmış türküler de bu göçlerle beraber Anadolu’nun farkı alanlarına dağılmışlardır.
Osmanlının gerileme ve dağılma sürecine girmesiyle Anadolu’ya göçlerin yapıldığı alanlardan birisi de Kırım olmuş ve buradan Anadolu’nun farklı alanlarına 200 ila 300 bin nüfus göç etmiştir. Bu göçlerin yoğun yerleştiği alanların başında Eskişehir ve Erzincan illeri gelmekte olup Kırım’da söylenen “Şu Yalta’da Taş Yükledim”, “Kınalı Parmak”, “Aydagül”, “Kalaylı Kazan” türkülerinde olduğu gibi birçok türkünün bu illerde de söylenmeye devam edildiği tespit edilmiştir.
Bununla birlikte “Elif Dedim Be Dedim” türküsünde olduğu gibi bazılarında ise nesilden nesile aktarılırken ilk söylediği alandan kısmen değişikliğe uğrayarak devam ettiği görülmüştür (Başarslan 1999).
Kırım’da: Elif Dedim Be Dedim Aman
Yarem sana ne dedim
Akan sular mürekkep olsa
Yazılmaz benim derdim
Türkiye’de Elif Dedim Be Dedim (Aman)
Kız ben sana ne dedim
Kuş kanadından kalem olsa (aman)
Yazılmaz benim derdim
Ticaret kervanları da türkülerin yeniden yerleşme şeklindeki yayılmada önemli bir rol üstlenmişlerdir. Bu anlamda kervanların bir başka yükü de türküler olmuştur. Bu konuda başka bir yayıcı eleman askerlerdir. Askerlik görevi nedeniyle yurdun değişik yörelerinde bulunan gençler kendi bölgelerinin türkülerini gittikleri yere taşır ve arkadaşlarına da öğretirler (Öztelli 2002). Bir bölgeden başka bir bölgeye gelin gidilmesinde de benzer durumun ortaya çıktığı söylenebilir.
Nitekim gelin olan kızın içinde büyüdüğü kültüre ait türküleri gittiği yeni bölgeye taşıması ve yeni çevresine öğretmesiyle benzer durum meydana gelmektedir.
Günümüze yakın dönemlerde, derlemecilerin de aynı işlevi yerine getirdikleri söylenebilir.
Hiyerarşik yayılmada ise türküler, toplumun bir seviyesinden diğer seviyesine geçmektedir. Tarihi süreç içinde küçük toplulukların önce büyük yerleşmelere taşıdıkları türküler, bazen de başkaları tarafından bu sefer daha küçük yerleşme alanlarına hatta köylere kadar götürülmüşlerdir (Öztelli 2002: 19).
SONUÇ; COĞRAFYANIN BEŞ ANA KONUSU
Müzik coğrafyası, müzik türlerinin mekânsal yönüyle ilgilidir. Müziğin türlerinden biri de geleneksel Türk halk müziği içerisinde yer alan türkülerdir.
Türküler Anadolu’da yaşayan insanların asırlar boyunca duygularını, düşüncelerini, yaşamlarının çeşitli görünümlerini, kültürel değerlerini yansıtmalarının yanında, mekânla ilgili anlamlarla da yüklüdür.
Türküler, coğrafyanın beş ana konusu (coğrafi konum, bölge, yerlilik duygusu, insan-çevre ilişkileri ve yayılım) ile ilgili zengin örneklere sahiptirler.
Ancak bu örnekler, konular bakımından birbirlerini dışlamazlar.
Örneğin dereler, hem insan-çevre ilişkisini ortaya koyarken hem de bölgesel kimliği güçlendirirler. Benzer şekilde bir alandaki dağlık yapı bölgesel karakteri yansıttığı gibi yerlilik duygusunu ya da insan-çevre etkileşimini ortaya koyabilmektedir.
Türküler lokasyonla ilgili oldukları gibi bölgesel karaktere de sahiptirler. Lokasyonun türkülerin coğrafi kökeni ile ilgisi olmasının yanında, yerleşme adlarını içeren türküler toponomik türküler olarak da değerlendirilebilir.
Ancak toponomik türküler, çıkış bölgeleri aynı olan türkülerdir. Örneğin Diyarbakır yöresine ait olan “Mardinkapı Şen Olur” türküsü bu nedenle toponomik sayılmaz.
Türkülerin bölgesel karakteri de bulunmaktadır. Bölgeler, biçimsel olabileceği gibi işlevsel nitelikte de olabilmektedir. Türkülerde geçen coğrafi kavramlar, Karadeniz ve dere kelimelerinde olduğu gibi, bölgesel karakteri kuvvetlendiren niteliktedir.
Türküler, özellikle güzelleme türünde olanlar, söz ve ezgileri ile yerlilik duygusunu kuvvetlendirmektedirler. Güzelleme türünde tek bir türküde dahi yerlilik duygusu ile ilgili çok sayıda özellik görmek mümkündür.
Türkülerde, Türkiye’nin coğrafi yapısını özellikle de fiziki coğrafya unsurlarının yoğun olarak işlendiği görülür. Türkülerde Türkiye’nin yüksek ve dağlık olan yeryüzü şekilleri gerçek ve mecazi anlamda sıkça kullanılmıştır.
Hatta dağlık ve yüksekliğin arttığı alanlardaki türkülerde bunu daha sık görmek mümkündür.
Yine Türkülerde yaylalara sıkça çıkılmaktadır.
Türkiye, yarı kurak bir alanda yer almasına karşın, türküler su kaynakları bakımından oldukça zengindir. Bunda suya ihtiyacın artmasının yanında ülkenin dağlık yüksek ve üç tarafının denizlerle çevrili olması da etkili olmuştur.
Türküler yapılaşmış çevre yani beşeri çevre ile de yoğun derecede ilgilidir.
Bu konu ile ilgili en tipik örnekler şehirlere ait türkülerde görülmektedir.
Köprü ve çeşme başları, limanlar, istasyonlar da diğer yaygın yapılaşmış çevre arasında sayılabilir.
Türküler de diğer birçok kültürel unsur gibi sürekli hareket halinde olmuşlardır.
Türkiye’nin sahip olduğu konum ve tarihsel geçmişi bu hareketliliğin etkin olarak yaşanmasında ayrıca etkili olmuştur. Bu anlamda türkülerde yayılmanın geçmişten günümüze bütün türlerini görmek mümkündür.
Kuşkusuz bu makalede türkülerin coğrafi açıdan bütün karakteri ortaya konulmuş değildir. Genel olarak müzik, özel olarak türküler, bu nedenle coğrafi incelemeler için zengin potansiyele sahiptir ve konu Türkiye’de yeni bir çalışma alanıdır.
Bu çalışma, müzik coğrafyası konusunda bundan sonra yapılacak çalışmalar için, türküler örneklemi üzerinden teorik bir temel sunma çabasındadır.
Türkülerin tarımsal karakteri ve başka özellikleri de ortaya konulabilir. Yine yayılma konusunda mesafenin etkisi de irdelenebilir.
Yerleşmelerde yer kimliği veya yerlilikle ilgili farklı yörelerin özellikleri türkülerde geçen coğrafi kavramlar sayısal olarak analiz edilerek ortaya konulabilir.
Ayrıca Türkiye’deki müzik sanayinin yapısı müzik coğrafyasını ilgilendiren konuları açısından çalışma potansiyeline sahiptir.
Kaynak: Abdullah UĞUR - Yrd. Doç. Dr., Pamukkale Üniversitesi, Eğitim Fakültesi, Coğrafya Eğitimi Anabilim Dalı – Bilig Dergisi – Yaz 2015